ABC Politik

Merdan Yanardağ
9 Nisan 2010
Email :

Ergenekon ve onun bir devamı niteliğindeki Balyoz soruşturmaları sırasında bir isim yeniden gündeme gelmeye başladı Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök… Hakkında yeniden tutuklanma kararı verilen 1. Ordu eski Komutanı Emekli Orgeneral Çetin Doğan açıkça Hilmi Özkök’ü “köstebek” olmakla suçlamaya, yani üzerinde çok sayıda değişiklik ve eklemelerin yapıldığı belirtilen bazı belgelerin AKP hükümetine Özkök tarafından verildiğini ileri sürmeye başladı.

Hilmi Özkök, “darbe” ve “darbecilik” gibi kavramların hayli hafifletildiği şu günlerde ismi üzerinde önemle durulması gereken bir kişiliktir. Çünkü Özkök’ün, bugün devam eden rejimin dönüştürülmesi operasyonunun başlatılmasında önemli bir rol üstlendiği her geçen gün daha net şekilde anlaşılmaktadır.

Şimdi biraz geriye giderek, negatif ya da pozitif bir anlam yüklemeden* yakın geçmişte yaşananları hatırlamakta, durumu analiz edip olguları ortaya koymakta yarar var. Bunu yapmak, anlamı hafifletilse de, gerçek darbe ve darbecileri saptamak için artık bir zorunluluktur.

Önce bir dizi kısa saptama yapalım: Bugün iktidar mücadelesinin cereyan ettiği üç düzleminden söz edilebilir: Birinci düzlem geleneksel iktidar blokudur ikincisi geleneksel iktidar blokunun 2000’lere kadar sabit bir bir bileşeni olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir (TSK) ve nihayet üçüncü düzlem ise yüksek yargıdır.

TSK artık önemli ölçüde (bütünüyle değil) iktidar blokunun dışına itilmiştir. Batıcı İstanbul burjuvazisinin bu blok içindeki alanı daraltılmış, yükselen muhafazakar taşra sermayesinin sistem içindeki ağırlığı artmıştır. Sivil bürokrasi tamamıyla ele geçirilmiş, özel yetkili mahkemeler ve savcılıklar üzerinden paralel bir adliye oluşturulmuştur. Son anayasa değişiklik paketiyle de, zaten sınırlı olan yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılarak yürütmenin (hükümetin) denetimine sokulmaya, dahası yüksek yargı ele geçirilmeye çalışılmaktadır.

ECEVİT HÜKÜMETİNE DARBE VE TSK’DA 2003 TASFİYESİ

Bu iktidar mücadelesinde ilk net çatışma aslında en somut şekliyle 2003 Ağustos ayında ortaya çıktı. Kırılma noktası 2003’ün Ağustos ayıdır. Çünkü, bugün gerek “Ergenekon” gerekse “Balyoz” diye kodlanan darbe iddiaları kapsamında tutuklanan ya da soruşturulan üst düzey askerlerin önemli bölümü 2003 yılındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında emekli edilen ya da geriye çekilen subaylardan oluşmaktadır.

Gelişmeleri yakından izleyenler hatırlayacaktır 2003 yılı Ağustos ayında yapılan YAŞ toplantısında ordunun komuta kadrosu neredeyse tamamıyla değiştirildi. Öyle ki, söz konusu YAŞ toplantısında 27 Mayıs 1960’dan sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük general tasfiyesi gerçekleştirildi ve tam 55 general emekli edildi.

Bu operasyon, ordunun sistem üzerindeki ağırlığını azaltmaya yönelik en kapsamlı girişimdi. Bu hamlenin en önemli boyutunu, hem mevcut iktidar (AKP hükümeti) hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) küresel politikaları ile uyumlu bir komuta kademesi yaratmak oluşturuyordu. Nitekim, dönemin ABD yönetimi de Türkiye’de oluşturulan yeni komuta kademesinden memnun olduğunu gizlemedi. Küçük bir araştırma ile görüleceği gibi, Vaşington’dan bu dönemde yapılan açıklamalarda gelişmelerin olumlu bulunduğu açıkça ilan edildi.

Ancak 2003 Ağustosu’ndan sonra oluşan yeni yapılanma, Silahlı Kuvvetler içinde giderek derinleşen bir bölünmenin de başlamasına yol açtı. Ayrılıklar, kurumsal yapıya ve disipline, hiyerarşiye ve geleneklere sığmayınca “belgeler” birer birer basına sızdırılmaya başlandı. Dolayısıyla, TSK kaynaklı belgelerin basına servis edilmesi yeni bir gelişme değildir. Bu tip belgeler 2003 Ağustosu’ndan sonra, özellikle 2004 yılından itibaren sistematik şekilde basına sızmaya başladı.

Sorun sadece Silahlı Kuvvetler içindeki görüş ayrılığı değil, Türkiye’deki geleneksel iktidar blokunun yeniden şekillendirilmesiydi. Asıl çatışma, ABD desteğinde sürdürülen operasyonun çapı ve derinliğinden kaynaklanıyordu. İktidarını sağlamlaştırmak ve Türkiye’nin İslamizasyonu için gerekli yürütme kudretini edinmek için ABD’nin bölge siyasetleriyle uyumlu bir çizgi izleyen AKP, bu konuda başta İstanbul burjuvazisi olmak üzere, büyük sermayenin de desteğini de almış görünüyordu. Türk burjuvazisi kendi zayıf geleneklerine ve devrimine ihanet ediyordu.

GERÇEK DARBECİ ÖZKÖK OLMASIN?

Dolayısıyla, eğer bir darbeden söz edilecekse, bu darbeyi Bülent Ecevit’in başkanlığındaki 57. Hükümetin devrilmesinde, Türkiye’nin 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerine götürülerek AKP’nin iktidara taşınmasında aramak gereklidir. Bu darbe sürecinin ilk etabı TSK’da gerçekleştirilen 2003 tasfiyesi ile önemli ölçüde tamamlanmıştır. Süreci yakından izleyenlerin hatırlayacağı gibi, 2003 Ağustosu’nda emekli edilen generallerin devir teslim törenlerinde yaptıkları konuşmalarda öne çıkan iki nokta vardı: Birincisi emekli edilen komutanlar ABD’nin Irak’ı işgaline ve bu işgalde Türkiye’nin rol almasına açıktan karşı çıkmışlardı ikincisi ise AKP hükümetinin izlediği İslamizasyon siyasetine karşı sert çıkışlar yapmışlardı. Sadece dönemin gazete manşetlerine bile bakılsa açıkça görülebilecek tablo böyleydi.

Gerek Ecevit hükümetinin düşürülmesi ve Türkiye’nin erken seçimlere götürülerek AKP’nin iktidara taşınması sırasında, gerekse bir kalemde 55 generalin emekli edildiği tarihte Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. Yani şu İslamcıların ve liberallerin pek demokrat buldukları Orgeneral Hilmi Özkök…

Özkök sonrası genelkurmay başkanı olan isimlerin de (Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ) belli rezervlerle aynı çizgiyi izledikleri olayların seyrinin ortaya koyduğu açık bir gerçektir.

Şimdi önümüzde hâlâ yanıtı verilmemiş bir soru bulunuyor. Ortada devrilmiş bir hükümet (Ecevit hükümeti) var ve bu operasyonun bir ucunda Kemal Derviş’in, diğer ucunda da Hilmi Özkök’ün bulunduğu biliniyor. O dönemde komuta kademesindeki askerlerin bazı gazeteciler aracılığıyla Ecevit’e çekilmesi yönünde haber gönderdikleri de gazete merkezlerinde neredeyse işportaya düşmüş “bilgi” durumdaydı. (Bu gazetecilerden biri de Radikal’in halen Ankara Temsilciliği görevini yapan Murat Yetkin’di ve kendisi de bunu açıkça yazdı.) Yanıtı verilmemiş soru ise şudur neden gerçekleşmiş darbeler ve darbeciler değil de tasfiye edilenler yargılanıyor?

Tasfiye süreci ve bu sürece direnme eğilimi devam ediyor da o yüzden…

Çünkü, gerçekleştirilen tasfiyelere, tutuklamalara ve bütün sindirme girişimlerine karşın ordunun önemli bir kesimi hala Silahlı Kuvvetlerin sistem üzerindeki geleneksel etkinliğinin sürdürülmesini laikliğin bir teminatı olarak görmeye devam ediyor.

Bu durumun toplumun bütün kesimlerinde olduğu gibi, TSK komuta kademesi ile ordunun orta ve orta-üst kesimi arasında bir gerilime yol açmaması imkansız görünüyor. Bu gerilimin yer yer kopma noktasına kadar geldiği de anlaşılıyor. Örneğin “Balyoz operasyonu” kapsamında 25’i general 70’in üzerinde muvazzaf subayın gözaltına alınması girişiminin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın devreye girmesi üzerine durdurularak ilgili iki savcının görevden el çektirilmesi, bu gerilimin giderek şiddetlendiğini ve tehlikeli bir hal almaya başladığını göstermesi bakımından önem taşıyor.

ÖZKÖK’ÜN BOŞA ÇIKAN CUMHURBAŞKANLIĞI HEVESİ!

ABD, İslamcı kesimler ve bir kısım liberal tarafından “demokrat asker” olarak selamlanan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün geçmişte bir hesabının olduğu da, dönemin sızan bilgileri arasındaydı.

General Özkök, sunduğu hizmetler karşılığında geçiş döneminin cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Kendisine bu yönde işaret verildiği anlaşılıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in görev süresi 3 yıl sonra doluyordu. AKP’nin Meclis’teki ezici çoğunluğu hatırlanırsa, üç yıl sonra Türkiye’de bir cumhurbaşkanlığı krizinin çıkması kaçınılmaz görünüyordu. Nitekim böyle bir kriz çıktı da.

İşte tam o aşamada General Özkök bütün taraflarca kabul edilebilir bir cumhurbaşkanı adayı profili vermeye çalışıyordu. Özkök’ün üslubu ve bütün davranışları da bu hesabı destekliyordu. Özkök, AKP hükümetiyle “uyum” içinde çalışmaya gayret ediyor, çıkan her siyasal ve idari kriz durumunda Tayyip Erdoğan ile görüşüyor ve bu görüşmelerden çoğu kez sonuç da alıyordu. Hükümet, TSK’nın bütünlük içinde tepki gösterdiği konularda hemen geri adım atıyor ve tansiyon düşüyordu. Buna karşılık Özkök, orduyu “yasal çerçeve içinde” tutuyordu. Fakat süreç belli bir kararlılıkla işliyordu.

Ama siyasette üç yıl çok uzun süredir. Nitekim üç yıl içinde AKP hükümet olmaktan iktidar düzeyine yükselmiş, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde daha büyük bir oy oranıyla iktidarını tazelemiş ve artık bütün iktidarı, yani devleti istemeye başlamıştı. Yeni durumda artık Özkök gibi bir “geçiş dönemi” cumhurbaşkanına da ihtiyaç kalmamıştı.

Gelgelelim “yasak ilişki” bir kez başlamaya görsün, “suç ortaklığı” taraflardan birinin açık itirafına kadar çaresiz sürecektir. Çünkü “mıntıka temizliği” devam etmektedir. Tehlikeli bir süreçtir ve bu nedenle dayanışma/ittifak gerektirmektedir.
—————-
* Yukarıdaki yazıda yer alan, “negatif ve pozitif bir anlam yüklemeden” kaydının altını çizmek istiyorum. Çünkü bazı okur yorumlarından da anladığım kadarıyla, somut durumun analizi ile bu analiz karşısında alınacak politik tavır birbirine karıştırılmaktadır. Egemen güçler arasındaki ilişki ve çelişkilerin doğru ve nesnel bir analizi, geliştirilecek devrimci politikalar açısından son derece önemlidir. Elbette bizim tercih ve politikalarımız ile yaptığımız analizler arasında doğrudan bir ilişki vardır. Fakat bunlar bir ve aynı şey değildir. Önemle belirtirim.