Son aylarda Türkiye’nin dış siyasetindeki ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığı gözleniyor. Türkiye’nin Suriye ve Ermenistan ile ilişkilerindeki hızlı ilerleme bu bakımdan dikkat çekicidir.
Suriye ve Türkiye arasındaki karşılıklı vize uygulamasının kaldırılması, sınır geçişlerinde pasaport şartının gevşetilmesi, askeri alanda işbirliği yapılması amacıyla yürütülen bir dizi örtülü görüşme ve ticaret hacminin büyütülmesi yönünde atılan kimi adımlar neredeyse son 6 aya sığan gelişmeler.
Tam bu sırada Konya’da düzenlenen ve “Anadolu Kartalı” ismi verilen Türkiye, ABD ve İsrail’in ortaklaşa gerçekleştirdiği askeri tatbikatın süresiz olarak ertelenmesi, mim konulması gereken bir başka gelişme. Bu tatbikatın ertelenme nedeni olarak Türkiye’nin tarafından İsrail’in katılmasının istenmediği gösterildi.
Bu tatbikatlar İsrail için önemliydi. Çünkü İsrail pilotlarının eğitimi için Konya ovası genişliğinde bir tatbikat alanı kendi topraklarında bulunmuyor. Bu nedenle karara İsrail hükümeti sert tepki gösterdi.
Diğer yandan Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan ve sınır kapısının açılmasına olanak veren protokol, her iki ülkedeki muhalefete karşın ABD ve AB’nin verdiği destekle ilerleyecek gibi görünüyor.
Bölgedeki bütün bu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, Irak ve Afganistan’daki savaşı yürütme yeteneğini yitirmeye başlayan ABD’nin Ortadoğu ve Kafkaslarda savaş sonrası yeni düzeni inşa etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Bölgede kurulmaya çalışılan yeni düzenin inşasında Türkiye’nin önemli bir rol oynayacağı açık.
Irak işgali nedeniyle Arap dünyasında büyük bir tepki ile karşı karşıya olan ABD’nin bölgede yeni düzenin kurulması için bir aracıya ihtiyacı vardı. İşgal sonrası Irak’ta Amerikan kontrolünü ve çıkarlarını garanti altına alacak bir planın hızla devreye sokulması gerekiyordu. Bunun için Türkiye’nin seçildiği, yeni küresel düzen içinde Ankara’ya yeni bir rol verildiği bilinen bir gerçekti. Kuşkusuz bu stratejik planlama daha önce yapılmasına karşın Obama’nın başkan seçilmesinden sonra ABD’nin yeni dış politikası durumu daha acil hale getirmişti.
Bunun için iki projenin gerçekleştirilmesi gerekiyordu.
Birincisi Türkiye’nin İslam ülkeleriyle aynı kültürel iklim içine çekilmesi, bunun için rejimin laik niteliğinin revize edilmesi kaçınılmazdı. Bunun adı ılımlı İslam rejimiydi. Türkiye’nin bölgedeki İslam ülkeleri için bir model oluşturması isteniyordu. Bu yaklaşıma göre, laik rejim Türkiye’yi bölge ülkelerini etkileyemeyecek kadar onlardan uzaklaştırmıştı. Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarısı Batı yanlısı, Hıristiyan kültürüyle uyumlu ve çok partili bir İslami rejime sahip bir model ülkenin oluşturulmasına bağlıydı. Böyle bir rejimin kurulması için AKP, bir dizi başka dinamiğin yanı sıra üzerinde çalışılmış bir proje olarak örgütlendirildi ve iktidara taşındı.
İkincisi Ankara’nın görece Doğu’suna kapalı Batı’ya yönelimli ve bir ölçüde içine kapalı dış politika anlayışını değiştirmesi gerekiyordu. Bunun için Türkiye’nin bir imparatorluk varisi olduğu hatırlandı. Birinci Körfez Savaşı’ndan beri bu proje gündemdeydi. Turgut Özal bu projenin yaşama geçirilmesi için ilk adımları atmıştı. Yeni Osmanlıcılık bu yeni dış politika anlayışının taşıyıcı kavramını oluşturdu. Bu kavram, hem Türkiye’nin bölge ülkeleriyle tarihsel bağlarına işaret ediyor hem de ılımlı İslam rejimi için elverişli bir manevra olanağı sunuyordu.
Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Peres’e karşı yaptığı ve daha çok “artistlik” kokan “one minute/bir dakika” çıkışı da, Türkiye’nin Ortadoğu’da üslenmeye çalıştığı yeni rol için bir olarak yaratmış görünüyordu.
Tam burada akla bir soru geliyor Ezilen, hırpalanan, sürekli yenilen ve her yenilgiden sonra bunun nedenini (sol’un/sosyalizmin bölgede bir alternatif olmaktan çıkmasının da etkisiyle) İslam’dan uzaklaşmakta arayan ortalama/sokaktaki Arapların duygularını okşayan bu one minute artistliğinin gerçek bir karşılığa sahip olabilir mi?
Bu mümkün görünmüyor. Türkiye’nin İsrail’le orta ve uzun vadede stratejik ilişkilerini koparma ve bölgede tümüyle Arap ülkelerine yönelme ihtimali sıfıra yakındır. Ancak İsrail’in ABD’deki güçlü Yahudi lobisinin de desteğiyle Washington’u zor durumda bırakacak, onu geçmişte olduğu gibi bazı oldubittilerle karşı karşıya getirecek hamleler yapmasını da önlemek istemesi akla yakın görünüyor. Bu nedenle ABD’nin, İsrail’i Türkiye üzerinden terbiye etmeye çalıştığı düşünülebilir.
Türkiye, ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarıyla boğuşan ve bölgede yürüttüğü savaşın finansmanını sağlamakta zorlanan ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin yeni dış politika konseptinin merkezinde yer alıyor. Türkiye’nin bu rolü oynayabilmesi için dış politikasının ağırlık merkezini Batı’dan Doğu’ya kaydırması kaçınılmaz görünüyor. Yeni Osmanlıcılık bu yönelimin bir ürünüdür. Ahmet Davutoğlu’nun tam da bu dönemde Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nı doğrudan üstlenmesi anlamlıdır.
Ermenistan-Türkiye ilişkilerindeki yeni gelişmeler de, kimi özgün yanları bulunsa bile bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu konuyu da başka bir yazıda değerlendirmek doğru olacaktır.