ABC Politik

Merdan Yanardağ
30 Ekim 2009
Email :

Türkiye yeniden Genelkurmay Başkanlığı karargâhında hazırlandığı ileri sürülen ve adının “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” olduğu belirtilen belgeyi tartışıyor.

Hatırlanacağı gibi, Taraf gazetesine servis edilen ve 12 Haziran 2009 tarihinde yayımlanan bu belgenin aslı yaklaşık beş aydır ortaya konulamadığı için, metnin altındaki imzanın söz konusu çalışmayı yaptığı iddia edilen K. Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu kanıtlanamamıştı.

Durum böyle olunca, sözkonusu belgenin, AKP hükümeti ve Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat birimlerini kontrol eden Fethullah Gülen Cemaati’nin bir örtülü operasyonu olduğu ileri sürülmüştü. Çünkü, AKP ve F. Gülen Örgütüne karşı bir dizi komplo ve provokasyonu içiren söz konusu belgeye bakıldığında, dili, kurgusu, hareket planı ve “icra” aşamasındaki eylemleri bakımından ahmakça bir çalışma olduğu rahatlıkla söylenebilirdi.

TSK’nin böyle “eylem planlar” yapmadığı ya da yapmayacağı için değil, tam tersine daha önce yürüttüğü “psikolojik harp” operasyonlarının kurgusu ve kapsamı nedeniyle bu belgenin gerçek olma olasılığı çok zayıf bulunmuştu. İzleyenler hatırlayacaktır, bir dizi verinin ışığında değerlendirildiğinde bu satırlarının yazarının kanaati de aynı doğrultudaydı.

Evet, TSK buna benzer “eylem planları” yapabilir. Geçmişte yapmıştır da… Çünkü “psikolojik harp” geçmişte de günümüzde de gerek ülkeler arası savaşlarda, gerekse iç savaş ve iktidar mücadelelerinde yaygın şekilde kullanılan bir yöntemdir. Sadece kullanılan araçlar, teknik donanım vs. değişmektedir. TSK’nin sicilinde, sola ve sosyalist harekete karşı yürütülen onlarca “psikolojik harp” operasyonunun, komplo ve provokasyonun olduğu, bugün herkes tarafından bilinen bir sır durumundadır.

TSK’NİN SİSTEM İÇİNDEKİ GÜCÜ GERİLİYOR

Bütün bir Soğuk Savaş dönemi boyunca sol’a karşı konumlanan, “milli tehdit” algılaması ve değerlendirmesinde komünizmi ilk sıraya yerleştiren, İslamcı ve ülkücü örgütleri/cemaatleri sola karşı (sözüm ona kontrollü bir yaklaşımla) destekleyen ve kullanan TSK bugün büyük bir şaşkınlık içindedir. Çünkü yıllara dayalı bir çalışmayla ve sistematik olarak (Turgut Özal iktidarıyla birlikte) salt bir asayiş gücü olmaktan çıkarılarak, TSK karşısında ve onu dengeleyecek bir silahlı kuvvet olarak yeniden yapılandırılan Emniyet Örgütü, bugün aynı yöntemlerle askerlere karşı bir operasyon yapmaktadır.

TSK’nin sistem içindeki gücü geriletilmektedir. Çünkü TSK’nin sistem içindeki yerini yeniden tanımlamadan planlanan hedefe ulaşmak zor görünmektedir. Bu nedenle TSK’nin gücünü kıracak ve örneğin Ergenekon operasyonunu mevcut komuta kademesine doğru yayacak bir dizi hamlenin yapılması kaçınılmazdı. İşte üzerinde fırtınalar koparılan “belge” bu yöndeki operasyonun en önemli hamlesi gibi durmaktadır.

TSK’nin kurucu kuvveti olduğunu düşündüğü Cumhuriyet, ABD’nin desteklediği bir ılımlı İslam darbesi ile tasfiye edilerek “Yeni Osmanlıcılık” kavramıyla ifade edilen eksende ve belli dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla, geleneksel iktidar bloğunun bileşimi de değiştirilmek ve böylece yükselen ve iktidardan daha çok pay isteyen muhafazakâr-islamcı burjuvazinin sistem içindeki gücü belirleyici bir konuma taşınmak istenmektedir.

Çünkü AKP ve F. Gülen Örgütü, iç ve dış koşulların, yerel ve uluslararası dinamiklerin rejimi dönüştürmek için uygun olduğu varsayımıyla bütün iktidarı talep etmekte, bu doğrultuda şiddet kullanmaktan bile kaçınmamaktadır. Bu nedenle Polis Örgütü alternatif bir “silahlı kuvvet” olarak bu darbe sürecinin en önemli aracı haline getirilmektedir. Bu etapta, “ıslak imzalı” versiyonu (sürümü) ortaya çıkan ünlü “belge” önemli bir rol oynamaktadır.

KARŞI HAMLENİN ÖNÜ MÜ KESİLDİ?

AKP iktidarı ve F. Gülen Örgütü siyasal inisiyatifi şimdilik ele geçirmiş görünüyor. Ancak zayıf bir inisiyatiftir bu ve her an dengelerin değişmesi mümkündür. Ancak, neredeyse bütün tarihi boyunca komünizme ve sola karşı konumlanan, Soğuk Savaş boyunca kendi ilkeleri ve geleneklerine (burjuva devrimine) ihanet ederek yasak bir ilişki sürdürdüğü İslamcı-muhafazakâr örgütlenmelerin kazandığı bu güç karşısında TSK şimdilik çaresiz görünmektedir.

Belgenin fotokopi sürümünün ortaya çıktığı dönemde geri çekilen AKP’nin, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasına dair yasayı oldubittiye getirerek (bir gece yarısı oturumunda başka bir yasanın arkasına ekleyerek) Meclis’ten geçirmesinin ardından yeniden gündeme getirmesi bu bakımdan dikkat çekicidir.

Öte yandan TSK’nin, F. Gülen Örgütü’ne (dolayısıyla AKP’ye) yönelik bir karşı hamle yapmasının da engellenmek istendiğini düşündürecek kimi veriler bulunmaktadır. Bu kapsamda, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, 14 Nisan 2009 tarihinde Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada, böyle bir karşı hamlenin yapılabileceğine ilişkin bazı işaretler verdiği hatırlanmalıdır.

Orgeneral İlker Başbuğ şunları söylemişti:

“Bugün de bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve algısı yanıltıcıdır. İşte bu tip bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. Bunun için de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.”

Durum böyle olunca, TSK’nin içine doğru, orduyu paralize ederek bir anlamda “teslim alacak” yeni ve etkili bir operasyon, bir tür “altın vuruş” yapılmasının planlanmış olduğu anlaşılmaktadır.

Ortaya çıkan “ıslak imzalı” belgenin gerçek olup olmaması da bu durum ve aşamada çok önemli değildir. Eğer gerçekse, Genelkurmay kendi karargâhına hâkim değildir ve çözülmektedir. Yok, eğer gerçek değilse, bu durumda da operasyonu yürüten güçler kararlı şekilde ve her türlü riski göze alarak hedeflerine doğru yürümek isteğindedir.

NEDEN ŞİMDİ?

Söz konusu belgenin neden bu günlerde yeniden gündeme getirildiğine ilişkin işaret edilmesi gereken kimi başka noktalar da vardır. Örneğin, komplolar ve provokasyonlarla iç içe gelişen ve bir örtülü darbe karakteri kazanan bu operasyonun, “Kürt Açılımı” diye kodlanan sürecin kesintiye uğradığı bir dönemde yeniden ve daha güçlü şekilde başlatılması, dikkat çekicidir.

Diğer taraftan, Ergenekon soruşturmasının seyrini de temelden etkileyecek böyle bir “belge” tam da mahkemelerde savunmaların başladığı bir dönemde yeniden gündeme getirilerek, kamuoyu desteğinin tazelenmek istendiği anlaşılmaktadır.

Ve son olarak belirtilmelidir ki ortaya atılan bu “belge” ve ardından yürütülen soruşturma ile Fethullah Gülen Cemaati ve örgütlenmesi tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek bir meşruiyet kazanmıştır. Bu belge soruşturması ve uzantısındaki tartışma ile AKP ve F. Gülen Örgütü’ne karşı şu veya bu şekilde muhalefet ve mücadele etmek adeta “suç” haline getirilmiştir. Söz konusu “belge” olayının en önemli boyutlarından birini de bu durum oluşturmaktadır.