Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan şöyle yazıyor:
“Türkiye’de yapılan en büyük siyasi sahtekârlık nedir biliyor musunuz? İktidardaki partiyi eleştirmeyi ‘gerçek muhalefet’ olarak sunmak… Bu, iktidardaki partiyi de ‘gerçek iktidar’ olarak kabul etmeyi getiriyor çünkü. İkisi de yalandır. Doğu dürüst muhalefet yapmaya yüreği yetmeyenler, iktidardaki partiyi eleştirerek kendilerini ‘muhalif’ hissetmekten hoşlanırlar.” (Taraf, 4.4.2009)
Yukarıdaki sözler AKP iktidarına destek veren, bu partiyi eleştirmeyi neredeyse “demokrasi düşmanlığı” ile özdeşleştiren her soydan liberalin temel tezidir. İlk kez bu açıklıkla gerekçelendiriliyor. Önemi burada.
Söylenmek istenen şudur AKP hükümeti gerçek iktidarı değildir, hükümet olmuş ama iktidar olamamıştır. Gerçek iktidar “derin devleti” de kapsayacak şekilde asker-sivil bürokratik elittir. Mücadele esas olarak devletle sivil toplum ya da merkezle çevre arasındadır. Bu analizde “sivil toplum”, bir sınıf olarak burjuvaziyi de içine alacak genişlikte tarif edilmektedir. Onlara göre bu bir demokrasi mücadelesidir ve gerçek demokratikleşme de bu çatışmanın içinden gelişecektir. AKP hükümeti, asker-sivil bürokratik elitin iktidar alanını (en azından) sınırlandırmaya, sivil toplumun, dolayısıyla demokrasinin alanını genişletmeye çalışmaktadır. Öyleyse somut olan AKP hükümeti desteklenmeli ve soyut bir devlet kavramına karşı mücadele edilmelidir.
Bu analiz sınıf mücadelesini yok sayar, toplumsal ilerleme yasasını reddeder ve hiçbir şekilde sermaye egemenliği sorgulamaz. Kapitalizme, serbest piyasa ekonomisine ve/veya neo-liberal politikalara esastan bir itirazı yoktur. Emperyalizm bir önceki çağa/döneme özgü bir olgu olarak kabul edilir ve küreselleşme pozitif bir dinamik şeklinde algılanır.
Bilimsel bir temele sahip olmayan, tarih, sosyoloji ve iktisat bilgisinden uzak bu görüşler durmaksızın vaaz edilerek genel bir kabule dönüştürülmek istenir.
Böylece, toplum, aydınlar, işçi sınıfı, sol’un kimi kesimleri Türkiye tarihinin en katı, sınıf karakteri en açık, Amerikancı iktidarının arkasına takılmak istenir. Piyasa tanrısı önünde diz çökülür.
Müstehcen bir durumla karşı karşıyayız.
İktidar, iktidarın kaynağı, yeni küresel düzen, AKP’nin sınıf karakteri ve siyasi serüveni hakkında sıkıştırılmış bir değerlendirme yaparak, bu liberal sahtekârlığa biraz daha yakından bakalım.
1-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı ve AKP’nin siyasetine yön veren isimlerden Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, “Rejimde köklü bir değişim için 200 yıldır ilk kez iç ve dış dinamikler birbiriyle örtüşmektedir. Batı’nın talepleriyle Müslüman halkın talepleri Tanzimat döneminden farklı olarak bir ve aynıdır” diyor. Bu değerlendirme, Türkiye’de bugüne kadar yapılmış ve emperyalizmle işbirliğinin en rafine ve aynı nedenle en “ahlaksız” teorisidir. AKP doğuşundan itibaren, Batı/emperyalizm ile çatışarak değil, uzlaşarak ve işbirliği yaparak iktidar olunabileceğini gören muhafazakâr sermayenin ve İslamcıların partisidir. Milli Görüş hareketi ile temel farklılığını da bu özelliği oluşturmaktadır. Denklemi tersinden kurarsak AKP iç dinamiklerin yanı sıra, aynı zamanda ve daha belirgin olarak dış dinamiklerin ürünüdür. Bir proje ve imalattır. Arkasında ABD ve AB emperyalizmi vardır.
2- Küreselleşme insanlığın tarihsel serüveninde karşı konulamaz ve doğal bir dinamik değil, emperyalizmin yeni aşamasıdır. Yeni liberal politikaları bütün gezeğene hâkim kılmak için finans kapital tarafından geliştirilen politik bir hamledir. Bilişim çağının emperyalizmidir. Deyim uygunsa neo-klasik sömürgeciliktir. Bir önceki çağa ait klasik sömürgecilik (kolonyalizm) yöntemleriyle yeni sömürgecilik yöntemlerinin iç içe geçtiği, açık işgal ve siyasal zora sermaye ihracının eşlik ettiği bir durumdur. Lenin de işaret ettiği gibi, kapitalizmin doğasında olan dünyanın tek bir pazara doğru ilerleme dinamiği ile bu sürecin bir dizi ulusal, kültürel ve siyasi engele takıldığı bir durumun toplamıdır. Finans kapitalin serbest dolaşımı önündeki her türlü fiziksel, siyasal, coğrafi, kültürel ve ideolojik engelin kaldırılma girişimidir. Dolayısıyla günümüzde bazı cahil akademisyenlerin ve tarih coğrafya bilgisinden yoksun liberallerin yaptığı gibi emperyalizmi iptal ederek hiçbir siyasal analiz yapılamaz.
3- AKP’nin arkasında çağımızın mutlak ve kahredici sermaye güçleri ve emperyalist devletleri vardır. İçeride eksik olan iktidar kudretini Batıya yaslanarak kapatmaya/tamamlamaya çalışan bir çizgi izlemektedir.
4- AKP, iktidardan ve servetten daha çok pay isteyen ve artık orta ölçekli olma sınırlarını aşmış muhafazakâr taşra sermayesinin (İstanbul’un taşrası da dâhil) partisi olarak doğmuş, İstanbul burjuvazisiyle uzlaşarak hükümet olmuştur. Görünür gelecekte gerçekleşmesi mümkün olmayan AB üyelik süreci bu uzlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, AKP’nin arkasında neo-liberal politikaları destekleyen, özelleştirmeci büyük sermaye ve ulus ötesi tekeller vardır. AKP karakteri gereği işçi sınıfı düşmanı bir partidir.
5- AKP hükümet olmaktan iktidar olmaya yükselmiştir. Bugün bütün kamu gücünü kontrol etmektedir. Yoğun olarak kadrolaşmış, bürokrasiyi tam olarak denetim altına almıştır. Artık hükümet karşısında özerk konuma sahip bir bürokrasi yoktur. Totaliter bir yapı inşa edilmektedir. Yargıya karşı operasyonlar sürmektedir. Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar üst ve orta kademe bürokrasi partizan/islamcı bir karakter kazanmıştır. AKP hükümeti kamu kaynaklarını ve bu kaynaklardan üretilen mali gücü elinde tutmakta, rant ve servet dağıtımını düzenlemektedir. Sermayenin ideolojik karakterinde de hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır.
6- AKP sanılanın aksine TSK komuta kademesi ile de uzlaşmıştır. Ergenekon operasyonu bu uzlaşma üzerinden yürütülmektedir. Derin devlet ve silahlı bürokrasi yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Bu yönelimde emperyalistlerin talepleri ile AKP iktidarının programı ve stratejisi arasında tam bir uyum vardır. Dolayısıyla AKP, bırakın hükümet olup iktidar olamamayı, iktidar olmaktan devlet olmaya doğru ilerlemektedir. Ergenekon operasyonunun bir anlamı da budur.
7- İlk kez bütün tarikat ve cemaatler AKP iktidarını desteklemektedir.
8- AKP soğuk savaş milliyetçisi, anti-komünist, genel olarak sol düşmanı bir partidir. Soğuk Savaş döneminin örtülü operasyonlarında kullanılan/rol alan kadroların bir kesimi tarafından kurulmuştur. Aydınlanmanın kazanımlarına ve insanlığın bütün ilerici birikimine karşıdır. Özgür ve eleştirel akla, bilime ve insan doğasına karşı düşmanca bir saldırganlık içindedir. Modernite karşıtı ve son çözümlemede özgürlüklerin düşmanıdır. Toplumu ve rejimi İslami temellerde (ılımlı İslam diye yumuşatılsa da) dönüştürmek istemektedir.
Durum böyle iken AKP iktidarına büyük bir sahtekârlıkla “demokrasi” adına meşruiyet üretmek isteyen liberallerin tezleri, eğer cahillikten ve alıklıktan (hadi buna saflığı da ekleyelim) kaynaklanmıyorsa büyük bir aydın ihaneti ile karşı karşıyayız demektir. Liberal bir ihanettir bu topluma, emekçi halka, kendi geleneklerine, insanlığın bütün ilerici birikimine, tarihe bir ihanet… Ucuz ve pespaye bir şövalyeliğin eşlik ettiği bir ihanet.
Ahmet Altan ve liberaller müstehcen bir konumda olduklarını görüyorlar aslında. Bu nedenle kendilerini gerçek muhalif, asıl muhalefet güçlerini de iktidarla işbirliği yapıyor gibi gösterme çabasına giriyorlar. Oysa kendileri gerçek iktidara karşı utanç verici bir teslimiyet içindeler. Emperyalizm ile yüz kızartıcı ve örtük bir işbirliği yürütüyorlar ve bunu yer yer küstahça bir tehdit sopası gibi sallıyorlar. Bu nedenle sınıfsal karakteri açık olan hükümeti, dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek bir saçmalıkla bir muhalefet gücü gibi göstermeye çalışıyorlar.
Bir an için analizlerinin doğru olduğunu kabul etsek bile, hem hükümete hem militarizme hem de genel olarak devlete muhalefet edilebileceği gerçeğini, önümüzdeki bütün tarihsel deneyime karşın bilmezden geliyorlar.
Sermayenin, emperyalizmin, İslamcıların kısaca gerçek iktidar kudretini elinde tutanların politikalarını çok özgürlükçü (buna liberal demek daha doğru) gerekçelerle savunuyorlar. Eşitlik ilkesi akıllarına bile gelmiyor.
Bu sahtekârlığa artık son vermek gerekiyor.