Bekliyordum… Bir gün birinin, Emniyet Örgütü’nden bir polis şefinin çıkacağını ve her şeyi açıklayacağını bekliyordum. Başka türlü olamazdı çünkü. Bu kadar haksızlık, adaletsizlik, kıyıcılık, sahtekârlık, imzasız ihbar mektuplarına dayalı gözaltı ve tutuklamalar, sahte belge üretimi, illegal İslamcı örgütün yönlendirdiği bir dizi hukuksuz operasyon ve nihayet açık bir halk düşmanlığı karşısında mutlaka biri çıkacak ve büyük planı, stratejik bir hedefi olan komployu açıklayacaktı.
Nitekim öyle oldu. Üstelik İslamcı ve Cemaate yakın bir isim olarak tanınan emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı çıktı ve “Kral çıplak” dedi.
Bir makalemde bunları yazmış ve eklemiştim “Bir gün gelecek ve bazı solcu arkadaşlarımız bugün yaptıkları Ergenekon değerlendirmeleri için utanacaklar.”
Cemaatin-AKP koalisyonunun ve onlarla müstehcen bir işbirliği içindeki liberallerin peşine takılarak Ergenekon operasyonlarına destek veren, bu soruşturmanın gerçek amacını anlamamakta direnen bazı solcu arkadaşlarımız utanırlar mı bilmiyorum. Ama Polis Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarında ışık evlerinde kalan, çocukları Samonyolu Koleji’nde okuyan, Cemaat’in gazeteleri tarafından hakkında övgüler düzülen, 28 Şubat döneminde TSK’ya karşı mücadele eden ve bu nedenle tutuklanan, Susurluk Çetesi’nin deşifre edilmesinde önemli bir rol oynayan ve Fethullah Gülen’e yakın bir polis şefi olarak tanınan Avcı’nın “kral çıplak” demesi önemliydi.
Avcı’nın yazdığı “Haliç’te yaşayan Simonlar / Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitap, referandum öncesinde kelimenin tam anlamıyla Türkiye gündemini altüst etti. İslamcı ve yandaş medyanın bütün çürütme, önemsizleştirme, yazılanlar hakkında kuşku yaratma ve görmezden gelme tutumuna karşın Hanefi Avcı’nın yazdıkları ülkeyi sarstı. Ergenekon soruşturması, Balyoz Darbe Planı, Hrant Dink cinayeti, Danıştay saldırısı gibi bir dizi gelişmenin gerçekte bir İktidar-Cemaat operasyonu olduğunu ve bu gücün devleti bütünüyle ele geçirmeyi amaçladığını yazanları, Hanefi Avcı birinci dereceden bir tanık, polis örgütü içindeki cemaatçi yapılanmanın pilot kabininden gelen bir isim olarak doğruladı. Bu değerlendirmeleri birer iddia olmaktan çıkardı ve kesinleştirdi. Yarattığı sarsıcı etkinin nedeni budur.
Avcı’nın sadece tanıklık yaparak değil, kanıtlar sunarak ve kimi kanıtlara nasıl ulaşılacağını da belirterek yazdığı bu kitap, öyle görünüyor ki, AKP-Cemaat koalisyonunun Türkiye’yi dönüştürme projesinde büyük bir kırılma yaratacak. İktidar gücü, bürokraside gerçekleştirilen yoğun kadrolaşma ve Polis Örgütü ile özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler üzerinden gerçekleştirilen örtülü darbe rejiminde önemli bir gedik açacağı anlaşılıyor.
***
Avcı aslında defalarca işaret ettiğimiz, yazdığımız başta solcu ve sosyalist çevreler olmak üzere kamuoyunu uyardığımız konuları bir polis şefi olarak ve doğrudan tanıklığa ve kanıtlara dayalı olarak tekrarlıyor o kadar.
Örneğin, Ergenekon iddianamesinde PKK’nin, Devrimci Sol’un (DHKP-C), MLKP’nin, İBDA-C’nin ve Hizbullah’ın Ergenekon örgütü tarafından yönetildiği şeklindeki değerlendirmenin ciddiyetsiz ve hiçbir kanıta dayanmadığını, poliste de bu yönde bir bilginin olmadığını belirtiyor.
Doğru, bu iddia gerçekten komik. Hatırlanacaktır ben de buna defalarca işaret etmiş ve Ergenekon savcılarının iddianameler üzerinden Türkiye’yi yeniden formatlamaya çalıştığını, yeni bir resmi tarih yazmayı amaçladıklarını ve bu nedenle Cumhriyetin kurucu değerlerini İslami bir anlayışla değiştirmek istediklerini vurgulamıştım.
Biz bu olgulara işaret ederken, bazı arkadaşlarımız ve liberal aydılar ise Ergenekon iddianamesini parçalı şekilde değerlendirmeye kalktılar. Örneğin, Kürt sorununun çözümü konusunda yüksek duyarlılık gösteren bu çevreler, bir yandan Ergenekon soruşturmasına büyük destek verirken, diğer taraftan savcıların PKK’ye, dolayısıyla DTP/BDP’ye yönelik olarak “Ergenekon örgütlenmesidir” şeklindeki iddialarını ise görmezden geldiler. Devrimci Sol’un bir kontrgerilla örgütlenmesi olduğu şeklindeki büyük saçmalığı suskunlukla geçiştirdiler.
Ellerine pankartları alıp Silivri’ye koşan ve “Ergenekon soruşturması sonuna kadar gitsin” diyen bazı arkadaşlarımız ise, trajikomik bir duruma düştüler. İddianamelerin yeni bölümleri açıklandıkça, bir de baktılar ki, bağlı oldukları ya da sempati duydukları örgüt de Ergenekon’un “taşeron bir yapılanması” diye suçlanıyor. Hatta Gazi Katliamı gibi bir dizi Kontrgerilla eylemi (çakma değil, gerçek Kontrgerilla operasyonu) kendilerinin üzerine yıkılmış.
Oysa, adı geçen arkadaşlarımız ya iddianamenin bütün savlarını kabul etmek ya da biri yanlışsa tümünün de yanlış olabileceğini görmek zorundaydı. Sosyalist hareketin 1960’lardaki ilk göz ağrısı Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) bile “terörist örgüt” diye nitelendirildiği Ergenekon iddianamesinin bir bölümüne sahip çıkıp bir bölümünü reddetmek kadar saçma bir tutum olabilir miydi? Sol böyle bir keyfilik içinde olaylara, siyasal gelişmelere ve tarihe bakabilir miydi? Kimsenin böyle bir lüksü var mıydı?
Ama oldu. Ufuk Uras gibi kendisini hâlâ solcu sayan ve Meclis’te sosyalistleri temsil ettiğini iddia eden bir liberal bile, bütün olan bitenlere karşın, “Referandum’da hayır oylarının kazanması Ergenekon’un zaferi olur” diyecek kadar akıl ve izan dışına düşebildi.
Diğer taraftan iddianamenin bir hukuk metni değil, bir siyasal polemik belgesi gibi olması aslında çok doğaldı.
Çünkü Ergenekon soruşturmasını yürüten irade bir alan temizliği yapyor ve yeni bir rejim inşa etmeye çalışıyordu. Dolayısıyla sadece cumhuriyetçi-laik muhalefeti değil, insanlığın bütün ilerici mirasının ve bu mirasın doğal temsilcisi olan solun da ideolojik ve politik olarak mahkum edilmesi gerekiyordu.
Bu tasfiyeyi polis ve adliye eliyle, siyasal şiddet kullanarak gerçekleştirmeye çalıştılar.
***
Avcı, Hrant Dink cinayetinin Ergenekon’a yıkılmasının da hiçbir kanıta dayanmadığını belirtiyor ve bu olayda da bir Cemaat gölgesi olduğuna işaret ediyor. Bir dizi belge, tanıklık, teftiş kurulu raporları ve resmi istihbarat verileri Dink cinayetine Emniyet’teki Fethullahçı yapılanmanın bir anlamda “yol verdiğini” ortaya koyuyor. Yani, istihbarat ve teknik takip birimlerini elinde tutan Cemaatçi polislerin, Ergenekon operasyonu için uygun bir atmosfer/kamuoyu yaratacağını hesapladığı –ki böyle de oldu- Hrant Dink cinayetini önlemediği tartşılmaz şekilde ortaya çıkıyor.
Ancak, bazı arkadaşlarımız Hrant Dink’in ölüm yıl dönümlerinde hala “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye slogan atmaya devam ediyor. Oysa, Hrant Dink böyle bir slogan atılsın diye öldürüldü. Tasfiye ve rejimin dönüştürülmesi için bir gerekçe yaratmak, psikolojik bir arka plan oluşturmak için katledildi. Eğer bu sloganla kastedilen Kontrgerilla ise, onun Ergenekon davasıyla bir ilgisi yok.
Bilindiği gibi uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaptığı gerekçesiyle (bir mafya muhbiriyle görüştüğü için) tutuklanan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Aslan, Hrant Dink cinayetini araştırdığı ve polis içindeki Cemaatçi yapıyı işaret eden bazı kanıtlara ulaştığı için kendisine tuzak kurulduğunu açıklamıştı. Çünkü, zaten yapması gereken şeyi yaptığı için, kendisine bağlı çalışan polis muhbiriyle konuştuğu gerekçesiyle tutuklanması gerçekten de saçmaydı. Hatırlanacağı gibi, Hanefi Avcı da, uyuşturucu kaçakçılığı konusunda, “Kendisine kefilim, ben yaparım o yapmaz” demişti. Emin Aslan, daha sonra serbest bırakılmış ve iddiaların gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Ancak, genel müdür yardımcılığından alınmış ve kızağa çekilmişti. Zaten amaç da buydu.
Yine bir başka Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü de Silivri Mahkemesi’nin sorduğu resmi soruya, emniyet istihbaratı ve arşivindeki bilgilerine dayanarak, “Ergenekon diye bir örgüt yoktur” diye cevap verdiği için, yine imzasız bir ihbar mektubu ile hakkında soruşturma açılıp görevden alınıyordu. Genel Müdür olması beklenen ve bu nedenle AKP’ye de yakın duran Gülcü’nün günahı, Emniyet’teki Fethullahçı yapılanmaya karşı tavır almasıydı. Gülcü şu anda 6 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.
Fethullahçı Ramazan Akyürek’ten önce Emniyet İstihbarat Daire başkanı olan Sabri Uzun da yine Cemaat tarafından tasfiye edilen emniyet müdürlerinden. Uzun, Başbakanlık Teftiş Kurulu’na başvurarak verdiği ifadede, Hrant Dink’in öldürüleceğine dair istihbaratın ve ihbarın Fethullahçı polisler tarafından kendisinden saklandığını ve böylece Dink’e koruma verilemediğini, oysa cinayetin kesinlikle önlenebileceğini söylemişti.
Aslında benim de aralarında olduğum bazı sosyalist yazar ve analistlerin belli bir bütünlük içinde çözümlemeye, dikkat çekmeye ve gündeme getirmeye çalıştığı bir dizi konu hakkında, şimdi görevdeki bir emniyet müdürü, bir dönem Cemaatin ve iktidarın gözdesi olan bir polis şefi yazıyor. Daha da önemlisi ihbar ediyor. Resmi dilekçelerle ilgili makamlara başvuruyor. Bizi ka’ale almadıkları belli de, bakalım imzasız ihbar mektupları üzerinden onlarca generali mahkemelere çeken, Yüksek Askeri Şura’yı kuşatan ve TSK komuta kademesini belirleyen iktidar, açık kimlikle yapılan bu ihbar karşısında ne tutum alacak? AKP hükümetinin yaptığı ilk iş Hanefi Avcı’yı görevden almak olduğuna göre, bundan sonra alacağı tutumu tahmin etmek de zor değil.
***
Sonuç olarak Avcı’nın kitabı, kolaycı sonuçlar çıkaran, liberal ezbere dayanan, zihinsel bir çaba içermeyen, medya ortamında, siyasal alanda ve entelektüel hayat üzerinde estirilen liberal ve gerici terörün baskısı altında yapılan değerlendirmelerin ne kadar sığ ve yanlış olabileceğini ortaya koydu.
Oysa, olayları farklı bir şekilde değerlendiren, gerçeği bulmaya çalışan ve bunun için bilimsel kuşkuculukla hareket eden sosyalistlere “milliyetçi”, “Ergenekoncu” hatta “neo-faşist” diye saldıran bilgisiz, sevgisiz, yüreksiz ve zeka özürlü kimi çevreler bu türden değerlendirmelerin (küfür demek daha doğru galiba) AKP-Cemaat koalisyonunun rejimi değiştirme operasyonuna hayati önemde bir meşruiyet sağladığını göremediler.
Avcı’nın kitabından sonra durum değişir mi? Hiç ümidim yok ama umarım değişir.