Bazı konuşmalar basit ama önemlidir. Önemli sözler çoğu kez basittir zaten. Bir çağın, bir sürecin, bir olayın karakterini şaşırtıcı bir derinlikle ortaya koyarlar. Tıpkı Çin Halk Cumhuriyeti’nin, kapitalist restorasyon diye de nitelendirilen, kontrollü piyasa ekonomisine yönelmesinin öncülerinden, dönemin ÇKP Genel Sekreteri Deng Siao Ping’in 1980’li yıllarda söylediği söz gibi… Deng Siao Ping, “Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değil” demişti, “Önemli olan şey fareyi yakalamasıdır”… Politikada ve hayatta pragmatizmin doruğu sayılabilecek bu söz, Çin’in içine girdiği süreci çok çarpıcı bir şekilde açıklıyordu. Evet, Çin “fareyi yakalamış” görünüyor, ama Deng Siao Ping ise Margaret Thatcher, Ronald Reagan ve Helmut Kohl ile birlikte, dünyanın son 25 yılına damgasını neo-liberal ekonomik politikaların kurucu babalarından biri sayılıyor. Son ekonomik krizin ardından Batı basınında çıkan haberlerde bu dörtlünün fotoğrafları ve karikatürleri yayımlanıyor.
İşte çok farklı bir anlama sahip olsa da böyle konuşmalardan birini Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat yaptı.
Gazeteler ve internet sitelerinden izlediğim kadarıyla Prof. Kanpolat, 14 Mayıs 2009 tarihinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde düzenlenen “Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği” konulu sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, “bugünün dünyasında bilimin değil teknolojinin öne çıktığını” belirterek, bu sürecin firmalar tarafından yönlendirildiğini söylemiş.
Kanpolat bu konuşmasında, içinden geçilen tarihsel kesitin “bilim çağı olarak adlandırılmasına kuşkuyla yaklaştığını” da belirterek, Papa’nın söylediklerinin bilim insanlarının görüşlerinden daha fazla itibar gördüğüne işaret etmiş. Dünya çapında bilim ile inancın bağdaştırılmasına yönelik bir çaba olduğunu da vurgulayan Kanpolat, bunun bilim insanlarının bilgiyi ararken kullandığı sorgulama ve kanıtlama yöntemlerine zarar verdiğini dile getirmiş. Daha da önemlisi, içinde bulunduğumuz dönemin bilim çağından çok “firma çağı” olarak tanımlanması gerektiğini söyleyen Kanpolat, bilimsel çalışmaların firmaların çıkarları doğrultusunda yürütüldüğünü belirtmiş.
İçinde bulunduğumuz çağın karakterini ortaya koyan çok önemli bir saptama bu.
Prof. Kanpolat aslında uzunca bir süredir liberaller, muhafazakârlar, dinciler ve post-modernistlerin, aydınlanma ve modernite geleneğine, dolayısıyla bilimsel ve eleştirel akla karşı yürüttükleri saldırının yarattığı yıkımı ve ortaya koyduğu sonucu tanımlıyor.
Çünkü adı geçen felsefi akım ve siyasal güçler modernite ve aydınlanma geleneğine saldırırken, epistemolojik olarak aklın ve bilimin belirleyici konumunu reddederek işe başlıyorlar. Aydınlanma geleneğinin tersine, insan aklının sınırlılığına işaret ederek, aklın ve bilimin evreni, doğayı, toplumları ve tarihi tam olarak açıklamaya yetmediğini ileri sürüyorlar. Böylece dinsel doğmalar ve teolojik literatürü bilimle aynı düzeye yükseltmeye çalışıyorlar. Prof. Kanpolat’ın işaret ettiği durum budur.
Post-modernizm, bir akım olarak gelişme/yükselme sürecinde sol’la bulaşık bir rota izlediği için bu saldırıda daha da önem kazanıyor. Çünkü post-modernistler, felsefi anlayışlarını bütün mantıksal sonuçlarına doğru taşıyarak modernitenin “toplumsal ilerleme” anlayışını ve tarihselciliği de reddediyorlar. Böylece, serbest piyasa düzenini uygarlığın son aşaması olarak tescil edip, kapitalizmi aşmaya yönelik her girişimi de “totaliter projeler” olarak mahkûm ediyorlar. Dolayısıyla, insanlığın geçmişiyle bugünü ve geleceği arasındaki bağı da koparıyorlar. Başka bir anlatımla, kapitalizme karşı mücadelenin felsefi temellerini yıkmaya çalışıyorlar. Önemi buradadır.
Post-modernistler, muhafazakârlar, yeni muhafazakârlar, liberaller ve dinciler, daha önceki bir makalemde de belirttiğim gibi, insanlığa karşı gerici bir “tarihsel blok” oluştururlar. İnsan aklına ve bilimsel bilgiye karşı yoğun bir saldırı, bir tür “ortaçağa dönüş” ideolojisini inşa ederler. İnsan aklını yeniden kuşatmaya ve teslim almaya çalışırlar. Eleştirel ve bilimsel akıl yerine” teknolojik aklı” geçirmeyi hedeflerler. Teknolojinin bilim ve felsefe ile bağını koparırlar.
İnsanlığın içine itildiği yeni dönem, deyim uygunsa teknolojik bir Ortaçağdır.
İşte günümüzde bu olguyu tartışmak ve yapılmak istenen şeyi, yani felsefi planda kapitalizmi tahkim etme girişimini açığa çıkarmak gereklidir. Kapitalizme karşı entelektüel direnişin kaynaklarına yönelen bu saldırıya karşı mücadele etmek, solun en önemli görevlerinden biridir diye düşünüyorum.
Çünkü insanlar “teknoloji” denildiğinde olumlu bir algıya sahipler. Toplumlar, gündelik hayatlarına aktarılan ve sonuçlarından yararlandıkları teknolojik gelişmeleri bilimsel bir ilerleme gibi görmektedirler. Oysa bilimsel bilgi ve eleştirel akıl dışlandığı taktirde ileri teknoloji pekâlâ Ortaçağ ideolojisi ile uyumlu olabilir.
Örneğin günümüzde uzay teknolojisi ile ilgilenen veya üst düzeyde bir bilgisayar yazılımcısı olan ya da çok başarılı bir hekimlik kariyerine sahip bir kişi, aynı zamanda dinci, batıl inanışlara sahip, felsefi olarak cahil biri olabilir. Böyle kişilerin toplumdaki sayısının artışını çıplak gözle görmek mümkün. Her meslekten siyasal İslamcının bulunduğu Türkiye’de bu durumu saptamak çok daha kolaydır.
Bugün Batı’da ‘Harry Potter’ gibi fantastik kitapların, ‘Yıldızlar Savaşı’ gibi geleceğin evreninde geçen maceraların anlatıldığı “bilim-kurgu” filmlerin bu kadar çok okunması ve izlenmesinin ardında yatan gerçek de budur. Bu roman ya da filmlerde ileri teknolojinin kullanıldığı (Yıldızlar Savaşı) geleceğin dünyasında, efendiler ve kölelerden oluşan bir toplumsal düzen hâkimdir. Bir yandan yıldızlar arasında adeta dolmuşa biner gibi seyahat edilirken bir yandan da arenalarda gladyatörler dövüştürülmektedir. Kahramanlar şövalyelerden (Jeday şövalyeleri) oluşmaktadır vs.
Dikkat çekmeye çalıştığım “teknolojik aklın” teolojik dokusunu/özünü vurgulamak için belki yeni bir kavram geliştirmeye de ihtiyaç var. İmla kurallarını biraz zorlayarak “te(o)knolojik akıl” kavramını ortaya atabiliriz. Ya da hiç böyle zorlamalara başvurmadan doğrudan “teknolojik akıl” kavramını kullanmaya devam edebiliriz.
İnsanlığın ilerici birikimini içererek ilerlemek, aydınlanmanın ve modernitenin kazanımlarına sahip çıkmak/korumak, bilim ve teknoloji arasındaki ilişkinin koparılmasına güçlü bir itiraz ile yakından ilgilidir. Bu itiraz, “firmalar çağı” na, kapitalizme bir itirazdır.
İşte henüz hakkında çok az şey bildiğim Prof. Yücel Kanpolat’ın, “Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği” sempozyumunda yaptığı konuşmanın önemi buradadır.