Meclis’te bir gece yarısı operasyonuyla askere “sivil yargı” yolunu açan yeni yasal düzenleme liberal çevrelerde büyük bir sevinçle karşılanmış görünüyor. Söz konusu “liberal çevreler” in önemli bir bölümünü de sol liberaller oluşturuyor.
Topluma, sisteme, iktisadi düzene ve tarihe sınıf mücadeleleri ya da emek-sermaye çelişkisi üzerinden bakmayan, bunun yerine merkez-çevre çatışmasını veya devlet-sivil toplum çelişmesini koyan burjuva liberal sosyolojinin ağır etkisi altındaki bu çevreler, olan biteni bir demokratikleşme süreci diye sunmaya çalışıyorlar.
‘İşte bakın’ diyorlar, Türkiye’de de askerlerin de burnu sürtülüyor, bir daha darbe yapamaz hale getiriliyorlar. Subay sınıfı neredeyse şamar oğlanına çevrildi ve madara edildi. Daha ne olsun? Sivil otorite güçleniyor ve hem siyasette hem de toplumsal yaşamda tek belirleyici güç haline geliyor. Asker asli işine, sınırların güvenliğini sağlama görevine iade ediliyor. Bunun neresi kötü? Bu gelişme bir demokratikleşme değil mi? Daha ne istiyoruz ki? Bu sürece direnmeye çalışmak darbecileri desteklemek olmaz mı?
Yukarıdaki tezler ilk bakışta kolay karşı çıkılacak gibi değil! Çünkü liberallerin bir elinde demokrasi cetveli diğer ellerinde de bir demokrasi odunu var. Önce ölçüyorlar uymazsa ellerindeki odunla onun bunun kafasına vurup insanları hizaya sokuyorlar. Entelektüel alanda bir linç hareketi gelişiyor. Acıma duyguları da yok. İdeolojik bir hegemonya kurmuş durumdalar. Öyle ki, birbirinden farklı eğilimlere, siyasal kaygılara, ideolojik itirazlara, hatta karşıt siyasi ve felsefi konumlara sahip birçok kişiyi ve çevreyi aynı çuvala koyup toptancı bir anlayışla mahkûm ediyorlar. Bir tür “vurun kahpeye” kültürü geliştiriliyor.
Peki, durum gerçekten böyle mi? Yani liberallerin söyledikleri, düşük bir olasılıkla da olsa, doğru olabilir mi? Türkiye –burjuva anlamda diyelim- sahiden demokratikleşiyor olmasın?
Hiç sanmıyorum.
AKP iktidarı, son 15 yıldır yeni bir fetret dönemi yaşayan Türkiye’de devleti bütünüyle ele geçiriyor. Sistemin merkezindeki iktidar dağılmasını ortadan kaldırıyor, yeni bir merkezileşmeyi inşa ediyor ve rejimi dönüştürüyor. AKP ve Fethullah Gülen Cemaati arasındaki stratejik ittifak üzerinden geliştirilen bu hamle, bir tür fırsatı kaçırma telaşıyla sonuçlandırılmak isteniyor.
Gel gelelim kamuoyuna “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” diye yansıyan ve resmi başlığının “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” olduğu belirtilen “belge”nin sahte olduğu kesinleşmiş durumda. Elde, herhangi bir bilgisayar ortamında üretilerek kopyalanmış bir fotokopi var ve bütün beklentilere karşın asıl belge ortaya çıkarılabilmiş değil. Durum böyle olmasına karşın, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “Ne yapacağımızı göreceksiniz” şeklindeki açıklaması da havada asılı durmaya devam ediyor. Pek bir şey yapacak gibi görünmüyorlar.
Fethullahçı yapılanma tarafından üretildiği tahmin edilen (kesin de diyebiliriz) bu “psikolojik harp” dokümanı ile TSK’nin etkisizleştirilmesi ve Cemaatin meşrulaştırılarak bu örgüte karşı muhalefet etmenin “suç” haline getirilmesi hedefleniyordu. Bu hedef yakalanmış görünüyor.
Çünkü bu konunun tartışılması henüz sonuçlanmadan, dahası konunun gündeme getirileceğinin ilan edildiği MGK toplantısının yapıldığı gün, belgenin altında imzasının olduğu belirtilen Albay Dursun Çiçek’in Ergenekon savcıları tarafından sorgulandıktan sonra tutuklanması, hükümetin ve cemaatin hedefleri belli bir plan doğrultusunda ısrarla ilerledikleri anlamına geliyor. Albay Çiçek’in 18 saat sonra tahliye edilmesi bu gerçeği değiştirmiyor.
Tam burada bir boşluğun, daha doğrusu bir kapalı alanın bulunduğunu da düşünebiliriz. Cemaat bu operasyonu AKP’ye rağmen gerçekleştirmiş ve hükümeti bir oldubitti ile karşı karşıya bırakmış olabilirdi. Bu durumda AKP çatışmanın şiddetine ve yeni güç dengelerinin durumuna göre her an Cemaati yalnız bırakabilirdi. Ancak, AKP’nin bu belgeyi esas alarak suç duyurusunda bulunması ve bu gelişmenin yarattığı gerilimin en yüksek aşamasında bir gece yarısı operasyonu ile TCK’ye (Türk Ceza Kanunu) eklenen bir madde ile “Askerlere sivil yargı” yolunu açması, bu olasılığın çok zayıf olduğunu gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, bir oldubitti durumu bulunsa bile, bu gelişme mevcut ittifakı henüz bozmuş değil. En azından şu an için durum böyle.
Darbe teşebbüslerinin sivil mahkemelerde soruşturulması ve faillerinin de sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin düzenleme üzerinden yürütülen propagandanın tam bir palavra olduğu da kısa sürede ortaya çıktı. Çünkü TCK’de bu suçun sivil mahkemelerde görüleceğine dair zaten bir dizi düzenlemenin bulunduğu anlaşıldı.
O halde neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu? Bu soru önemlidir. Çünkü bu soruya verilecek yanıt, AKP iktidarının ve Cemaatin zaten bilinen amacının bir kez daha açığa çıkarılmasını sağlayacaktır.
Öyle anlaşılıyor ki, yukarıda da işaret ettiğim gibi, AKP hükümeti Atlantik ötesinden de destek alınarak hazırlanan kapsamlı bir proje doğrultusunda ve kendi üslubuyla (bir dizi örtülü operasyon ve komplo yoluyla) devleti ve rejimi yeniden yapılandırarak “fetret” durumuna son vermeye çalışmaktadır. Fetret’e son vermek ancak diğer iktidar odaklarını tasfiye etmekle mümkündür. AKP hükümeti bunu yapıyor. İktidar, zaten bütün iddialarını geri çekmiş, sürekli uzlaşma arayan, iktidara ve ABD’ye teslim olmuş TSK’nin sistem içindeki yerini yeniden tanımlıyor. Rejimin daha İslami temellerde yeniden inşasını gerçekleştiriyor.
AKP ve müttefikleri bütün iktidarı kendi ellerinde toplamaktadır. Bunun aktüel adı “kurumlar arası uyum ve diyalog” olarak konulmuştur. Sıra artık yüksek yargıdadır. Kuşkusuz çatışma devam etmektedir ama Cumhuriyet’in bütün kazanımlarının tasfiye edildiği (bu kanımlar ne kadarsa) yeni bir dönem açılmış ve sonuca büyük ölçüde yaklaşılmıştır. Önümüzdeki dönemde yüksek yargı ve eğitim alanının yeniden düzenleneceği bir dizi politik hamle beklenmelidir.
Zaten sistemin temel nitelikleri, kapitalizmin işleyiş yasaları, neo-liberal ekonomik politikalar, ABD ve Batı’yla ilişkilerin niteliği konularında mevcut iktidar ile esaslı hiçbir sorunu olmayan TSK komuta kademesinin tam olarak pasifize edildiği açıkça görülmektedir. AKP’nin korkusu, ordudaki hiyerarşiyi parçalayacak “27 Mayıs tipi” bir müdahaledir. İşte, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” gibi komplolar ya da “askere sivil yargı” gibi düzenlemeler esas olarak bu tehlikeyi ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. TSK komuta kademesi yalnız kalmış ve teslim olmuştur. Bu yalnızlaşma ve teslimiyeti en iyi ifade edenlerden biri de İlker Başbuğ’dur. Başbuğ, Hürriyet gazetesi Genel yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e, “Türk burjuvazisi kendi devrimine sahip çıkmıyor” derken hem bu yalnızlığı hem de çaresizliğini ifade etmektedir. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi taşlar gerçekten yerinden oynamaktadır.
Başta söylediğimize geri dönersek, “askere sivil yargı” yasası ve söyleminden bir “demokratikleşme” çıkarmaya çalışan liberaller, çok iyi niyetli bir yorumla, hayal görmektedirler. Kendi değerlerine, geleneklerine, yaşam ilkelerine, tarihine, topluma ve ülkeye ihanet edenlere gelince söylenecek pek fazla bir şey yok. Bu ayrı hesaptır ve bir gün mutlaka görülecektir.
Gerçekte yeni bir vesayet rejimi kurulmaktadır. İktidarın merkezileştiği, düşük yoğunluklu bir İslami düzen, faşizan bir yeni hakikat rejimidir bu… Böyle bir rejimin AB ilkeleriyle çelişeceğini ve buna izin verilmeyeceğini bekleyenler ise hayal bile görmemektedir.
Peki, geri dönüş eşiği aşılmış mıdır? Yukarıda da belirttim, çatışma devam etmektedir. Kolay sonuç almak mümkün değildir. Bu nedenle daha sert bir kırılma da beklenebilir. Ergenekon davası bu kırılmanın dışavurumlarından sadece biridir.
Ancak önemli olan şudur Türkiye solunun bu siyasal çatışmayı doğru okuyup, olan bitenin tarihsel anlamını sağlıklı şekilde kavraması hayati önem taşımaktadır. Eğer bunu yapamazsa, objektif olarak mevcut iktidarın, yükselen ve yeni bir bileşime ulaşan sermeye güçlerinin ve emperyalizmin yedeğine düşmesi neredeyse kaçınılmazdır. Tersinden, bu çatışmada pozisyon kaybeden güçlerden bir “ilericilik” hatta “devrimcilik” çıkarması mümkündür.
Eğer sol yaşananların tarihsel anlamını doğru analiz edebilirse, yeniden büyük bir toplumsal ve siyasal güç haline gelmesinin mümkün olduğunu, bunun imkânlarının hiç olmadığı kadar açıldığını görecektir. Bunun için öncelikle yapılması gereken şey, entelektüel ve ideolojik inisiyatifi yeniden ele geçirmektir. Bunun bütün şartları mevcuttur. Taşları yeniden biz dizebilir ya da dizilmesine müdahale edebiliriz.