İsmailağa tarikatını ve Fethullah Gülen cemaatini soruşturan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in hukuk ve yürürlükteki yasa hükümlerinin açıkça ve büyük bir kabalıkla çiğnenerek tutuklanması, Türkiye’nin içinden geçtiği tarihsel dönemecin niteliğini net şekilde ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyor.
Liberallerin de desteğini alan AKP-Cemaat koalisyonu, Cumhuriyet’in ilerici birikimini (bu her ne kadarsa) tasfiye etmek, islamcı gericiliği bir suç olmaktan çıkarmak, aklın ve bilimin yol göstericiliğinin yerine teolojik literatürü geçirmek, zaten çok sınırlanmış olan laikliği yeni bir tanımlamayla ortadan kaldırarak seküler yaşam alanlarını daraltmak ve nihayet ılımlı bir İslam rejimini inşa etmek için çok kritik bir hamle daha yapmış görünüyor.
ABD emperyalizmi ve AB’nin açık desteğini alan AKP-Cemaat koalisyonu, geri dönüş eşiğini aşmak ve yeni bir kuruluş ideolojisini yerleştirmek için “sivil” darbe sürecini ısrarla yürütüyor. Sağ ve sol liberaller bu İslamofaşist darbe sürecini bize “demokratikleşme” diye yutturmaya kalkışıyor.
YARGI ERKİ DE ELE GEÇİRİLİYOR
Yargı erkini yeniden formatlamaya çalışan AKP iktidarı, devleti “tam olarak” ele geçirme sürecinde önünde engel olarak gördüğü kurumları tasfiye etmek (olmazsa etkisizleştirmek) için siyasal şiddet kullanmaktan (polis terörü, soruşturma, gözaltına alma, tutuklama vb.) kaçınmıyor.
Yüksek Yargı kurumlarını ele geçirerek, yargının tamamını yeni rejimin ilkeleri temelinde yapılandırmak isteyen AKP iktidarı, üstelik bu niyetini de gizlemiyor. Örneğin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Savcı Cihaner’in tutuklanmasından hemen sonra (18 Şubat 2010) düzenlediği basın toplantısındaki sözleri, hükümetin bu niyetini hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde açıkça ortaya koyuyor. Arınç, “Millet adına yetki kullanan kurumlar (burada yargı) hukuka ve milli iradaye uygun davranmalıdır” diyor. Arınç’ın “milli irade” kavramıyla kastettiği şeyin AKP’ye verilen oylar ve mevcut iktidarın temsil ettiği anlayış ve/veya ideoloji olduğu, sanırım tartışma gerektirmiyor.
İktidar bu süreci, çok uzun süredir üzerinde çalıştığı ve yargı bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırarak Yargı erkini bütünüyle hükümetin denetimine sokacak “Yargı Reformu Yasa Tasarısı” nı Meclis’ten geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışıyor. Nitekim, 18 Şubat 2010 tarihli Zaman gazetesinin manşeti bu hazırlığı açıkça ortaya koyuyor “Hukuka darbe kabul edilemez, yargı reformu kaçınılmaz oldu!” Bülent Arınç da yukarıda sözünü ettiğim basın toplantısında aynı görüşleri tekrarlıyor.
TUTUKLANMADA DARBE HUKUKU VE YENİ DGM’LER
Birinci sınıf yargıçlar ile başsavcıların ancak Yargıtay tarafından soruşturulup yargılanacağına dair açık hükümler bulunmasında karşın, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başsavcının daha kıdemsiz ve dolayısıyla yetkisiz, ve fakat özel olarak yetkilendirilmiş bir savcının (Osman Şanal) emriyle gözaltına alınması ve başka bir adliyenin basılması açık bir hükümet terörüne işaret ediyor.
AKP iktidarı, özel yetkilendirilmiş savcılıklar ve mahkemeler yoluyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne (DGM) benzer özel ve faşizan bir yargılama ve soruşturma sistemi kuruyor. Gizli tanıklık uygulaması ile de itirafçılığı yasal bir zemine oturtarak kurumsallaştırıyor.
Savcı Cihaner’in tutuklanmasında yaşanan hukuk dışı gelişmeler üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) duruma müdahale ederek, Özel Yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal ile birlikte dört savcının yetkilerini kaldırması, yüksek yargı organlarının iktidara karşı direnmeye çalıştığını göstermesi bakımından önem taşıyor. HSYK’nın bu kararının Yargıtay ve Danıştay tarafından desteklenmesini ise hükümet ile yüksek yargı arasında var olan gerilimin açık bir çatışma ortamına doğru ilerlediğinin işareti olarak saymak gerekiyor.
‘YARGI REFORMU’NA ORTAM HAZIRLANIYOR
Bağımsızlığı zaten sınırlı olan HSYK, hazırlıkları yürütülen “Yargı Reformu Yasası” ile RTÜK benzeri bir yapılanmaya dönüştürülerek tamamen yürütmeye bağımlı hale getirilmek isteniyor. Bilindiği gibi RTÜK’ün üst kurul üyeleri partilerin milletvekili sayılarına/oranlarına göre belirlenen kontenjanlar üzerinden Meclis tarafından seçiliyor. Buna göre mevcut RTÜK Üst Kurulu’nun 9 üyesinden 6’sı AKP’li 3’ü de CHP’li.
Aynı şekilde Yargıtay ve Danıştay üyelerinin bir bölümünün de Meclis tarafından (dolayısıyla çoğunluk partisi tarafından) seçilmesi, kalan bölümünün de Cumhurbaşkanı tarafından atanması hedeflenerek bağımsızlıkları tamamen ortadan kaldırılmak isteniyor.
Durum böyle olmasına karşın, başta Adalet bakanı Sadullah Ergin, Cemaat sözcüleri ve yandaş gazete yazarları HSYK kararını “yargıya darbe” diye sunmaya çalışıyor. Savcı Cihaner’in tutuklanması ve cezaevine konulması yargıya darbe olmuyor, ama tanımlı görev sınırlarını aşan bir savcının yetkilerinin tamamen yasal prosedüre uygun olarak kaldırılması ise “yargıya darbe” sayılıyor.
Tekrar etmekte yarar var bu darbe sürecinde, Polis Teşkilatı -ki artık silahlı bir politik parti gibi hareket ediyor- ve AKP’li Adalet Bakanlığı’nın denetimine giren yargının bir kanadı (özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler aracılığıyla) etkin şekilde kullanılıyor.
YARGIYA DARBE SÜRECİNİN ‘POLİ-TEKNİK’ ANALİZİ
Şimdi tabloyu daha net şekilde görebilmek için, Savcı Cihaner’in tutuklanmasına giden süreci, kamuoyu tarafından bilinmesine karşın, sistematik şekilde bir kez daha özetlemekte yarar var
1- Erzincan’daki görevine 2007 yılının Temmuz ayında atanan Savcı Cihaner, görevdeki ilk senesinde İsmailağa cemaati hakkında soruşturma başlatıyor. Erzincan Valiliği’nde rutin olarak düzenlenen aylık asayiş toplantılarından birinde Emniyet Müdürü, ilde dini cemaatlerin taban genişletme faaliyeti yürüttüğünü belirtince, Başsavcı Cihaner de polislere bu grup hakkında ayrıntılı bir inceleme yapılmaları yönünde talimat veriyor. Ancak Polis’in bu görevi etkin şekilde yerine getirmediğini gören ve bilgi sızdığını tespit eden Cihaner, polisin yanı sıra Jandarma Alay Komutanlığı’na adli soruşturma, MİT Erzincan Bölge Başkanlığı’na da konu hakkında araştırma emri veriyor. Çünkü cumhuriyet savcıları adli bakımdan polis, jandarma ve MİT’in amiri durumunda.
2-Jandarma ve MİT’ten gelen araştırma raporlarında İsmailağa Cemaatine bağlı Medine Vakfı’nın Erzincan ve ilçelerinde çocuklara yasa dışı yatılı din eğitimi verildiğinin tespit edilmesi üzerine (oysa polis daha önce böyle bir bulguya rastlamadığını bildirmiş) Savcı Cihaner cemaat mensuplarına yönelik bir dizi operasyon yapılması için emir veriyor. Cihaner’in başlattığı soruşturma sırasında 17 vakıf ve derneğe yapılan jandarma ve polis baskınlarında 26 kişi gözaltına alınıyor. Cihaner’in başlattığı soruşturma, kısa süre sonra Fethullah Gülen Cemaati, Süleymancılar ve Menzil Cemaati adlı grupları da içine alarak 19 ili kapsayacak şekilde genişliyor. Şüpheli sayısı 235’e yükseliyor.
3-Bu gelişme üzerine Savcı Cihaner’i Adalet eski Bakanlarından ve işbaşındaki hükümetin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek arayarak soruşturmayı durdurmasını istiyor. Konunun kamuoyuna yansıması üzerine Cemil Çiçek bu olayı doğruluyor ve “sadece bilgi almak için aradım” diyor. İktidar partisine mensup bazı milletvekillerinin de yine bu dönemde Cihaner’i arayarak, “bu işlerle uğraşmasının tehlikeli olacağını” söyledikleri belirtiliyor. Bu da yetmiyor ve Başsavcı Cihaner’i Adalet Bakanı Sadullah Ergin de arayarak baskıyı sürdürüyor.
4-Ancak Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı bu baskılara karşı direnerek, soruşturma sırasında edinilen bilgilerden hareketle 19 ili kapsayan bir operasyon için hazırlığa girişiyor. Şüpheliler arasında İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da bulunuyor. Operasyon sırasında Fethullah Gülen hakkında da yeni bir dava açılabileceği belirtiliyor.
5-Bu hazırlık üzerine, İslamcı ve yandaş medyada üst üste haberler çıkmaya başlıyor. Altında Albay Dursun Çiçek’in “ıslak” imzasının bulunduğu iddia edilen “İrtica ile Mücadele Eylem Palanı” nın Erzincan’da Başsavcı İlhan Cihaner tarafından Jandarma ve 3. Ordu Komutanlığı ile koordineli şekilde yürürlüğe konulduğu iddia ediliyor.
6- Bu gelişmenin ardından Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal, İsmailağa cemaatinin silahlı bir yapılanma olduğunu, bu nedenle soruşturmanın katalog suç (ağır suç) kapsamında girdiğini, dolayısıyla cemaate karşı düzenlenecek operasyonun ve yürütülecek soruşturmanın kendi yetki alanında bulunduğunu ileri sürerek dosyanın Erzurum Savcılığı’na devredilmesini istiyor. Savcı Şanal bu iddiasını imzasız bir ihbar mektubuna dayandırıyor. Böylece Erzincan ile Erzurum arasında yetki tartışması başlıyor.
7-Cihaner ise, ihbarın sahte olduğunu, imzasız bir mektubunun hukuki değer taşımadığını ve davanın Erzurum’da görülmesini isteyen kişilerce gönderildiğini iddia ediyor. Cihaner, HSYK’ya verdiği ifadede de cemaatlere yönelik aramalar yapılacağı sırada Erzurum Özel Yetkili Savcılığı’nın dosyayı kendisinden istediğini, bazı Adalet Bakanlığı müfettişlerinin de dosyayı Erzurum’a göndermesi yönünde telkinde bulunduklarını söylüyor. Cihaner, “Soruşturmanın benden alınmasına anlam veremediğim için Erzurum Savcı’sını aradım. Bana ‘Böyle bir soruşturma yapılıyor, benim niye haberim yok’ diye çıkıştı. Ben de böyle bir yükümlülüğüm olmadığını belirttim” diyor.
8-Yetki tartışması, İsmailağa ve Gülen Cemaatine dönük soruşturmanın Cihaner’in elinden alınmasıyla sonuçlanıyor. Böylece Erzurum Özel Yetkili Savcısı Şanal’ın cemaatin “silahlı örgüt olduğu” tezi, söz konusu tarikatları operasyonlardan kurtarıyor. Dosya Erzurum’a gider gitmez gözaltındaki cemaat üyeleri, haklarındaki suçlamalara dair deliller dahi toplanmadan salıveriliyor. Erzurum Savcılığı sadece 7 kişi hakkında dava açıyor. Örgütlerin silahlı olmaması nedeniyle bu davanın da beraatla sonuçlanacağına kesin gözüyle bakılıyor.
9-Cemaatlere karşı soruşturma başlatan başsavcıya karşı, AKP’li Adalet Bakanlığı harekete geçiyor. Bakanlık, Cihaner hakkında, soruşturmayı iki sene Bakanlığa bildirmediği ve yetkisini aştığı gerekçesiyle tam 26 yıl hapis istemiyle dava açıyor. Cihaner’e karşı hazırlanan iddianamede, “adliye lojmanının bahçesine kameriye yaptırarak imar kirliliğine yol açmak” gibi suçlamalar da bulunuyor. Böyle bir davada komik kaçacak “imar kirliliği yaratma” iddiası, her ne yolla olursa olsun Cihaner’in tasfiye edilmek istendiği anlamına geliyor.
10-Bu arada Erzurum Özel Yetkili Savcılığı, tam da yandaş ve İslamcı medyanın ileri sürdüğü gibi, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” nın Erzincan’da uygulamaya geçirildiği iddiası ve Ergenekon örgütlenmesi şüphesiyle bir soruşturma açıyor. Bu soruşturma kapsamında Savcı Cihaner’in verdiği emir gereği cemaatlerle ilgili rapor hazırlayan MİT Bölge Başkanı ve iki MİT mensubu tutuklanıyor. Yine Başsavcı Cihaner’in emriyle Cemaatlere yönelik operasyonları yürüten dönemin Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu ile Erzincan Jandarma İstihbarat Şube Müdürü bir binbaşı, bir üsteğmen ve iki astsubay “Ergenekon terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklanıyor. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk de ifade vermek için savcılığa çağrılıyor.
11-Nihayet 17 Şubat 2010 tarihinde, Başsavcı İlhan Cihaner Erzincan’da yürütülen Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başsavcı, bir başka savcının emriyle gözaltına alınmış oluyor. Dahası özel yetkili bir savcının emriyle, yine cumhuriyet tarihinde ilk kez bir adliye basılıyor. Başsavcı çıkarıldığı mahkemece tutuklanıyor. Yapılan itiraz, “yargılamada yetki tartışmasının sonuçlanmadığı” gerekçesiyle reddediliyor.
Ve böylece ülke “demokratikleşme sürecinde” önemli bir adımı daha atmış oluyor