Sanırım birçok arkadaşımızın da başına gelmiştir son günlerde bazı sohbetlerde, arkadaş muhabbetlerinde, söyleşilerde, panellerde ya da benzeri etkinliklerde sık sık bir soru soruluyor. Konuşmacılara deniyor ki, “Türkiye’nin nereye gittiğini, dünyada neler olup bittiğini iyi anlatıyorsunuz. Tamam bunlar güzel de, peki ne yapacağız?”
Ayrıca bu soruyu soranlar örtük olarak, “Geç bunları kardeşim, neler olup bittiğini biz de biliyoruz, sen asıl ne yapılacağını söyle” de demek istiyorlar.
Kuşkusuz önemli, önemli olduğu kadar da zor bir soru bu. Önemli çünkü, bu sorunun böylesine sık sorulması, en azından soru sahiplerinin harekete geçme iradesine ve somut bir eylem programına ihtiyaç duyduklarına işaret ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, müzik grubu Moğolların bu soruya verdiği yanıt artık kimseyi kesmiyor “Bir şey yapmalı!” Evet yapmalı da neyi, nasıl ve kimlerle?
Gelgelelim kimse bu soruya kestirme bir yanıt verecek durumda değil. Çünkü kimsenin elinde böyle bir yanıt ya da hazır bir reçete yok. Olamaz da.
Ancak, soldan ve devrimci bir pozisyondan hareketle yüzünü topluma ve tarihe doğru dönerek konuşanlar, yazanlar ve örgütlü bir politik mücadeleyi yürütenler için bu sorudan kaçmak mümkün değil. Kaçmak mümkün olmadığı gibi, genellikle, “örgütlenmek, mücadele etmek, sokağa çıkmak, emekçilere ulaşmak vb” gibi doğru, ama o ölçüde de genel ve alışılmış yanıtlar vermek de kimseyi tatmin etmiyor.
Benim de bu soruya verilecek kestirme bir yanıtım ya da hazır bir reçetem yok. Kimse şapkadan tavşan çıkarılmasını, sihirli çözümler üretilmesini de beklememeli. Ben bu yazıda daha çok söz konusu sorunun hem niçin bu kadar sık gündeme geldiğini hem de neden somut olarak yanıtlanamayacağını irdelemeye çalışacağım. Belki bu dolayımla, verilebilecek bazı yanıtların da kimi öncüllerini ortaya çıkarmak mümkün olur.
Maddeler halinde sıralarsak şunları söyleyebiliriz:
Birincisi: Sol’un ve entellektüel ortamın millyetçilik ve liberalizmle lekelendiği bu tarihsel dönemeçte sözkonusu soruya sol adına ortak bir yanıt vermek mümkün değil. Denilecektir ki, sol içindeki bölünmeler düşünüldüğünde geçmişte de durum çok farklı değildi. Doğru gibi görünen bu değerlendirme yanıltıcıdır. Çünkü sol, tarhinin hiçbir döneminde böyle derin bir felsefi bölünme ve ortak zeminleri yok eden bu ölçüde sert bir poltik saflaşma yaşamamıştı. O nedenle, öncelikle sol’da bir zihin temizliğini gerçekleştirmeden, liberalizmin ve millyetçiliğin bozucu etkisini kırmadan “Ne yapmalı?” sorusuna sokağa doğru inen somut bir yanıt vermek çok zordur.
İkincisi: Bugün ülkede ideolojik, siyasal ve “entellektüel” inisiyatif genel olarak liberal ve muhafazakar kesimlerin elindedir. Aydınlar ve toplum bir akıl tutulması yaşamaktadır. İnsanların zihinleri adeta kuşatılmış durumdadır. Bütün bir tarih yeniden yazılmaya çalışılmakta, insanlığın ilerici birikimi yok edilmek istenmektedir. Tarihe ve bugüne ait ne kadar devrimci eylem, oluş, ürün, durum, fikir varsa ona saldırılmaktadır. Bu nedenle, sol içi tartışmalara gömülmeden (ve fakat liberal ve milliyetçi etkilere karşı mücadeleyi ihmal etmeden) esas olarak sistem güçlerine, iktidar sahiplerine, ideolojik ve siyasal inisiyatifi elinde tutanlara karşı, deyim uygunsa ideolojik bir öncü savaşı yürütülmelidir. Bu alanda düzen güçleri, eğemen sınıflar geriletilmeden söylenecek sözün kitlelerde, emekçi sınıflar üzerinde ve aydınlar arasında etkili olması mümkün değildir.
Üçüncüsü: Güç olmak gereklidir. Örgütlenmeyi ve muhalefeti her alanda büyütmeden, kitlelere güven vermeden, yeni mücadele araçları yaratmadan, hegemonya alanları oluşturmadan “Ne yapmalı?” sorusuna somut bir yanıt verilse bile bunun gerçek bir karşılığı olmayacaktır. Hem akademi hem de sokak/kahve kazanılmalıdır.
Dördüncüsü: Bugün ülkeyi ve toplumu gerçek sorunlar ve tartışmalar ekseninde (deyim uygunsa) yeniden “bölmek” gereklidir. Ülkenin ve dünyanın gündeminde bulunan bütün sahici sorun ve sorular karşısında ortalamacı, medyaya ve genel kabullere oynayan yanıtlar vermek ve pozisyonlar almak solu etkisizleştirmeye devam edecektir. Tam tersine somut, solun farkını ortaya koyan, anlaşılır ve radikal bir program, bir geçiş ve eylem programı çıkarılmalıdır. Örneğin, ikircimsiz şekilde özelleştirme karşısında kamulaştırma, AB üyeliği yerine bağımsızlık, borsanın tasfiye edilmesi, dinselleştirme karşısında Diyanet’in ve imam hatip liselerinin kapatılması, dini cemaatlerin dağıtlması, eşitlik ve özgürlük ilkeleri temelinde Kürt sorununun çözümü gibi…
Beşincisi: Belirtmeye gerek var mı bilmiyorum yukarıda belirtilenler basit bir öncelik sıralaması değildir. Sınıf mücadelesinden, eylemden ve örgütlenmeden kopuk bir akademik mücadele, salt ideolojik alanda yürütülecek bir faaliyetin önerilmesi hiç değildir. İç içe geçen bir süreçten söz edilmektedir.
Sonuç olarak “Ne yapmalı?” sorusunun bu kadar sık sorulması ve buna tatmin edici somut bir yanıtın verilememesi, hem bir olgunlaşmaya hem de bir çürümeye işaret etmektedir. Bu sorunun sık sorulması bir arayışa, kurulu düzenden bir kopuşa işaret ettiği oranda, toplumda verili düzenin aşılması yolunda bir olgunlaşma sürecine girildiğinden söz edebiliriz. Ancak, bu sorunun geniş kitlelerde bir karşılığının bulunmaması ise bir çürüme ve çözülme durumunu göstermektedir. Ergin Yıldızoğlu’nun sıkça belirttiği gibi diyalektik işte..