AKP iktidarı bütün topluma, özellikle Türkiye soluna ve ülkenin ilerici güçlerine bir “ahlaksız teklif” yapmaya hazırlanıyor.
AKP-Cemaat koalisyonu, hazırladığı yeni “Anayasa Değişiklik Taslağı” ile rejimi dönüştürme operasyonunu sonuçlandırmaya hazırlanırken, bu girişime en şiddetli tepkiyi gösterecek siyasal güçleri de etkisizleştirecek, en azından onları tereddüte ve ikileme düşürecek bir hamle yapıyor. Gerici darbe sürecinin bu son etabında bütün sosyalistlere, solculara, ilericilere, cumhuriyetçilere ve demokratlara bir “rüşvet” paketi sunmayı planlıyor.
Kurnazca hazırlanmış tarihsel bir siyasal hile ile karşı karşıya olduğumuzu görmek gerekiyor.
ABD emperyalizminin desteğiyle İslami-faşizan bir rejim kurma projesini adım adım hayata geçiren AKP-Cemaat koalisyonu, polis ve özel yetkili savcılıklar-mahkemeler eliyle gerçekleştirdiği operasyonlarla TSK’yı etkisizleştirmiş görünüyor. Son çözümlemede bir NATO ordusu olan TSK, Batı’nın desteklediği ve büyük sermayenin uzlaştığı AKP’nin saldırıları ve gücü karşısında önce geriliyor, sonra teslim oluyor. Yenilgiye uğrayan Ordu komuta kademesi AKP-Cemaat koalisyonu karşısında sürekli zemin kaybederek uzlaşma arıyor. Ve öyle anlaşılıyor ki, bu uzlaşma (bir ölçüde) Çankaya zirvesinde gerçekleşiyor.
Sahte belge ve kanıt üretimine, uydurma ihbar mektupları ve gizli tanıklara dayalı operasyon ve soruşturmalarla “Sağ Kemalistler” tasfiye ediliyor. Böylece, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle gerçekleştirilen “Sol Kemalistler”in tasfiye süreci “Sağ Kemalistler”in de denklem dışına çıkarılmasıyla tamamlanıyor. TSK ve Cumhuriyetçi bürokrasi/entelijensiya yeni oluşan iktidar blokunun dışına itiliyor.
İşte yeni anayasa hazırlığı, bu fiili durumun, siyasal şiddet de kullanılarak gerçekleştirilen yeni siyasal, ekonomik ve toplumsal mimarinin hukuki çerçevesini ve zeminini oluşturmayı amaçlıyor.
“Birinci cumhuriyet”e sadakat gösteren kesimlerin ve örgütlerin gücünün kırılmasından sonra AKP-Cemaat koalisyonunun önünde kalan en önemli engeli yargı erkinin oluşturduğu biliniyor. Bu nedenle AKP hükümeti, yeni anayasa yapma girişimi ile yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmayı, yargıyı hükümetin denetimine almayı hedefliyor.
Daha da önemlisi, AKP hükümeti yeni anayasa ile yargı erkini geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde nitel olarak başkalaştırmaya ve yeni rejimin adliyesi haline getirmeye hazırlanıyor. Bu doğrultuda önemli bir mesafeyi zaten almış olan AKP-Cemaat koalisyonu, özellikle yargı erkinin pilot kabini durumundaki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu (HSYK) ele geçirmeyi amaçlıyor.
Ancak, AKP bir yandan yargı bağımsızlığını ortadan kaldırıp, adliyeyi hükümetin denetimine sokacak düzenlemeleri içeren yeni anasaya taslağını hazırlarken, bir yandan da 1982 Anayasası’ndaki 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen Geçici 15’inci Maddeyi kaldırmayı teklif ediyor.
Bir yandan emek piyasasında esnek çalışma düzenini kurup, sendikaları tasfiye edecek 4-C uygulamasını başlatırken, diğer yandan da kamu çalışanlarına toplu iş sözleşmesi yapma hakkını tanıyacağını ilan ediyor.
Bir yandan kadınları toplumsal yaşamdan ve üretimden dışlayarak örtünmeyi teşvik ediyor ve onları evlerine kapanmaya zorluyor, diğer yandan da “pozitif ayrımcılık” ilkesine yeni anayasa taslağında yer vereceğini duyuruyor.
Böylece, örtülü darbe sürecinin tamamlanması ve faşizan bir ılımlı İslam rejiminin kurulmasını hukuksal kayıtlara bağlayacak yeni anayasaya karşı en şiddetli ve örgütlü tepkinin geleceğini hesapladığı solu etkisizleştirerek hedefine ulaşmayı umuyor.
Yeni anayasanın hem Meclis’e hem de gerekirse (muhalefet partilerinin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu halinde iptal edilmesi durumunda) referanduma “tek paket halinde” sunulacağı belirtiliyor. Böylece yeni anayasaya metnindeki düzenlemelerin ayrı ayrı oylanması da önlenmiş oluyor. Yani, yeni anayasaya “evet” denilmesi halinde sadece kamu çalışanlarına toplu iş sözleşmesi yapma hakkı verilmiş ya da 1982 Anayası’nın Geçici 15’inci Maddesi kaldırılmış olmuyor, aynı zamanda AKP-Cemaat koalisyonunun yeni siyasal rejimine de “evet” deniliyor.
Solun bütün kesimleriyle 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için on yıllardır yürüttüğü mücadele kamu emekçilerinin yüksek bir kararlılık ve fedakarlıkla bugüne kadar taşıdıkları “grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar” için verdikleri savaşım elbette yüksek değer taşıyor. Yeni anayasa taslağında bu yönde düzenlemelerin yapılmasında, elbette yürütülen bu mücadelelerin payının büyük olduğunu görmek gerekiyor. Ve fakat, yeni anayasa taslağında “kuşa çevrildiğini” görmek için fazla beklemeyeceğimiz bu hakların sola ve emekçilere yönelik bir “ahlaksız teklif” olduğunu görmek için de yüksek bir siyasal zekaya sahip olmak gerekmiyor.
Asıl amaç, ne kamu çalışanlarına grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar vermek ne de 12 Eylül darbecilerini yargılamaktır. Bilindiği gibi, AKP hükümeti her iki düzenlemenin de gerçekleştirilmesi için Meclis’e bugüne kadar sunulan bütün yasa ve anayasa değişiklik tekliflerini reddetmiştir.
O nedenle, hükümetin “ahlaksız teklifi” reddedilmeli ve bu oyun bozulmalıdır.
Totaliter ve faşist rejimlerin sıkça kullandığı bir müessese olan referandum, toplumsal ve siyasal farklılıkları bastıran bir uygulamadır. Sanıldığı gibi “demokratik” bir yöntem değildir. Bu nedenle, bütün toplum kesimlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, kent ve kır emekçilerinin, sendikaların ve siyasal eğilimlerin temsil edildiği bir Kurucu Meclis tarafından hazırlanmayan, dahası makul bir süre boyunca özgürce tartışılmayan anayasa metinlerinin referanduma sunulması kategorik olarak reddedilmelidir.
Bir referandum halinde, en azından yeni anayasanın her hükmünün ayrı ayrı tartışılması ve oylanması talep edilmelidir.
Türkiye solu, kamu çalışanlarının grevli toplu sözleşmeli sendikal hakları ve 12 Eylül derbecilerinin yargılanması için mücadeleyi yükselterek AKP iktidarının sahtekarlığını ortaya çıkarmalı ve bu rüşveti geri çevirmelidir.