Yerel seçimlerin son etabına girilmişken Ergenekon soruşturmasında ikinci iddianamenin açıklanması, Türkiye’de ılımlı İslamcı bir rejimin kurulma sürecinde yeni bir aşamaya ulaşıldığını gösteriyor. Bu nedenle bir kez daha bu soruşturma üzerinde durmak, sol’daki kafa karışıklığı ve liberalizmin derin etkisine işaret etmek zorunlu oldu.
Bir proje şeklinde yönetilen ve geliştirilen çok yönlü ve çok katlı bu operasyonun, AKP’nin iktidar olmaktan devlet olmaya doğru ilerlediği ve darbeci karakterinin belirginleştiği bir aşamaya ulaştığını söylemek mümkün. Belirtmeyi çok sevmiyorum ama, bu sitede yazdığım yazılar bir bütünlük içinde okunduğumda yaptığım değerlendirmelerin ve öngörülerimin büyük ölçüde doğrulandığını düşünüyorum.
Ergenekon operasyonun başından itibaren sol’da giderek derinleşen bir bölünmenin yaşandığı gerçektir. Sosyalist sol’da yaşanan milliyetçi ve liberal kirlenme bir yağ lekesinin yayılması gibi her geçen gün yeni kişi ve kesimleri de içine alarak genişlemektedir. Sosyalist hareketin ana akımlarının ve önde gelen sözcülerinin büyük ölçüde direndiği bu sancılı sürecin, devrimci-sosyalist bir kutbun oluşturulmasına yetmediği görülmektedir. Çünkü 1980’lerde başlayan, 1990’lardan sonra derinleşerek yıkıcı bir karakter kazanan liberal saldırının -ki bu saldırı daha çok zihin dünyasında gerçekleştirilmiştir- yarattığı tahribat sanılandan da derindir. Dahası bu tahribata karşı direnmenin kolaycı yolunu “sol milliyetçi” bir çizgide bulanlar, söz konusu yıkıcı etkiyi tersinden büyütmektedirler.
Öyle ki, sosyalist olduklarından kuşku duymadığım, çoğunu tanıdığım, birlikte mücadele ettiğim kimi çevre ve kişilerin bile derin bir kafa karışıklığı içinde olmaları beni çok şaşırtmaktadır. Bu çevreler, liberal tezlerin, dolayısıyla AKP iktidarına “demokrasi adına” sol’dan meşruiyet üretme çabalarının öznel bakımdan değilse bile nesnel olarak bir parçası durumuna düşmektedirler. Bunlardan biri de Sosyalist Emek Hareketi platformunun yayın organı olan Sosyalist Emek bülteninin yazarlarından Mustafa Bayram Mısır’dır. Bu arkadaşımız, çok Marksist gerekçelerle liberal tezlerin sosyalist hareket içinden savunuculuğuna soyunmakta, sürekli olarak “bardağın dolu tarafına bakarak” sol’un da canına okumakta, bardak yerine devrimciliğin içini boşaltmaktadır. (Bkz. Sosyalist Emek, Sayı 11, Şubat-Mart 2009)
“Mısır tipi” solculuğa daha yakından bakmadan önce sosyalist solda konuya ilişkin en kapsamlı ortak çalışma olan, “Ergenekon ve Sosyalistler” kitabında (Haz: Merdan Yanardağ, Siyah Beyaz Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2009, İstanbul, 235 s./ 1. Baskı Kasım 2008)* yer alan makalemin giriş bölümünden uzunca bir pasajı buraya almak, konunun daha iyi anlaşılması bakımından sanırım doğru olacak.
“Ergenekon operasyonu, toplumu ve Türkiye solunu ikiye bölmüş gibi görünüyor. Şiddetli bir tartışma yaşanıyor. Gerilim toplumun bütün katlarına, bu arada solun içlerine kadar yayılmış durumda. Liberal ve ikinci cumhuriyetçi politikacı ve aydınlar üzerinden yürütülen ideolojik kuşatmanın, sol liberallerin devşirilmesiyle sonuçlandığı anlaşılıyor. Şimdi de, ikinci cumhuriyetçiler ve özellikle sol liberaller aracılığıyla sosyalist entelijensiya teslim alınmak isteniyor.
“Liberal kuşatma ve saldırı ne kadar artarsa artın, sosyalist hareketin büyük gövdesi ve ana akımlarının liberalizme karşı direndiği ve solu bir bütün olarak kendinden menkul bir “demokrasi” anlayışı adına AKP’ye yedekleme hamlesinin boşa çıktığı görülüyor. Öyle ki, “Ya demokrasiden yanasın ya da darbeci” gibi sahte, sinsi ve asıl darbeyi, yani Amerikancı ılımlı İslam darbesini gizleyen, tuzak kurucu ikilemler insanların kafasını karıştırsa da, esas olarak sonuç alınamadığı ortadadır. Çünkü bu sahte ikilem, içinden geçilen dönemde demokrasiyi AKP ile eşitlemekte ve esas olarak solu ve toplumun ilerici güçlerini bu partinin arkasına dizmeye çalışmaktadır. (…)
“Sol liberallerin emperyalizmi iptal etme, anti-emperyalist olmayı milliyetçilik ve hatta yabancı düşmanlığı ile eşitleme, sınıf mücadelesi yerine devlet-sivil toplum, merkez-çevre çelişkilerini yerleştirme, özgürlüğü etnisite ve dinsel cemaat serbestîsi olarak anlama ve sınırlandırma çabalarına ve bu tezler üzerinden sosyalist hareketi kuşatmalarına karşın teslim alamadıkları anlaşılıyor. Hırçınlıkları da buradan geliyor olmalı.
“Ancak, bütün bunların solda, sosyalist harekette bir tahribat ve kafa karışıklığı yaratmadığını söylemek de mümkün değildir.
“Kendilerini liberal ve hatta solda zanneden bazı çevreler, gazeteler ve aydınlar Fethullahçı istihbarat örgütlerinin, G. Soros fonlarının ve ABD’nin bölge siyasetlerinin oyuncağı olduklarının farkına varamıyorlar. Tıpkı milliyetçi sol çizgideki kimi çevre, parti ve kişilerin geleneksel iktidar bloğunun pozisyon kaybeden, gerileyen ve tasfiye edilmeye çalışılan kanadını sol ve muhalif zannedip çekim alanına girdiği gibi.
“Özetle entelektüel ortam, liberalizm ve milliyetçilikle lekelenmiş durumda.
“Öyle anlaşılıyor ki, solun, devrimci çevrelerin, aydınların, kanaat önderlerinin, örgüt (parti, sendika, dernek, vakıf, meslek birliği vs.) yöneticilerinin ve nihayet bir bütün olarak sosyalist hareketin teslim alınmaya ya da yedeklenmeye çalışılması, bu kesimin mevcut sistem için hâlâ büyük bir önem taşıdığını gösteriyor.
“Çünkü sosyalist hareket teslim alınmadan, dahası özgüveni kırılıp tarihinden ve değerlerinden koparılmadan, toplum üzerinde tam olarak bir ideolojik hegemonya kurmak zordur. Bilinir ki, ideolojik hegemonya oluşturulmadan, hangi yönde olursa olsun, toplumu dönüştürmek de mümkün değildir. (M. Yanardağ, Sayfa: 135-136)
Yukarıda yazdıklarım çok açık olarak, sol milliyetçilik ve sol liberalizm dışında devrimci-sosyalist bir pozisyon önerdiği, sol’un ve toplumsal muhalefetin tasfiyesiyle sonuçlanabilecek yakın tehlikeye (Amerikancı ılımlı İslam darbesine) işaret ettiği halde, Mustafa Bayram Mısır, www.sol.org.tr elektronik gazetesinde yayımlanan -ki adı geçen kitaptaki makalemle paralel görüşleri ifade ettim- iki yazımdan (22 ve 30 Ocak 2009) hareketle benim ulusal sol’un payandası olduğumu ileri sürüyor. M.B. Mısır’ın dramı, kendisinin liberal solun koltuk değneği olduğunun farkında varmadan, başkalarını suçlaması, dahası bunu ucuz bir çarpıtma yöntemiyle yapmasıdır.
M. Bayram Mısır, benim bu sitede yayımlanan 30 Ocak tarihli yazımdan şu alıntıyı yapıyor:
“Ergenekon soruşturması, Kontrgerilla’nın tasfiye edilmesi, çetelerin dağıtılması, katillerden hesap sorulması gibi bir amaca sahip değildir. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bu soruşturma Natocu ve Amerikancı bir ılımlı İslam darbesinin aracıdır. Derin devletin, NATO’nun küresel tehdit değerlendirmeleri ve ABD’nin bölgesel siyasetleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmasıdır. Aydınlanmanın kazanımlarına karşı bir saldırıdır. Negatif ya da pozitif bir anlam yüklemeden, sadece bir durum tespiti yapmak bakımından belirtirsek eğer Cumhuriyet’in başlangıç ilkelerinde bir kırılma yaratma ve dönüştürme operasyonudur. Ve nihayet bu soruşturma, Soğuk Savaş sonrasında egemen sınıflar arasında ortaya çıkan yön ve program farklılaşmasının yarattığı bir iktidar mücadelesi ve çatışmanın dışa vurumudur. Susurluk artığı faşist bir mafyatik çete, bu projenin gerçekleştirilmesi için olanak sağlamıştır o kadar. Soruşturmanın ‘derin’ anlamı budur.”
Daha önce yazdıklarımı ve söz konusu makalenin bütününde savunduğum görüşleri yok sayarak, sonra da sosyalizm adına şu “parlak” değerlendirmeyi yapıyor:
“Yanardağ’a kalırsa, açık ki, ETÖ sanığı İlhan Selçuk gibi bir siyasi hatta durmak gerekiyor. Bu tür solculuğun sık sık tekrar eden ‘akıl tutulması’ nöbetlerinden biri değilse vahim bir durumla karşı karşıyayız, en temel manada ‘sol’culuğun katliyle!.. Bizim sermaye seçenekleri arasında saflaşmaya zorlanan emekçiler ve ezilenler cephesinin, bu soruşturma karşısında tutumu biliniyor: İslamcı/liberallerin sığınağı AKP’ye de, ulusalcı/laikçilerin komplosu ‘Ergenekon’a da vurup geçerek kendi bağımsız çizgimizi kurmak…” (Sosyalist Emek, 11, Şubat-Mart 2009)
M.B. Mısır’ın, insanlığın ileri birikimini, aydınlanmanın kazanımlarını, eleştirel aklı ve bilimi tasfiye ederek, (Ergin Yıldızoğlu’nun deyimiyle) sol’un ayağını bastığı bütün zeminleri yok edecek bir “hakikat rejimi” kurma girişiminin farkında olmadığını bir yana bıraksak bile, bütün “sol” laflara karşın liberallerin söylemini devraldığı açıkça ortadadır. ‘Ergenekon’un kimlerin tertibi olduğunu bile anlayamayacak kadar liberallerin çekim alanına girdiği, “AKP’ye vurup geçeyim” derken esas olarak devrimci sol’a “çaktığı” bu yaklaşım gerçek bir “akıl tutulması” nın rafine örneğini oluşturmaktadır.
İlhan Selçuk’tan söz ederken Marksizm üzerinden başka birçok şey söylenebilecekken, “ETÖ sanığı” olduğunu özellikle vurgulamak gibi bir ucuzluğun yanı sıra, “laikçi” kavramını da hiç sorgulamadan İslamcılardan devralmaktadır. Tıpkı, söz konusu yazısında benim Tekirdağ’da çok sayıda meslek örgütü, sendika ve platform tarafından düzenlenen bir toplantıda konuk olarak konuşma yaparken -ki çok sayıdaki konuşmacıdan biriydim- çekilen fotoğrafımı kullandığı gibi… Evet, ben Türkiye’nin Tekirdağ’ından Artvin’ine, Trabzon’undan Antalya’sına kadar uzanan dört bir köşesinde, sayısız üniversitesinde, sendika, baro, demokratik kitle örgütü toplantılarında konferanslar veriyor, makalelerimde ve kitaplarımda ortaya attığım görüşlerimi savunuyorum. Bu ucuzluk karşısında “ayıptır” demekten başka söylenecek söz var mı bilmiyorum ama, “Mısır tipi solculuk” böyle bir şey galiba!
Egemen sınıflar arasında ortaya çıkan yön ve program farklılaşmasının bir olgu olarak tespit edilmesini, yani bir durum analizi yapılmasını, emekçileri iki sermaye seçeneğinden birine zorlamak diye anlamak, eğer bilinçli bir çarpıtma değilse, ortada çok basit bir yöntem ve analitik düşünme sorunu var sanırım.
Okuyucuların sabrına sığınarak “Ergenekon ve Sosyalistler” kitabındaki yazımdan bir bölümü daha buraya almak istiyorum:
“Sosyalist hareket hem gerici ve faşist darbecilere/güçlere karşı konumlanmak hem de ılımlı İslam darbesine “dur” demek, dolayısıyla Amerikancı AKP iktidarına karşı mücadele etmek zorundadır.
“Egemen sınıflar arasında ortaya çıkan yön ve program farklılaşmasında, sosyalist hareket birinin ya da diğerinin yedeğine düşmemeli ve esas olarak kendi mücadele cephesini inşa etmelidir. Yapılması gereken şey, sosyalist hareketi bütün bu olup bitenlere müdahale edebilecek bir güce ulaştırmak ve onu büyük siyasal güçler arenasına taşımaktır. Sınıfsal bakış açısı yitirilmemelidir.
“Bu mücadele öncelik hiç kuşku yok ki, ABD, AB, uluslararası finans devleri, Türkiye sermayesinin büyük bölümü, tekelci ve İslamcı medya, tarikatların hemen tamamı tarafından desteklenen ve iktidarda olan neo-liberal politikacıların savunucusu AKP’dir. Bu parti ve iktidarı, bugün “cambaza (Ergenekon’a) bak” diyerek ılımlı İslam darbesini gizlemekte, toplumdan ve aydınlardan bu darbe için onay üretmeye çalışmaktadır.
“Sosyalist hareket, ortaya çıkan bu çatışmadan yararlanabilir ama bunun için öncelikle yapılması gereken şey, kendi cephesini inşa etmek, çalışanları örgütlemek, eşitlik ve özgürlük mücadelesini daha da yukarılara taşımaktır. Ve elbette liberal, İkinci Cumhuriyetçi ve sol liberaller ile kesin bir hesaplaşmaya girişerek yollarını ayırmaktır.” ( M. Yanardağ, a.g.e, say. 189-190)
Sanırım fazla söze gerek yok.
Doğru! M.B. Mısır’ın belirttiği gibi sınıf mücadelesi hâlâ devam ediyor ve “devrim yolu hâlâ dolambaçlı, engebeli ve sarp”!.. Ancak bu yol, hem kumda oynayıp hem de cicilerim kirlenmesin diyenlere göre değil.
“Sosyalizm ve Ergenekon” kitabında şu yazarların (alfabetik sıraya göre) makaleleri yer alıyor: Aydemir Güler, Ertuğrul Kürkçü, Ömer Laçiner, Sungur Savran, Mahir Sayın, Levent Tüzel, Merdan Yanardağ, Ergin Yıldızoğlu, Haluk Yurtsever