ABC Politik

Merdan Yanardağ
6 Ağustos 2010
Email :

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı, AKP’nin topluma dayattığı Anayasa değişiklik paketinin referanduma sunulduğu bir ortamda tam anlamıyla bir krize dönüşmüş durumda. Geleneksel iktidar bloku içinde son on yılda ortaya çıkan ve günümüzde daha da belirginleşen yön ve program farklılaşmasının Ergenekon soruşturması üzerinden çatışmaya dönüşmesinden bu yana, YAŞ’ta ortaya çıkan kriz bu çatışmanın, deyim uygunsa bir tür sistem içi “savaş” boyutuna doğru evrildiği gözleniyor. AKP iktidarı rejimi dönüştürme operasyonunda, önündeki son engelleri de temizlemeye çalışıyor.

Sancılı bir süreç olsa da AKP hükümetinin bu virajı da sağlı sollu liberallerin desteğiyle alacağı anlaşılıyor.

İslamcı, muhafazakar ve liberal yazıcılar son YAŞ krizini de kuşku yok ki, bir demokratikleşme, sivilleşme, normalleşme, darbecilerin tasfiyesi, TSK’nın hukuki sınırlar içine çekilmesi vs. şeklinde sunacak ve yorumlayacakladır. Daha da önemlisi, bu durumdan bir kez daha AKP iktidarı için tarihsel ve ahlaki meşruiyet üretmeye kalkacaklardır.

Bilindiği gibi bu meşruiyet üretimi esas olarak eski solcular ve sol liberaller üzerinden gerçekleştiriliyor. Çünkü hazırladığı anayasa değişiklik paketini 12 Eylül rejimiyle hesaplaşma hamlesi diye sunan AKP iktidarı, bu meşruiyeti ancak 1980 askeri faşist darbesinin muhatabı olan, onunla savaşmanın onurunu taşıyan solun en azından bir kesimini yanına alarak gerçekleştirebilir. Bu nedenle çok satışlı gazetelerin hafta sonu eklerinde, yandaş (ve yanaşma) medyanın televizyon ekranları ve gazete sayfalarında gün geçmiyor ki, anayasa değişiklik paketine “evet” diyen bir eski solcu çıkmasın. Bu nedenle olsa gerek, adını daha önce belli bir sol kesim dışında kimsenin duymadığı Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) birden bire en muteber sol parti, Genel Başkanları Doğan Tarkan da devlet ve büyük sermaye televizyonlarının adeta kadrolu yorumcusu haline geldi.

***

Kapitalizm, emperyalizm, üretim tarzı, üretim ilişkileri, alt yapı, üst yapı, sömürü, artık değer, sınıflar, işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi gibi kavramları unutan ya da bunları antik çağa ait birer deyim gibi gören bilgisiz, sığ, yarı aydın ve daha da önemlisi liberalizmle ağır şekilde lekelenmiş bir kesim, AKP iktidarına verdikleri onayı toplum nezdinde bir kez daha tazeletmek için ellerinden geleni yapıyor.

Modern tarihin akışını merkez-çevre çatışması ve devlet-sivil toplum mücadelesi üzerinden açıklamaya kalkışan, sınıf mücadelelerini yok sayan, tarihselcilik ve toplumsal ilerleme kavramlardan habersiz olan bu kesimler, örneğin hiçbir sınıfsal ve tarihsel bağlama oturtmadan sosyoloji dışı bir kavramsallaştırmayla içinde bulunduğumuz politik ortamı “askeri vesayet rejimi” diye açıklıyorlar.

Devrimci Yol hareketinin 12 Eylül’de açılan davanın dosyasına göre “bir numaralı sanığı” olan, sosyalist hareketin önde gelen isimlerinden Birgün gazetesi yazarı Oğuzhan Müftüoğlu katıldığı bir televizyon programında çok haklı olarak şöyle diyordu:

“AKP’nin neoliberal politikalarını desteklemek için darbecilik konusunda ortaya çıkan arkadaşlar burjuvazinin, sınıfların, sömürü düzeninin ve emperyalizmin bu olayla ilişkisini gizlemek için büyük çaba sarf ediyorlar. Bu doğrusu sosyalist olma iddiasındaki birisi için çok büyük ayıptır.

“Bir süredir ezberleri bozacağız diye başlayan bir süreç var. Ne sınıf ne emperyalizm ne düzen ne sömürü ne sermaye hiçbir şey akla gelmiyor, bütün tarihsel ve toplumsal olaylar bir devlet-sivil toplum çelişkisi, askeri vesayet-sivil vesayet içinde anlatılmak isteniyor. Yok böyle bir şey. Sosyalistin litaratüründe yok böyle bir şey. Yüz yıldır diyor bir arkadaş, Türkiye askeri bürokrasi ile burjuvazi ya da toplum arasındaki mücadeleye sahne oluyor. Böyle bir gerçek var mı?” (22 Temmuz 2010, NTV‘de ‘12 Eylül ve Referandum‘ başlığıyla yapılan programda Oğuzhan Müftüoğlu‘nun yaptığı konuşma. Tam metin için bkz. www.birgun.net)

***

Amerikancı ve Nato’cu olanların derin devleti tasfiye edeceklerine, Kontrgerilla’dan hesap soracaklarına inanılabilir mi?

Kontrgerilla’nın NATO’ya, dolayısıyla ABD’ye bağlı bir gayri nizami harp (kural dışı savaş) örgütü olduğu herkes tarafından bilinen bir sır olduğuna göre Vaşington ve Brüksel’in desteğiyle sürdürülen bir operasyon ile derin devletin tasfiye edilmek istendiğini ileri sürmek, tam bir saçmalıktır.

Bu nedenle, YAŞ toplantısında ortaya çıkan krizi demokratikleşme, askeri vesayetin tasfiyesi, ülkenin normalleşmesi gibi gerekçelerle açıklamaya çalışanlar, dahası bu değerlendirme üzerinden AKP hükümetine açık destek verenler hem yalan söylüyor hem de halka karşı suç işliyorlar.

Şimdi gelin gerçeği arayarak şu YAŞ krizinin arkasında nelerin yattığına, bazı askerlerin niçin tasfiye edildiğine biraz daha yakından bakalım. Önce Zaman gazetesi yazarı Prof. İhsan Dağı’nın Ergenekon soruşturması hakkında geçen yıl yazdığı bir makaleden uzunca bir alıntı:

“Ergenekon, devlet içinde bulunan resmi bir yapının deformasyona uğramış hali. Kökleri de belli: Özel Harp Dairesi, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra Avrupa’daki birçok NATO ülkesinde olduğu gibi bizde de örgütlendi. Mali kaynakları, teçhizatı NATO’dan sağlandı. Amaç, Soğuk Savaş döneminde ülkenin muhtemel bir Sovyet işgaline uğraması veya komünist bir ihtilâle maruz kalması durumunda ‘sivil direniş’i örgütlemekti.

“Peki, böyle bir ülkede elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalır mı? (…) Malzeme elde, Rusçu ekip güçlenmiş NATO’nun ikinci büyük ordusu, ‘ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran’la ittifak kuralım’ diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. (…) NATO’yu Türkiye için en büyük tehlike olarak ilan edip, bir NATO ordusunun bu kadar tepesine çıkmış bir grubun varlığı şaka değil, bütün Batı ittifakı mensuplarının kaygıyla izleyeceği bir durum.” (İhsan Dağı, Zaman gazetesi, 13 Ocak 2009)

İşte böyle…

YAŞ toplantısında ortaya çıkan kriz, Avrasyacıların Ergenekon soruşturmasıyla başlatılan tasfiyesinin bir devamıdır. NATO’dan çıkmayı savunan, çok yönlü ve çok odaklı bir dış politika izlenmesini önererek Türkiye’nin özerklik alanını genişletmeyi hedefleyen, Cumhuriyetçi ekip tasfiye ediliyor. AKP iktidarı TSK üzerinde de tam bir hakimiyet kurmaya çalışıyor. Dolayısıyla darbe senaryoları, andıçlar, irticayla mücadele planları, “Balyoz” seminerleri vs. bu tasfiye için imal edilmiş belgeler olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.

TSK gibi önemli bir NATO ordusunda böyle bir ekibin inisiyatif kazanması, ABD’nin küresel ve bölgesel çıkarları ve siyasetleri için ölümcül bir tehdit anlamına gelmiş olacak ki, Vaşington AKP hükümetinin yürüttüğü operasyona tam destek veriyor.

Kendi siyasal ve toplumsal projelerini hayata geçirmek için ABD ve Batı’yla çatışmak yerine onlarla uzlaşmayı ve anlaşmayı en uygun yol olarak gören AKP-Cemaat koalisyonu da bu olanaktan ve önlerine gelen tarihsel fırsattan sonuna kadar yararlanıyor.

***

Devam edelim ABD’nin küresel siyasetlerini çok demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle savunan Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar büyük bir pervasızlıkla şunları söylüyor:

“On üç yıl Washington’da gazetecilik yaptım. Bu yıllar bana, ABD’nin Türk ordusuyla arasındaki ilişkinin kalıcı biçimde yıpranmasını asla istemeyeceğini öğretti. Bununla beraber Amerikan siyasetinin ve ordusunun Türkiye’yi iyi tanıyan mensuplarının, TSK’nın soğuk Savaş sonrasındaki performansına kuşkuyla baktıklarına da birçok kez tanık oldum.

“Türk ordusunun Washington’da, ‘gitgide Batı’dan kopan, bazı unsurlarıyla Rusya’nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs’ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi içine sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de Türkiye’nin küreselleşmesiyle uyumlu değişimlerden de, giderek Türkiye toplumundan da kopuk’ bir kurum olarak algılanmaya başladığını gözlemledim.

“Yukarıda aktardığım gözlemin yol açabileceği kestirmeci yorumların farkındayım. Ama bu gözlemden, Ergenekon soruşturmasında ABD parmağı olduğu sonucu çıkmaz. Doğru teşhis, İhsan Dağı’nın da yazdığı gibi, TSK’nın üst kademesinin Ergenekon soruşturmasına engel olmayarak kendini Batı ittifakı içinde yeniden konumlandırmaya çalıştığıdır.” (Yasemin Çongar, Taraf gazetesi, 14 Ocak 2009)

İşte böyle… Bir NATO ordusunda, insana öyle “NATO’dan çıkalım” dedirtmiyorlar. Öyle iddia edildiği gibi yaşananlar demokratikleşme filan değil, düpedüz NATO güdümlü bir örtülü darbe girişimidir. O nedenle islamcı, muhafazakar ve liberal yazıcılar artık şu “demokratikleşme” ve “sivilleşme” palavralarını bir yana bırakmalıdır. ABD ve NATO’nun yürüttüğü bir operasyon ile kontrgerilla ve derin devlet tasfiye edilemez.

***

Elbette NATO eliyle yürütülen bir operasyonun “demokrasi” getireceği ileri sürülünce, önce NATO’nun demokratikleştirilmesi gerekiyor. İşte, dünyadaki en büyük emperyalist saldırganlık örgütü olan NATO’nun demokratikleştirilmesi görevini de, bugün liberal sola da ayar veren Prof. Mehmet Altan yapıyor. İbret verici bir NATO ve militarizm güzellemesi yapan M. Altan şunları söylüyor:

“NATO kurulduğunda Sovyet’lere karşı en vurucu ölüm makinesi, Soğuk Savaş’ın en keskin kılıcıydı… Sovyet’lerin ardından nitelik değiştirdi. NATO 1949 yılında kurulmuştu… Nitelik değişiminin en şaşırtıcı virajı ise, 1998 yılında NATO’nun ellinci kuruluş yılını kutlarken yaşandı. Örgüt ‘demokrasiyi korumayı’ da temel hedefi haline getirdi. Kendi halkına eziyet eden Miloseviç’in ülkenin ‘hükümranlık’ hakkına pabuç bırakmadan NATO tarafından devrilmesi bu açıdan bir milattır…

“Batı’yı boşlayarak NATO’dan ayrılmak, bölgedeki diktatörlüklerle, hatta din devletleriyle ittifaklara gitmek üst düzey askerler tarafından dillendirilir oldu… (…) Tuncer Kılınç, ‘NATO’da en uzun süre görev yapan Türk Paşası’… Ama MGK Genel Sekreterliği görevinin hemen başlarında, ‘Çin, Rusya, İran ve Suriye ile ittifak kuralım’ diyen de o oldu… (…) Ergenekon Terör Örgütü sadece içeride bir darbe girişimi değil… Türkiye’yi ‘Batı’daki demokrasi ittifakından’ koparma girişimi… (…) Özetle NATO askeriye üzerinden tekrar geriye dönüyor denilebilir… (Mehmet Altan, Star gazetesi, 15 Ocak 2009)

Mantık şöyle işliyor NATO’dan ayrılınca Batı’dan da kopuyorsunuz, Batı’dan kopunca da demokrasilerin dışına düşünüyorsunuz. Böylece yeryüzünün en büyük askeri örgütlenmesi, insanlığa karşı suç işleyen dev savaş makinası dünyada kolay kolay görülemeyecek şekilde ve çok demokratik gerekçelerle aklanıyor. Hem de pek sivil, liberal ve demokrat aydınlar tarafından.

Oysa tasfiye devam ediyor, bunun adına da “askeri vesayet” rejiminin yıkılması diyorlar. “YAŞ’da kiriz” denilen hadise bundan ibarettir.

NATO ve demokrasi… Nasıl ama?