Ergenekon soruşturmasının 12. dalgası liberal çevrelerde derin bir şaşkınlık yaratmış gibi görünüyor. Operasyonun Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) gibi laik tavrı belirgin eğitim kuruluşlarına uzanması Prof. Türkan Saylan gibi bir tür “dokunulmazlık” zırhına sahip kişileri de içine alması, bu şaşkınlığın başlıca nedenini oluşturuyor.
Eğitim alanındaki yaygın Fethullahçı yapılanmayla rekabet ya da mücadele eden bu kuruluşlara yönelik “devlet şiddeti”, liberaller tarafından Ergenekon soruşturmasında bir “odak kayması” diye eleştiriliyor.
Yandaş ve İslamcı medya, ele geçirilen listelere göre ÇEV ve ÇYDD’nin PKK’lılara burs verdiğini, bu örgütlerin Hıristiyanlığı yaymak için misyonerlik yaptığını ve türbana karşı savaş açtıklarını iddia ederek ahlaksız bir kampanya yürütüyorlar. Bu Soğuk Savaş artığı tavır ve üslup, İslamcılarla ortak bir gelecek projesi tasarlayan ve bu sürecin ülkenin ve toplumun demokratikleşmesiyle sonuçlanacağını uman liberallerin şaşkınlığını daha da artırıyor.
Ergenekon soruşturmasının darbecileri tasfiye edeceği varsayımı ve beklentisiyle “sonuna kadar arkasında” olduklarını ilan eden sağlı-sollu liberallere göre Türkan Saylan’ın evinin aranması, Tijen Mergen gibi Doğan Medya Grubu’nun bir üst düzey yöneticisinin gözaltına alınması “davaya gölge” düşürmüş. Son olarak eski CHP’li yeni AKP’li Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da soruşturmanın “demokrasi karşıtı” bir eksene kaymaya başladığını ve “12 Mart darbesine benzediğini” söyleyince, bu yöndeki kaygılar daha da arttı. Burada, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in Ertuğrul Günay’a “sen işine bak” şeklindeki “fırçası” hatırlatılmalı mı bilmiyorum!
Hemen belirtmeliyim ki ortada bir “odak kayması” filan yoktur. Tam tersine ABD’nin desteğini alan Hükümet tam da liberallerin istediği şeyi yapıyor ve soruşturmayı “sonuna kadar” götürmeye çalışıyor. İnsanlığın ilerici birikimine, aydınlanmanın kazanımlarına yönelik saldırı tamamlanmadan, bu birikim ve kazanımın köşe taşlarından birini oluşturan -ne kadarsa- laiklik geriletilerek yeniden tanımlanmadan bu operasyonun tamamlanması mümkün değil. Başka bir anlatımla, Cumhuriyetin başlangıç ilkeleriyle İslam’ın şeriatı arasında bir ortalama almak anlamına gelen ılımlı İslam rejiminin temelleri atılmadan bu polis darbesinin durmasını beklemek ham bir hayaldir.
AKP’nin seçimlerden gerileyerek çıkması bazı yorumcular tarafından hükümetin aşırılıklarına yönelik bir “uyarı” diye yorumlandı ve iktidarın bu uyarıyı alarak daha dengeli bir politika izleyeceği ileri sürüldü. Oysa bunun böyle olmayacağı açıktı. Çünkü Türkiye bir karşı devrim sürecinden geçmekte ve bu süreci yönetenler tıpkı bisiklet kullanıcıları gibi sürekli pedalları çevirmek zorundadır. Durmak, düşmek anlamına gelecektir. Bu nedenle AKP hükümeti ve Fethullahçı örgütlenme bir darbe aracı olarak kullandığı bu soruşturmayı “sonuna kadar” götürmeye mecburdur. Başarıp başaramayacağı ayrı bir bahistir ama bu hedef için elinden geleni yapacaktır. Dolayısıyla 12. dalga bir “odak kayması” değil, tersine hedefe odaklanmak anlamına gelmektedir.
Çünkü Ergin Yıldızoğlu’nun da isabetle belirttiği gibi, “Pasif (karşı) devrim’ süreci, siyasal egemenlikten önce, kültürel egemenlik kurmayı amaçlar. Bu egemenliğin kurulması, korunabilmesi için de karşı hamle yapabilecek kültürel akımların, yapıların, kurumların ve düşünürlerin zaman içinde tasfiye edilmesi gerekir.” (Cumhuriyet, 22 Nisan 2009)
Farklılık sadece şuradadır son dalga ile yürütülen operasyonun amacı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açığa çıkmıştır. Yani 12. Dalga soruşturmaya gölge düşürmemiş, tam tersine bu operasyonun gerçek amacını aydınlatmıştır.
DTP VE BAZI SOL ÇEVRELERİN ŞAŞKINLIĞI
Olup bitenler karşısında şaşkınlık yaşayan kesimler arasında Kürt ulusal hareketi ve Kürt sorununun çözümünü siyasal mücadelesinin merkezine koyan çevreler de bulunuyor. Çünkü 12. dalgaya paralel olarak yürütülen bir başka operasyon ile, son seçimlerden başarıyla çıkan Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) tam 51 yöneticisi tutuklandı. Tutuklananların PKK’nin “sivil toplum” faaliyetlerini yöneten kadroları olduğu ileri sürüldü. Dahası bu operasyon ile Ergenekon soruşturmasının 12. dalgası arasında bağlantı kuruldu. Bilindiği gibi iddianamede de PKK’nin Ergenekon örgütü tarafından yönlendirildiği ısrarla ileri sürülüyordu. Bu iddianın propagandaya dönük bir retorik olduğu sanılıyordu.
Oysa Ergenekon soruşturması ile son PKK operasyonu aynı mantıktan ve kurgudan kaynaklanıyordu. Siyasal ve kültürel planda Kürt kimliğinin temsilcisi olan PKK ve DTP diğer özelliklerinin yanısıra aydınlanma geleneğinin de bir ürünüdür. Laik bir çizgiye sahiptir. PKK’nin çıkışı, Kürt kimliğinin savunulmasının ötesinde feodal kalıntılara (ağalık ve şeyhlik düzenine) karşı radikal bir başkaldırı diye de okunabilir. Çıkışında ve gelişme döneminde Kürt yoksullarına dayalı bir hareket olarak şekillenmiştir. Durum bugün çok farklı da olsa, Kürt aristokrasisi, büyük Kürt aşiretleri, Kürtler arasında etkin olan dinsel cemaatler ve Kürt burjuvazisi bu hareketin (PKK’nin) kuruluşunda, çıkışında ve yükselişinde yoktur. Örgütün üst düzey yöneticileri arasında da bu kesimlerden kimse bulunmamaktadır. Söz konusu kesimler daha çok yan örgütlenmeler içinde varlık göstermektedir. Bu önemli özelliğiyle PKK, Ortadoğu’daki diğer Kürt örgütlerinden belirgin şekilde ayrılmaktadır. (PKK bugün sınıfsal eksenden uzaklaşmış ve ulusal karakteri öne çıkmış bir hareket konumundadır.)
Bu özellikleriyle hem PKK hem de DTP bölgede İslamcı örgütlenmelerin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Ergin Yıldızoğlu’nun da işaret ettiği gibi (Cumhuriyet, 22.4.2009) Siyasal İslam’ın cemaat anlayışı, Kürtlüğü, Müslümanlık (ümmet) içinde eritmeyi hedeflemekte, böylece kendi meşrebince “sorunu” çözmeyi ummaktadır. Üstelik bunu, dinin ve cemaatlerin bölgendeki etkinliği dikkate alındığında yapabilecek yeteneğe de sahiptir.
Daha önce Hizbullah’a yapıldığı gibi, son dönemde Fethullahçı örgütlenmenin bölgede önünün açılması bu bakımdan önemli bir işarettir. DTP’ye yönelik son operasyonun polis tarafından yapılması dikkat çekicidir. Bu operasyonun başta eğitim alanı olmak üzere Fethullahçı örgütlenmenin bölgedeki başlıca rakibini etkisizleştirme çabası olduğunu söylemek mümkündür. Tıpkı batıda ÇYDD ve ÇEV’e yönelik operasyonlar gibi… Ve işte bu nedenle ÇYDD’nin PKK’lilere burs verdiği yönündeki kirli propagandanın tam bu sırada günde getirilmesi anlam kazanmaktadır.
Bu yazıyı bazı sorular sorarak tamamlamak anlamlı olacak sanırım. Örneğin DTP’nin, liberallerin ağır etkisi altında olup bitenleri yanlış değerlendirip “Ergenekon sonuna kadar gitsin” diyerek boş havuza atladığını söylemek haksızlık olur mu? Eğer iddianamede söylenenlere inanacaksak, PKK hakkında yazılanlara da inanmak gerekmez mi? İtirafçılığı kurumsallaştıran “gizli tanıklara” dayalı soruşturma çıkmaza girince devreye sokulan göstermelik bazı kazılarla JİTEM cinayetlerinin açığa çıkmasını beklemek boş bir hayal değil midir? İslamcılardan “demokratik arınma” beklemek doğru mudur?
Dahası, Ergenekon soruşturması ile yakın tarihin bütün kirli operasyonları, cinayetleri, savaş suçları bu örgüte yüklenerek aslında Kontrgerilla aklanmak isteniyor olamaz mı? Örneğin Ergenekon operasyona başından beri sorgusuz sualsiz şekilde destek veren bazı sol gruplar, Gazi Mahallesi katliamının büyük bir yalan ve ahlaksızlıkla MLKP’ye yüklenmek istenmesi karşısında ne diyorlar? Soruşturmanın toplumsal tabanını genişletmek için ortaya atılan “Alevi önderlerine Ergenekoncular tarafından suikast yapılacağı” şeklindeki iddiaya inanan kaldı mı?
Yoksa bu soruşturmayı yürüten irade gerçekten sonuna kadar gidiyor olmasın? Ne dersiniz?