Türkiye köklü bir gerici dönüşüm/darbe girişimi ile bu saldırıya direnen güçler arasında cereyan eden bir siyasal çatışma sürecinden geçiyor. Bu çatışmada sosyalistlerin ve işçi sınıfının tavrı, hiç kuşku yok ki, karşı devrimci saldırıya direnmek şeklinde ortaya çıkıyor. Bu çatışma alanlarından biri de sistemi bütün menteşelerinden zorlayan Kürt sorunu ve Kürt siyasal hareketinin aktüel eylemi ve programıdır.
Bilindiği gibi Amerikancı, neo-liberal, muhafazakâr ve İslami referanslara sahip bir iktidar, bu ülkenin kadim sorunlarından birine, Kürt sorununa ilişkin kapsamı bilinmeyen, içeriği resmen açıklanmayan bir “açılım” projesini ortaya attı. İktidarın sınıfsal bakımdan burjuva, siyasal olarak ise gerici karakteri bilinmesine karşın bu politik hamleye solun bazı sektörleri, utangaç biçimde de olsa, ne yazık ki destek verdi. Liberal sol’un bu desteği sadece Kürt sorunuyla sınırlı değil.
Örneğin artık komik bir liberal meczup portresi çizen, dahası tartışmalarda vasat bir küçük burjuva demokratı performansını aşamadığı gözlenen DSİP Başkanı Doğan Tarkan, Anayasa değişikliği için “evet” kampanyası çerçevesinde çıktığı televizyon kanallarında AKP sözcülüğü ihtiyacını fazlasıyla karşılıyor. Tarkan’ı izlerken liberalzmin insanı nasıl cahilleştirdiği de iç sızlatan şekilde bir kez daha ortaya çıkıyor. Bir gecede iki ulusal haber kanalında birden yayına çıkan Doğan Tarkan’ı (bu ne acayip ilgi) İstanbul’un Çağlayan semtindeki kahvelerden birinde (22 Temmuz 2010 akşamı) izleyen bir kamyon şoförü, kendilerini düpedüz AKP’li sanıyor.
Bu liberal zevat AKP’nin Kürt açılımı konusunda neredeyse “kayıtsız şartsız” denebilecek bir destek vermeyi utanmazca sürdürüyor.
Oysa iktidarın “Kürt açılımı” hamlesinin gerici ve emperyalist karakterinin açığa çıkması için pek fazla beklememiz gerekmedi. Gelinen aşama “Özel Ordu” ve yeniden kirli savaş, yani “gayri nizami harp” oldu.
Kürt sorunu ve bölgesel iç savaş hakkında daha önce çeşitli vesileler ve dolayımlarla yazdıklarımı, tekrara düşmeyi göze alarak (tekrarda fayda görerek) son gelişmeler ışığında yeniden çözümleyip “tezler” şeklinde ortaya atmak ve paylaşmak istiyorum.
1- PKK Türkiye Kürtlerinin tartışmasız siyasal temsilcisidir. Realite budur. Aslında bu durumu Türkiye’yi yönetenler de, ABD de bilmekte, fakat kabul etmemektedir. Kürt sorununun çözümünde PKK’nin muhatap alınması için mücadele edilmelidir.
2- Bugünkü programı ve görüşleri ne olursa olsun, PKK sosyalist bir kültürden gelen, Kürt yoksullarına yaslanan, geleneksel aşiret düzeninin dışında oluşmuş, başlangıçta Kürt aristokratlarına ve burjuvazisine dayanmayan bir örgütsel yapılanmaya sahiptir. Görece modern, aydınlanmacı ve laik bir çizgi izlemektedir. Bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarının sınırlılıkları içinde olsa da Kürt kadınlarını özgürleştirmiştir. Bölgedeki feodal yapı üzerinde fiilen çözücü bir etki yaratmıştır. Orta ve alt kademe kadrolardan farklı olarak PKK üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamı Türkiye sosyalist hareketinden gelmektedir.
3- PKK Kürt burjuvazisini, feodalitesini ve bölgede hayli güçlü olan İslamcı yapılanmaları geçirdiği bütün ideolojik ve politik değişime karşın hâlâ ürkütmektedir. Dolayısıyla, bugüne kadar rakiplerini siyasal şiddet de kullanarak etkisizleştiren PKK’nin Kürt nüfusu üzerinde kurduğu hâkimiyet kırılmadan, gerici ve emperyalist çözümün gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
4- PKK ile DTP/BDP’nin irtibatını koparmak, geleneksel Kürt aristokratlarını ve burjuvazisini öne çıkarmak ve sistemin siyasal mimarisini zorlamayacak, başlıca yöntemi köylü kurnazlığı olan çözüm projesi (açılım siyaseti) çökmüştür.
5- PKK, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra örgütün başlangıç/çıkış ilkelerinde önemli değişiklikler yaparak, “kurtuluş” ve “kuruluş” programını geri çekmiştir. Dolayısıyla zaman içinde PKK’nin sınıfsal dokusu silikleşmiş, toplumsal talepleri geri çekilmiş ve hareketin milliyetçi karakteri daha belirgin hale gelmiştir. Bu gelişme, bölgenin geleneksel egemen sınıflarından gelen bir kesimin PKK’nin periferisindeki örgütlerde yer almasını sağlamıştır.
6- PKK, çizgisinde yaptığı önemli değişiklikle Türkiye’den ayrılmak istemediğini, birlikten ve üniter devletten yana olduğunu, “Türkiyelilik” tanımını benimsediğini, hatta Kemalizm’i bile kültürel bir üst anlayış, ortak ve birleştirici bir kimlik olarak benimseyebileceğini açıklamıştır. Yerel yönetim yasasında yapılacak değişiklik ile kültürel özerkliğe “evet” diyeceklerini, Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakların kaldırılmasının yeterli olacağını açıklamıştır. Ancak muhaliflerine karşı imha etme, diz çöktürme ve koşulsuz teslim alma gibi bir devlet geleneği, PKK tarafından sunulan bu yeni çerçevenin 10 yıl boyunca görülmesini ve değerlendirilmesini önlemiştir.
7- PKK’nin güncel talepleri ve önerdiği çözüm zemini, silahlı mücadeleyi gerektirmeyecek bir niteliğe sahiptir. Bu talepler “siyasal ve demokratik” bir mücadelenin konusudur. PKK, politik çıkış ilkeleri ve kuruluş programından büyük ölçüde uzaklaşmış, ayrılık ve bağımsızlık taleplerini geri çekmiştir. Orta vadeli politik programını sistem içi idari ve kültürel taleplerle sınırlayan PKK’nin bu program için silahlı mücadele yürütmesinin anlamı ve gerekçesi kalmamıştır. Başka bir anlatımla, PKK’nin ilan edilen amaçları ile hedeflerine ulaşmak için kullandığı yöntem ve araçlar arasında derin bir çelişki vardır. Amaç ve araç arasındaki bu çelişki çözülemediği sürece Kürt hareketi toplumsal ve tarihsel bakımdan bir meşruiyet sorunu yaşayacak, Türk emekçilerinin ve aydınlarının desteğini almakta zorlanacaktır.
8- Adına önce “Kürt açılımı”, sonra “Demokratik Açılım” ve nihayet “Milli Birlik Projesi” denilen iktidar hamlesini şu ya da bu şekilde eleştirmeyi, kimi gerici boyutlarına dikkat çekmeyi, hatta “acele etmeyelim, süreci biraz daha izlemekte yarar var” demeyi bile milliyetçilik ve hakim ulus şovenizmi ile suçlayanlar, olayların gelişimi, tarihsel olgular ve politik gerçekler karşısında yanlışlanmıştır.
9- Kürt sorunu, Amerikancı ve gerici AKP iktidarının “Milli Birlik Projesi” ile çözülemeyecektir. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik talebi, Kürt emekçi ve yoksullarının sınıfsal sorunları olduğu yerde durmaktadır. On yıllarca varlığı inkâr edilen, dili yasaklanan, ezilen, horlanan, katliamlara uğrayan ve sürülen Kürt aydınlarının, emekçilerinin ve yoksullarının kimi ulusal ve kültürel taleplerinin karşılanacağına ilişkin yaratılan güçlü beklenti derin bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır.
10- Kürt sorununa ilişkin inkâr ve imha politikasını aşamayan Türk milliyetçiliği de yenilgiye uğramıştır. Sağlı sollu Türk milliyetçiliğinin yenilgiye uğradığı bu tarihsel dönemeçte solun sözünü söyleyebileceği, Kürt sorununda emekçi çözümünü toplumun ve ülkenin gündemine taşıyabileceği subjektif koşullar yaratılmalıdır.
11- Kuşkusuz çözüm, kaba bir yaklaşımla sosyalist düzenin kurulacağı gelecek günlere/tarihlere ertelenemez. Çatışmaların durması, siyaset alanının kaçınılmaz olarak genişlemesi anlamına da gelecektir. Bu durumda sınıfsal taleplerin öne çıkması kaçınılmazdır. Bu olgu hem Kürt milliyetçiliğini geriletecek hem de Kürt hareketinde bir ayrışmaya yol açabilecektir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türk egemen sınıflarıyla ittifak ve işbirliği içinde ülkeyi yöneten Kürt burjuvalarına, toprak ağalarına ve bölgedeki gerici şeyhlik düzenine karşı mücadeleyi yükseltmenin şartları da yeniden olgunlaşacaktır. Silahların susması ve acil bir ateşkes ilan edilmesi için çalışılmalıdır.
12- ABD, Türk Devleti ve AKP iktidarı, bir yandan Kürt sorununun negatif çözümünü zorlar ve bir şekilde ülkede politik istikrarı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da bu sürecin kontrolsüz bir demokratikleşmeye yol açmasını önlemek için ellerinden geleni yapmaktadır. Çünkü böyle bir gelişme Soğuk Savaş artığı ve tutucu devlet yapılanmasında bir çözülmeye yol açarak bütün sınıfsal dinamikleri harekete geçirme potansiyeline sahiptir. Bu bakımdan solun önünde de hem “Kürt açılımı” denilen sürecin gerici ve emperyalist karakterini eleştirme görevi hem de süreci derinleştirerek inisiyatifi ele geçirme olanağı vardır.
13- Bu sürecin Türk milliyetçiliğinin yeni bir yükselişine yol açma olasılığı çok yüksektir. Kışkırtılan kitlelerin çatışmayı sokağa ve toplumun derinliklerine doğru taşıma ve yayma tehlikesine karşı uyanık olunmalıdır. Milliyetçi baskı ve saldırganlığın tırmanması, Kürt halkının çözüm heyecanı ve birlik duygularının yıkıma uğratılması riskini büyütecektir. Bu tehlike karşısında sol, enternasyonalist ve sınıfsal bir yaklaşımla ilerici-devrimci birlik ve kardeşlik projesini yükseltmeli ve milliyetçi saldırganlığın önünde barikat oluşturmalıdır.
14- Unutulmamalıdır ki, Kürt sorunun şu ya da bu şekilde (negatif ya da pozitif) çözümü genel olarak Türk halkının, özel olarak da Türk aydın, işçi ve emekçilerinin bu davaya kazanılması ve desteğiyle mümkündür. Dolayısıyla bu süreci ilerletmek ancak Türkleri de dikkate alan bir yerden kurulacak politikalarla mümkündür. Gerek PKK gerekse DTP/BDP bu olguyu dikkate almamaktadır. Oysa bu hassasiyetin gözetilmesi çözümün olmazsa olmazıdır.
15- Sosyalistler ulusal sorunların çözümünde, sanılanın aksine mutlak bir “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesini savunmak durumunda değildir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin desteklenmesi ve ulusların kaderlerini tayin hakkının savunulması ancak dünya devrim mücadelesine katkıda bulunduğu, işçi sınıfı ve ezilenlerin özgürlük ve eşitlik mücadelesini ileriye doğru taşıdığı sürece desteklenebilir. Sosyalistler gerici, burjuva ve emperyelizmle işbirliği içindeki ulusal mücadeleleri, işçi sınıfını ve ezilenleri bölen milliyetçi hareketleri desteklemek zorunda değildir.
16- Yugoslavya’da olduğu gibi, küçük uluslar emperyalist yoldan da kendi kaderlerini tayin edebilirler. Örneğin Kosova’da olduğu gibi bağımsızlık ilanını ABD ve AB bayraklarıyla meydanlarda kutlayabilirler. Ancak sosyalistler bu şekildeki bir “kendi kaderini tayin hakkını” savunmak ve desteklemek zorunda değildir. Tersini savunmak, milliyetçiliktir siyasal bakımdan gerici, tarihsel olarak karşı devrimci bir tutumdur.
17- Sol, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesini dünyada hiçbir şey değişmemiş gibi, örneğin sosyalist sistemin henüz çözülmediği ve Sovyetler Birliği’nin dağılmadığı bir dünya-tarihsel durumda olduğu şekilde savunamaz. Bir önceki dönemde işçi sınıfı mücadelesinin ve dünya devriminin bir bileşeni olan ulusal kurtuluş mücadeleleri, günümüzde pekala gericiliğin ve emperyalizmin bir hegemonya aracı haline gelebilir. Nitekim Balkanlar ve Kafkaslar’da böyle olmuştur.
18- Bugün ayrılıkçılık büyük sermaye çevrelerinde, orta ve üst sınıflar içinde de ciddi şekilde tartışılmaktadır. Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök sadece bu eğilimi yüksek sesle ifade etti o kadar. BDP Milletvekili Hasip Kaplan, “Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” diye soran E. Özkök’ü ağır şekilde eleştirerek -ki Hitlercilikle suçladı- ve büyük bir öfkeyle “ayrılmayı ve bölünmeyi tartışmak kimsenin haddi değildir” dedi. Bu durum, devrimci eleştiriyi askıya alarak solculuğu Kürt hareketini kayıtsız şartsız desteklemeye indirgeyen, dahası Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkının sadece ayrılma hakkının savunulmasından ibaret olduğunu sanan bir anlayışın da saçmalığını ortaya koydu.
19- Türkiye’nin uzun uzun tartışılabilecek özgün tarihsel, ekonomik, kültürel ve toplumsal koşullarından dolayı Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesini savunanlara, işçilerin ve emekçilerin milliyetlere göre bölünmesi yerine sınıfsal bir hat üzerinden birleşik mücadelesini geliştirmeyi teklif edenlere, bu tarihsel dönemeçte bölünmenin emperyalizmin çıkarlarına hizmet edeceğini söyleyenlere ve nihayet solsuz bir çözüm olamayacağı görüşünü savunanlara karşı yöneltilen bütün eleştireler, örneğin “milliyetçilik” ya da “sosyal şovenizm” türünden saçma, temelsiz ve bilgisizlikle malul suçlamalar da çökmüştür.
20- Sosyalistler son çözümlemede işçilerin ve emekçi halkların ayrılığından değil, birliğinden yanadır. Durum böyle olmasına karşın, içinden geçtiğimiz tarihsel dönemeçte Kürtlerin, ayrılık da dahil olmak üzere kendi geleceklerini özgürce tayin etme hakkının ilke düzeyinde ve koşulsuz savunulması sosyalist bir tutumdur. Gelgelelim ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı soyut değil, somut bir ilkedir. Eğer ayrılık devrim ve sosyalizm mücadelesine katkıda bulunuyorsa savunulur. Yok eğer gericiliği, sermaye egemenliğini ve emperyalizmi güçlendiriyorsa sosyalistler ayrılıktan değil, birlikten yana olmak zorundadır.
21- PKK ve Kürt hareketi hızla Türkiye’nin (var olduğu kadarıyla) ilerici tarihsel birikiminden ve devrimci ikliminden uzaklaşmakta, soldan kopmakta ve bütün sınıfsal taleplerini geri çekmektedir. Ortada, Kürt hareketinin milliyetçi taleplerinden başka bir politik program kalmamaktadır. Bu program mevcut haliyle sosyalistler tarafından desteklenmekten çok uzaktır. Dolayısıyla Kürt hareketi, kendisini yeniden Türkiye devriminin bir bileşeni olarak konumlandırmalı, solla ilişkilerini onarmalı, daha da önemlisi sola yönelik yukarıdan bakan, şımarık ve itici üslubunu terk etmelidir. Aksine her tutum Türk ayrılıkçılığını güçlendirmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Bir kez daha ve altı çizilerek belirtilmelidir ki, Türk solunun, Türk işçilerinin, emekçilerinin ve aydınlarının desteği sağlanmadan Kürt sorununun adil, demokratik, onurlu ve barışçıl çözümü mümkün değildir. Tersine her girişim gericiliği güçlendirecektir. Sürecin facia ile sonuçlanması, örneğin bu toprakların Yugoslavyalaşması uzak ihtimal değildir. “Bin yıllık kardeşlik” retoriği durumu kurtarmaya yetmeyecektir. Henüz vakit varken yaklaşan felaketi önlemek için harekete geçilmelidir.
Sonuç olarak sol, Kürt sorununun Amerikancı ve gerici çözüm girişimine karşı çıkmalıdır. Hâkim ulus şovenizmini ve milliyetçiliği geriletecek ılımlı İslam projesini yenilgiye uğratacak, Türkiye’de Soğuk Savaş artığı gerici/ceberrut devlet yapılanmasını çözerek sol’un ve işçi sınıfı hareketinin önünü açacak Türk ve Kürt halkının ve emekçilerinin birliğini ve kardeşliğini güçlendirecek bölgedeki ve ülkedeki ABD hegemonyasını geriletecek, anti-emperyalist bir çözüm için mücadele edilmelidir. Bu çözümün PKK’siz gerçekleşmesi mümkün değildir. PKK de böyle bir çözümün siyasal, örgütsel ve psikolojik koşullarını hazırlamak için üzerine düşeni yapmalıdır.