Bugün Türkiye’de anti-emperyalist olmak Ergenekoncu olmakla neredeyse eşitlenmiş durumda. İktidar ve İslamcılar bu ideolojik saldırıyı sağıyla soluyla liberaller üzerinden sosyalistlere karşı sürdürüyor.
Küreselleşme döneminde emperyalizmin ve bağımlılık ilişkilerinin ortadan kalktığı, artık karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu bir dünyada yaşadığımız vaaz edilmektedir. Dahası, “tam bağımsızlık”, inanılır gibi değil ama “barbarlık” olarak nitelendirilmekte, “anti-emperyalist” olmak ise milliyetçilik ve hatta yabancı düşmanlığı ile eşitlenmektedir.
Bu ideolojik saldırının taşıyıcıları arasında önemli olan kuşkusuz kendilerini solda gören ya da böyle tanımlayan kişi ve kesimlerdir. Çünkü, neredeyse bütün bir tarihi emperyalizme karşı mücadeleyle geçen sol/sosyalist hareketin içinden doğru geliştirilen eleştiri tartışmasız daha etkili olacaktır.
Hemen bir örnekle başlayalım. Geçen genel seçimlerde (22 Temmuz 2008) her nasılsa solun ortak adaylarından biri olan, Prof. Dr. Baskın Oran, emperyalizmi iptal etmektedir. Üstelik bunu teorik bir yetkinlik ve zarafet içinde de değil, akademik anlamda son derece kaba şekilde yapmaktadır.
Baskın Oran, emperyalizm konusundaki dev Marksist literatürü bir kenara koyarak, bu alanda en yetkin eseri veren V.I. Lenin’i unutarak (daha doğrusu yok sayarak) şunları söylüyor:
“Küreselleşme sonucu tam bağımsızlık artık tam bir şehir efsanesi ABD bile Irak’ı işgal etmek için 24 ülkeyi yanına almak zorunda kaldı. Üstelik, devletler bazen tam bağımsızlıktan vazgeçerek bağımsızlıklarını sağlarlar. (…) Anti-emperyalizmin kullanılışı ise tam bir cehalet örneği. Emperyalizm sadece devletin niteliğidir ve ancak askeri işgal veya işgal tehdidiyle olur. Aksi halde dışarıya yatırım yapan her ülke (bu arada Türkiye) ve hatta her şirket (örneğin Sabancı) emperyalisttir diyebilirsiniz (nitekim Fransa-Afrika ilişkisi). Ama dışişleri bakanı bile olmayan, dış ve savunma politikalarında ortak karar alamayan AB’ye ’emperyalisttir’ diyene gülerler. ‘ABD emperyalisttir, AB de emperyalist’ diyenler ‘muasır medeniyet’i ittiklerinin farkında bile değil. (…) İkincisi, farkında bile değiller ki, ‘solcu’ olmak için kullandıkları bu iki kavramın (tam bağımsızlık ve anti-emperyalizm-my) ikisi de Marksizm’le ilgisiz. Siz hiç Marks’ta bu kavramları duydunuz mu?” (Prof. Dr. Baskın Oran, Radikal gazetesi, Radikal İki Pazar eki, 3 Ağustos 2008)
İnsan bu satırlar karşısında ne diyeceğini şaşırıyor gerçekten. Bu kadar cehalet için ancak özel bir “eğitim” almak ve herhalde Baskın Oran gibi profesör olmak lazım…
Tekelci kapitalizmin en yüksek aşaması olarak Marksistler tarafından (Lenin) analiz edilen ve klasik sömürgecilikten farklı olarak, tekelci kapitalizmin sermaye ihracı yoluyla gerçekleştirdiği ekonomik ve dolayısıyla siyasal bağımlılık ilişkisi (yeni sömürgecilik) diye tanımlanan emperyalizm, bu pek liberal profesörümüz tarafından klasik sömürgecilik (kolonyalizm) ile kasıtlı olarak karıştırılmaktadır. Oysa Lenin’i sadece Sovyet Devrimi’nin lideri olmaktan çıkaran ve “Lenin” yapan şey, büyük ölçüde onun emperyalizm tahlilleridir.
Bu değerlendirme sadece Baskın Oran’a ait özel görüşler değildir. Bu “parlak” analizin sağ ve sol liberallerin ortak yaklaşımı olduğunu saptamak gereklidir. Artık bir şirretlik raddesine varan bu liberal saçmalıkların nedeni açıktır yeni ıslahatçı Tanzimat aydınlar/politikacılar Türkiye’nin iç dinamikleriyle demokratikleşemeyeceğini, bunun için öncelikle AB, gerekirse ABD “sopasının” bile kullanılabileceğini düşünmektedirler. Bu sopayı Türkiye’de AKP hükümeti ve Fethullahçılar salladığı için, gerici iktidara destek verilmesini ısrarla telkin etmektedirler. Denklem şöyle kurulmaktadır “Ya demokrasi için AKP hükümetini destekleyeceksiniz, ya da darbecisiniz”. Sol’a üçüncü bir seçenek, alternatif bir kutup oluşturma şansı bile tanınmamaktadır.
Oysa sosyalistler, hem gerici ve faşist darbelere hem de bu toprakların tanıdığı en fütursuz emperyalizm işbirlikçisi AKP iktidarına karşı olabilir. Olmalı da.
Bugün piyasacılığa, neo-liberal politikalara, IMF-Dünya Bankası programlarına, küresel mali sermayenin yağma düzenine, hegemonya savaşlarına ve askeri işgallere karşı olunmaksızın, yani anti-emperyalist bir politik ve entelektüel tutum takınmaksızın, bırakın sosyalist olmayı genel olarak solcu bile olunamaz.
Mahir Çayan’ın çok yerinde bir analizle saptadığı gibi, “emperyalizmin artık bir iç olgu olduğu” bu çağda, kapitalizme karşı mücadele büyük ölçüde emperyalizme karşı mücadele üzerinden yürütülecektir. Nasıl ki, tutarlı bir anti-emperyalist olmak için aynı zamanda anti-kapitalist olmak gerekiyorsa, günümüz dünyasında tutarlı bir anti-kapitalist olmak için de anti-emperyalist olmak gereklidir. Küreselleşme diye kodlanan neo-klasik sömürgecilik çağında hem emperyalizmi yok sayıp hem de anti-kapitalist olunamaz.
Yurtseverliği neredeyse “suç” sayanlar, aslında örtük olarak emperyalizmin demokrasi ve insan hakları ihraç ettiğini de ileri sürmektedir. Bütün bir modern zamanlar tarihinin inkâr edildiği, çarpıtıldığı, bilimsel ve akademik hiçbir değeri olmayan bu görüşleri Mehmet Altan gibi kimi gözünü karartmış “liberal solcular” açıkça yazmaktadır. Bu tutum sadece bir aymazlık değil, aynı zamanda büyük bir utanmazlıktır da. Karşı tarafa geçmekten ve kendi hayatlarına ihanetten utanmamak hem de…
M Altan’a göre daha çapsız ve cahil olanlar ise saçmalamakta sınır tanımamaktadır. Bunlardan biri de büyük bir küstahlık ve kinle 60’ların ve 70’lerin bütün bir devrimci kuşağını Ergenekoncu ilan eden Taraf gazetesinin yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’dır. Bu yarı-aydın şöyle diyor:
“Hem Ortodoks sosyalistlerin hem de özgürlükçü olma iddiasındaki sosyalistlerin bu derece ulusalcılığa cephe aldıklarını söyledikleri halde, en az ulusalcılar kadar değer atfettikleri bir kavram hâlâ yerli yerinde duruyor. O da Tam Bağımsızlık… (…) Türkiye’de kendini solda tanımlayan ve aynı zamanda özgürlükçü-demokrat olduğuna inanan tüm çevrelerin iyi anlaması gereken bir şey var… Tam bağımsızlık, tam barbarlık demektir. Bu tam bağımsızlık söylemi bütünüyle terk edilmelidir. ” (Taraf gazetesi, 7 Haziran 2008)
Yeryüzünde bu kadar açık bir işbirlikçilik, çürüme ve entelektüel haysiyetin terk ediliş hali var mıdır bilmiyorum… Aslında F. Gülen’lerin yanaşması bu “buruşuk” yarı-aydın yazarın hiç bir önemi yok. Bilgisiz olduğu gibi görgüsüz de… Dolayısıyla böyle bir bilgisizlik karşısında tartışmak da pek anlamlı değil.
Ancak yine belirtmek gerekiyor ki bu görüşler sadece bir cehaletin ürünü de olamaz. Büyük ve bilinçli bir çarpıtma, dolayısıyla karşı-devrimci bir propaganda ile karşı karşıya olduğumuz açık. Bir operasyon yürütülüyor, bir proje adım adım hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu operasyonun sadece, polisiye boyutu/siyasal şiddet yok. İdeolojik ve felsefi bir oylumu da var. Değilse, gözümüzün önünde iki ülkenin (Afganistan ve Irak) işgal edildiği, bir ülkenin paramparça hale getirildiği (Yugoslavya), Kafkaslarda bitmeyen bir etnik boğazlaşmanın tezgâhlandığı, Filistin’de kanın gövdeyi götürdüğü, dünyanın en zengin enerji havzalarına el konulacağının açıkça ilan edildiği bu tarihsel dönemeçte, emperyalizm bu kadar kaba bir cahil cesaretiyle hem bir kavram ve olgu olarak iptal edilemez hem de tam bağımsızlığı “barbarlık” saymak gibi saçmalanmazdı. Bunda bir iş var.
Tam bağımsızlığı, içe kapanma, otarşik bir ekonomik ve siyasal düzen, modern dünyanın dışında kalmak, demokrasiden uzaklaşmak ve totaliter bir rejim altında yaşamak şeklinde yorumlayan liberaller, efendilerine âşık uşaklara benziyorlar. Çünkü bu temelsiz iddia dünyanın efendilerine aittir. Ve belirtmek gerekir mi bilmiyorum ama, bilimsel bakımdan “bağımsızlık” ile “otoriter rejimler” arasında böyle bir doğrudanlık ilişkisi kurulamaz.