AKP iktidarı rejimi dönüştürme stratejisinde çok önemli iki taktik adımı atmaya hazırlanıyor. Üstelik stratejik derinliği olan taktik adımlar bunlar. Bilindiği gibi bu adımlardan birini “Alevi açılımı” diğerini de “Kürt açılımı” oluşturuyor.
Devrimci kuşku, uyanıklık ve eleştirel aklı askıya alan kimi sol çevre ve aydınların da desteğini alan “Kürt açılımı”nın üzerinde ayrıca durulması gerekiyor. (Daha önce yazdığım “Kürt sorununun çözümünde tarihsel fırsat ne anlama geliyor?” başlıklı makalemde bu konu üzerinde ayrıntılı şekilde durmuştum.) Ben burada hem “Alevi açılımı” denilen girişime hem de “Kürt açılımı” diye kodlanan politik hamleye biraz farklı bir açıdan bakmayı deneyeceğim. Eğer serinkanlı, dürüst ve ön yargılardan arınmış bir tartışma yapılabilirse, tartışmak istediğim bir bakış açısı olacak bu…
AKP iktidarı ve onunla ittifak içindeki Fethullah Gülen örgütlenmesi, devleti ele geçirme ve rejimi dönüştürme hamlesinde büyük bir mesafeyi kat etmiş görünüyor. Bazı liberallerin sandıklarının ve bize her gün vaaz ettiklerinin aksine, AKP’nin bırakın iktidar olmayı, devleti ele geçirme projesini neredeyse tamamlamış durumda. Siyasal şiddet de kullanarak cumhuriyetçi-laik muhalefeti büyük ölçüde tasfiye eden (yenilgiye uğratan) AKP-Cemaat koalisyonu, gelinen aşamada artık toplumu ele geçirmek, daha doğrusu kontrollü bir çözülmeyi ve etkisizleştirmeyi gerçekleştirmek istiyor.
Her an paniğe kapılma haline de dönüşebilecek bir geç kalma duygusuyla hızlı hareket ettikleri ve bu acelecilik içinde bir dizi hata da yaptıkları gözleniyor. Ancak, 7 yıllık AKP iktidarının icraatlarına biraz yukarıdan ve bir bütünlük içinde bakıldığında üzerinde çalışılmış, programlı ve planlı bir projeyi yürüttükleri de açık bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Rejimin İslami gericilik temellerinde dönüştürülmesi, kuşku yok ki modern Türkiye tarihindeki en büyük kırılmayı oluşturacaktır. Bu projenin hayata geçirilmesi cumhuriyetin başlangıç ilkelerinde bir kırılma yaratmadan ve kuruluş paradigmasında bir çözülme gerçekleştirmeden mümkün değildir.
Bu hedefe varılması için yapılması gereken ilk iş, tarihsel ve kültürel olarak bir yanıyla muhalif olan (Kürtler) diğer yanıyla cumhuriyet projesine bağlı olan (Aleviler) iki toplum kesiminin yeni gericiliğe bağlanmasını ya da en azından tarafsızlaştırılarak etkisizleştirilmesini gerektiriyor.
İşte gerek “Alevi açılımı” gerekse eş zamanlı olarak geliştirilen “Kürt açılımı” bir de bu perspektifle ele alınmalıdır.
Önce “Kürt açılımı” ndan başlayalım AKP-Cemaat koalisyonu, Kürt siyasal hareketine karşı son dönemde yürüttüğü polis operasyonlarıyla DTP’yi PKK’dan arındırmaya, iktidar sözcülerinin deyimleriyle ifade edersek eğe, “DTP’yi PKK’dan kurtararak” bu partiyi terbiye etmeye çalıştılar. Böylece DTP ve legal Kürt hareketinin Türkiye’nin ilerici birikimiyle bağlarını koparmaya, soldan uzaklaştırmaya ve böylece Kürt sorununun gerici bir zeminde çözümü için ortam hazırlamayı hedeflediler. Bu girişimin, İslam’ı birleştirici bağ olarak öne çıkaran, Barzanici ve Amerikancı bir çözüm olduğuna kuşku yok. Türk ve Kürt gericiliğini buluşturan bir “açılım” ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek sanırım abartılı bir değerlendirme olmayacaktır. Başbakan Erdoğan’ın kimilerini çok duygulandıran sözlerinde de bunu okumak mümkün. Ne demişti Erdoğan “Çocuğu çatışmalarda ölen Hakkârili bir anne ile Yozgatlı bir anne aynı duayı okuyor.” Evet… Bizi birleştiren zemin aynı duayı okumak oluyor!
Elbette bir yanıyla böyledir ama, aynı duayı okumak hiç bu kadar öne çıkmamış ve bu ülkede Kürt sorununun İslamiyet zemininde gerici bir çözümü için hiç bu kadar etkili bir girişim başlatılmamıştı. Bölge gericiliğine, Ortadoğu’da kurulmaya çalışılan yeni düzene bağlanacak bir çözüm olacaktır bu. Dolayısıyla, sol bir kaynağa ve geleneğe sahip, modernist, aydınlanmacı ve laik Kürt hareketi ve çevreleri tasfiye edilmeden, en azından devre dışı bırakılıp etkisizleştirilmeden bu projenin başarıya ulaşması çok zordur. Nitekim DTP yöneticilerinden milletvekili Emine Ayna’da bu durumu görerek, bir konuşmasında “Asıl muhatapların, PKK ve Öcalan’ın DTP üzerinden tasfiye edilmek istendiğine” işaret etti. (Hürriyet, 13.8.2009)
Durum budur ve böylece, kurulu düzende çözülmeye yol açacak kontrolsüz bir “demokratikleşme” dalgasının da önü kesilmek istenmektedir. Daha da önemlisi, Cumhuriyetin ilerici kazanımlarına (ne kadarsa) sahip çıkma potansiyeline sahip büyük bir toplum kesimi, cumhuriyetin kurucu unsurlarından biri (Kürtler) hem etkisizleştirilecek hem de rejimin gerici dönüşümünün önünde bir engel olmaktan çıkarılacaktır.
“Alevi açılımı” diye kodlanan girişimin amacı da aşağı yukarı aynıdır. Üçüncü Ergenekon iddianamesinde bazı Alevi önderlerine bu örgüt tarafından suikast yapılacağının belirtilmesi, Sivas (Madımak) katliamının akıllara durgunluk verecek bir senaryoyla Ergenekon örgütüne bağlanması büyük ve alçakça tasarlanmış bir tertiptir. Böylece Cumhuriyet’in ilerici birikiminin en önemli boyutunu oluşturan laikliğin kararlı bir savunucusu olan ve ülkenin gericiliğe teslim edilmesinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturan Alevilerin pasifize edilerek cumhuriyet projesinden koparılması amaçlanmaktadır.
Bilindiği gibi, Savcı Zekeriya Öz, ilk iddianamede Ergenekon örgütünün 1999-2000 yılında kurulduğunu belirtiyor. Oysa Sivas katliamı ise 1993’te şeriatçı bir güruh tarafından gerçekleştirilmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon soruşturması üzerinden Türkiye gericiliğinin ve gerçek Kontrgerilla’nın da sicili temizlenmeye çalışılıyor.
Değinmeden geçemeyeceğim Ergenekon savcıları Sivas katliamının DHKP-C ve PKK tarafından yapıldığını, masum dindar kitlelerin ise galeyana geldiğini yazıyor. Hatırlanacağı gibi, Gazi Mahallesi katliamı da yine bir başka sosyalist örgüte, MLKP’ye yüklenmeye çalışıldı bu iddianamelerde. Şimdi çok merak ediyorum, bu iddianamelerde yazılan birçok şeye inanan liberal arkadaşlarımız acaba bu teze de inanıyorlar mı?
Alevi-Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın Emniyet’e çağırılarak kendisine Ergenekoncular tarafından suikast yapılacağının belirtilmesi, önüne bazı krokilerin konularak ve kimi istihbarat bilgilerinden söz edilerek ikna edilmesi bu bakımdan önemlidir. Emniyet’te her türden belgenin imal edildiğini biliyoruz. İnternetten indirilen krokilerin, meraklı bir ilköğretim öğrencisi tarafından bile hazırlanabileceği açık. Ancak, burada acelecilik, acemilik ve insanın zekâsıyla alay etmek anlamına gelen komplo girişimleri önem taşımıyor.
Önemli olan şey, dava açmak, rejimin dönüştürülmesi projesi önünde engel oluşturabilecek kişi ve çevreleri bir şekilde Ergenekon iddianamesine geçirmektir. Davanın sonuçlanması ve sanıkların büyük kesiminin yıllar sonra aklanması önemli değildir. Çünkü bu davanın kendisi, yandaş ve yanaşma medya ile işbirliği içinde bizatihi bir mahkûmiyet durumu olarak sunulmakta ve toplumda böyle bir yargı oluşturulmak istenmektedir.
Burada önemli olan şey ise, Alevilerin Ergenekon üzerinden (pozitif veya negatif bir anlam yüklemeden durum tespiti olarak belirtiyorum) cumhuriyet projesinden koparılması ve böylece kurulmak istenen gerici düzenin (yeni hakikat rejiminin) önündeki en büyük engellerden birinin ortadan kaldırılmasıdır. Ve öyle anlaşılıyor ki, bazı Alevi kesimleri bu oyuna gelmektedir.
Kabul etmek gerekiyor ki, üzerinde iyi çalışılmış, taktik aşamaları iyi belirlenmiş bir stratejiyle karşı karşıyayız. Bu gerici dalganın önünü kesebilecek tek şey, yine bütünlüklü, üzerinde iyi çalışılmış insanlığın bütün ilerici birikimini içeren bir devrimci projedir. AKP’nin düzen içi ve salt cumhuriyetçi eleştirisinin artık tükendiği, cumhuriyetçi-laik muhalefetin yenilgiye uğradığı bu tarihsel dönemeçte tek çıkış solu büyütmek ve alternatif bir siyasal ve toplumsal güç haline getirmektir.