AKP hükümetinin anayasa değişiklik taslağına karşı alınacak tavır, genel olarak toplumu ve siyaseti böldüğü gibi, özel bir alan olarak da aydınları ve sol’u bölmüş görünüyor.
Geçen 30 yıllık dönemde (verilen mücadelelerin de katkısıyla) görece esnetilen 12 Eylül artığı bir darbe, düzenini daha da gericileştirecek olan bu anayasa taslağının, AKP’nin toplumu ve devleti dönüştürme operasyonunun en önemli hamlelerinden biri olduğu açık.
Bürokrasiyi, geniş taşra birimleriyle birlikte neredeyse tamamen ele geçiren, polisi yeni düzenin silahlı gücü olarak yeniden konumlandıran, servet ve rant dağıtım araçlarının tümünü kontrol eden, TSK’nın sistem içindeki gücünü kırarak geleneksel iktidar blokunun bileşimini değiştiren AKP, anayasa değişikliği ile rejimi dönüştürme yolundaki son etabı da almak için acele ediyor. Acele ediyor çünkü, eline geçirdiği tarihsel fırsatı kaçırmaktan korkuyor.
Şimdi bir kez daha anayasa değişiklik paketine yakından bakarak, bu girişim karşısında alınan farklı tutumların siyasal ve tarihsel anlamını irdeleyelim:
ADIM ADIM FAŞİZAN REJİME DOĞRU
1- Meclis’e sunulan anayasa değişiklik taslağı ile yürütme organı, özel olarak hükümet, 12 Eylül darbe anayasasının bile vermediği bir güçle donatılıyor. Yürütmenin güçlendirildiği, yasama ve yargı organının yürütme tarafından baskı altına aldığı, çoğunluk partilerinin bütün siyasal sistemi değştirme kudretine sahip olduğu, denetim ve denge mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı anayasalı rejimlerin, dar anlamda bile burjuva demokrasisi olamayacağı tartışma dışıdır. AKP’nin anayasa değişiklik paketi esas olarak (zaten sınırlı ve sorunlu olan) yargı bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldırmaktadır. Yüksek yargı organları üyelerinin neredeyse tamamının yürütme (hükümet ve cumhurbaşkanlığı) tarafından atamasına olanak sağlayacak anayasa değişikliklerinden sonra yeni yargı mimarisini 25-30 yıl boyunca değiştirme imkanı da olmayacaktır.
2- Sınıflı toplumlarda yürütme organının güçlendirilmesi ve merkezileştirilmesi otokratik, faşizan ya da faşist rejimlere geçişin en ayırıcı özelliğidir. Durum böyle olduğu halde, sağlı sollu liberallerden ve muhafazakarlardan oluşan cephe, “bütün eksiklerine karşın anayasa değişiklik taslağı olumludur” diyerek ülkenin adım adım faşizan bir rejime doğru taşınmasına örneği görülmemiş bir katkı sunmaktadır.
3- AKP’nin, Meclis’te oy desteğini artırma arayışı dışında, kayda değer bir uzlaşmayı arama gereği bile duymadan hazırladığı anayasa değişikliği ile, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmaya hazırlandığı çıplak gözle görülebilen bir gerçektir. Hal böyle olmasına karşın taammüden görmezden gelinmesi, entelektüel ortamın liberalizm, dinsel ve etnik kimlikcilik siyasetleriyle tahminlerin de ötesinde lekelendiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, ideolojik plandaki gerici-liberal hegemonyanın kırılmasının her şeyden önemli olduğunu göstermektedir.
4- Mevcut taslak, kamu çalışanlarına grev hakkı tanımayan bir toplu iş sözleşmesi düzeni oluşturarak, yürürlükteki durumdan esas olarak farklı olmayan bir emek piyasası oluşturuyor. Toplu iş sözleşmelerinde son sözü söyleme hakkını yine hükümete bırakıyor. Dahası, esnek çalışma ve 4-C düzenini de sisteme dahil ederek güvenceli çalışma hakkını ortadan kaldırıyor, zaten gerileyen sendikal örgütlenmenin zeminlerini tahrip ediyor. Öngörülen bu düzenleme, yeni anayasanın sınıfsal karakterini hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açık şekilde ortaya koyuyor. Durum böyle iken, kimi sol liberaller “yapıcı muhalefet” çağrısını tekrarlamakta ısrar ediyor.
5- Hükümet partisi, anayasa değişiklik taslağına yönelik en şiddetli muhalefetin geleceğini düşündüğü sola karşı önlem olarak, kimi sembolik değişiklik önerileriyle siyasi rüşvet veriyor. Anayasa’nın Geçici 15’inci Maddesinin kaldırılması, kadınlara ve çocuklara pozitif ayrımcılık gibi… Kimi hukukçulara göre özel bir düzenleme yapılmadığı taktirde Geçici 15. Madde kaldırılsa bile 12 Eylül derbecilerini yargılamak mümkün değil. Hem zaman aşımı hem de aleyhte düzenlemelerin geçmişe yürütülemeyeceği yolundaki doktriner hukuk ilkesine göre bunun mümkün olmadığı anlaşılıyor. Ancak, 12 Eylül darbesinin “insanlığa karşı işlenen suçlar” kapsamına alınması halinde zaman aşamı hükmü uygulanamayabilir. Oysa hükümetin böyle ek bir düzenleme yapmaya hiç niyeti yok. Zaten ölü bir hüküm haline gelmiş bu maddeyi kaldırarak sol’un en azından bir kesimini yedeklemeyi amaçladığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
BDP SOL MUHALEFET CEPHESİNDEN KOPUYOR MU?
6- Hükümetin deşiklik taslağının en önemli yanlarından biri de, 12 Eylül anayasasının getirdiği ve dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmeyen yüzde 10 seçim barajını korumasıdır. Burjuva demokrasilerini toplumsal demokrasiye yaklaştıracak en önemli düzenlemelerden biri de temsilde adalettir. Bu nedenle 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü hazırladığı anayasada “siyasi istikrar” adına öncelikle temsilde adaleti ortadan kaldırmıştır. Hatırlanacağı gibi, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra toplam seçmen sayısının yarıdan fazlası TBMM’de temsil edilememişti. Seçime katılanların yüzde 34’ünün, toplam seçmen sayısının ise yüzde 25’inin oylarını alan AKP ise, milletvekilliklerinin yüzde 65’ini ele geçirmişti.
7- Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) hükümetle ayrı pazarlık yürüterek, Türkiye’de sol muhalefetten kopan bir çizgi izliyor. BDP, hükümetle seçim barajı pazarlığı yaparak sol’un bu konudaki genel tavrından ayrılmıştır. Solun savunması gereken, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 seçimlerinde 15 milletvekili ile Meclis’e girmesini sağlayan sıfır baraj (nispi temsil) ya da “Milli Bakiye” sistemidir. BDP, seçim barajı konusunda iki öneri sunmaktadır: Birincisi, barajın yüzde 3’e indirilmesidir ikincisi ise, eğer baraj yüzde 10 seviyesinde kalacaksa, 5 seçim bölgesinde birinci olan partinin barajı aşmış sayılmasıdır. Baraj konusunda ikili öneride bulunan BDP’nin ikinci şık üzerinde uzlaşmaya hazır olduğu anlaşılmaktadır. Bu önerilerle BDP esas olarak kendisini garantiye alan, sol muhalefetin demokratik taleplerinden kopan bir tutum takınmaktadır. Dolayısıyla AKP iktidarının rejimi gericileştirme operasyonuna değeri çok yüksek bir katkıda bulunmaktadır. Yeni kurulan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin de (EDP) benzer bir tutum izlediği gözlenmektedir.
8- Dolayısıyla ibretle kaydedilmesi gereken bir başka nokta da, Meclis’e “ufuk getireceği” söylenerek seçilen Ufuk Uras’ın, her konuda “istemezük” dediklerini ileri sürdüğü “Ergenekon Cephesi” ile aynı çizgiye düşmemek için yaptığı “pozitif muhalefet” çağrısıdır. Ufuk Uras bu çağrısıyla AKP iktidarı ile aynı çizgiye düşmekten utanmadığını ilan ettiği gibi, iktidarla geniş bir uzlaşma kapısını da aralamaktadır. Uras, AKP’nin anayasa taslağına yönelik kimi eleştirilerini elbette geri çekmiyor, ama o taslağı tartışmaya değer buluyor ve önerilerle iyileştirilebileceğini belirterek büyük bir meşruiyet sağlıyor. Uras ve sol liberal arkadaşları 8 yıllık somut bir gerici burjuva iktidar yerine soyut bir askeri vesayet rejimine karşı mücadele etmeyi önererek, muhalefet yapmayı da fiilen askıya alıyor. Ne diyelim yolları açık olsun.
Ve nihayet, 1 Nisan 2010 günü Ankara Sakarya’da basın açıklaması yapmak isteyen ve yeni eylem planını açıklayacaklarını bildiren Tekel işçilerine ve onlarla dayanışma eylemi yapan sendika , parti ve diğer sol gruplara karşı uygulanan polis şiddeti ve alınan abartılı önlemler, AKP iktidarının nasıl bir düzen kurduğunu göstermesi bakımından tarihsel öneme sahiptir. Ankara Sakarya’daki olağanüstü polis kuşatması ve terörü üzerine KESK Genel Başkanı Sami Evren, “sanki darbe olmuş” dedi. Evet, bu ülkede bir tür darbe oluyor ve bu durumu polis terörüne karşın liberaller, özellikle sol liberaller ısrarla görmezden geliyor.
Tarih onları ıslah etsin…