ABC Politik

Merdan Yanardağ
1 Ekim 2010
Email :

AKP’ye ve Cemaat’e yakın bir polis olarak tanınan, milliyetçi-muhafazakar çizgideki Birinci Sınıf Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, devlet içindeki Fethullah Gülen örgütlenmesini deşifre eden kitabından sonra, hiçbir incelik taşımayan, ciddi hiçbir zihinsel çabanın ürünü olmayan bir komployla Devrimci Karargah isimli örgüte yardım ettiği ileri sürülerek tutuklandı. Bu tutuklanma ülkede ve bazı sol çevrelerde tam anlamıyla şaşkınlık yarattı.

Hayatı sol örgütleri takip ve soruşturmayla geçmiş Hanefi Avcı, Cemaatin artık çok büyük, tehlikeli ve güçlü bir örgüt haline geldiğini, neredeyse devleti bütünüyle ele geçirmek üzere olduğunu, dolayısıyla hayatı kendisini için cehenneme çevirebileceklerini bildiğini söylemesine karşın, yine de böyle kaba bir komplo, yani “illegal sol bir örgüte yardım etme” gerekçesi beklenmiyordu.

Avcı’nın kitabı okunduğunda, Gülen örgütlenmesini yakından takip edenlerin hemen görebilecekleri bir durum açıkça ortaya çıkıyor. Cemaat harekete geçmiş durumda. Sabırla ve planlı bir çalışmayla onlarca yıl içinde geliştirilen örgüt, harekete geçme zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki, büyük, kıyıcı ve yıkıcı bir makina, adeta bir bulldozer gibi ilerlemeye başlamış. Önüne çıkan her engeli eziyor.

Hanefi Avcı olayında, ortada tam bir intikam ve itibarsızlaştırma operasyonu bulunduğu anlaşılıyor. Daha da önemlisi Avcı’nın arkasından gelebilecek benzer çıkışları önlemek için “gözdağı” veriliyor. Başka polisleri sindirecek bir örnek yaratılıyor.

Kamuoyundaki bu şaşkınlık, Hanefi Avcı’nın ilişkili olduğu iddia edilen Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu TÖP) gibi sol gruplar ile Devrimci Karargah örgütünün, yandaş ve İslamcı medya tarafından Ergenekon örgütlenmesiyle ilişkilendirilmesi sonucu daha da arttı.

Üstelik saşkınlar arasında, daha once Ergenekon sonuşturması için “Sonuna kadar gidilsin…” diyen sol çevreler ve kimi aydınlar da vardı. Ergenekon operasyonu/soruşturması ile Kontrgerilla yapılanmasının tasfiye edileceğini sanan, darbecilerden hesap sorulmasını bekleyen, daha da trajik olanı Türkiye’nin demokratikleşeceğini bekleyen bu çevreler şimdi irkilmiş görünüyorlar.

***

Sol Portal’da bu konuda arka arkaya çok önemli iki yazı yayımlandı. Neredeyse benim bu hafta bütün söylemek istediklerimi, hem de çok iyi şekilde ifade eden yazılardı bunlar.

O nedenle, kendi görüşlerimi açıklarken söz konusu yazılara, hem yeniden dikkat çekmek hem kimi bölümlerinin altını çizmek hem de bu konuda solu uyaracak bir tartışmanın başlatılmasına katkıda bulunmak için, daha once pek tercih etmediğim ölçekte uzun alıntılar yapacağım. Yazı uzasa bile değer diye düşünüyorum.

İlk yazı Kemal Okuyan’dan… Okuyan, “Neo-faşizmin tetikçileri için ağıt” başlıklı bu önemli yazısında şöyle diyor:

“Sonuna kadar gidilsin…’ Ergenekon operasyonu sırasında liberallerin dileğiydi bu. Hükümete, polise, savcıya cesaret aşılamak istiyorlar, “başladığınız işi bitirin” diyorlardı.

‘Sonunu görelim’ dediklerine göre, operasyonun yönünden, doğrultusundan hoşnutlardı.

Anayasa değişikliğine ilişkin referendum sürecindeyse aynı mantıkla ‘Yetmez ama evet’ti mottoları.” (Sol Portal, 29 Eylül 2010)

Kimi aydınların ve solun bazı kesimlerinin daha önce AKP ve Cemaat’in yedeğine niçin takıldıklarını ve artık neden gözden düşeceklerine ya da bir kenara bırakılacaklarına dair vurucu saptamaların yapıldığı yazısında, Okuyan şöyle devam ediyor:

“Ergenekon operasyonu zaman içinde dallanıp budaklandı, başka isimler altında başka dosyalar açıldı, Türkiye ‘şok gözaltı ve iddianameler’den hiç mahrum kalmadı. (…)

“Birkaç yıldır Türkiye’de gerçekleştirilen siyasi içerikli operasyonların tamamı uydurulmuş senaryolara ve imal edilmiş ya da kanırtılmış delillere dayanmakta. Muhatapların bir bölümünün ‘gerçek suçlu’lar olması, yaşanmışlıkların öykülere serpiştirilmesi giderek önemini yitiriyor.

“Zaten artık daha az önem veriyorlar kamuoyu desteğine, kamuoyunun ikna edilmesine. Nasılsa ilk kritik evreyi atlatıp, geniş bir kesimi ‘arada kurunun yanında yaş da yansın ama şu ülke temizlensin’ duygusuyla yanlarına çektiler.” (Kemal Okuyan, a.g.y)

Doğrusu bu yazıyı görmeyenler, hemen ilgili sayfaya gidip tamamını okumalılar. Dahası bu yazıda ortaya konulan yaklaşım üzerinden sosyalist harekette bir tartışma başlatılmalı ve insanlar uyarılmalıdır.

İş öyle bir raddeye geldi ki, liberalizmle lekelenmiş bazı sol kesimler darbecileri sosyalistlerin arasında bile aramaya başladılar. Bu konuda her şey zıvanadan çıktı. Öyle ki, bula bula bir konferans sırasında Prof. Yalçın Küçük’ü protesto etmek gibi bir saçmalık bile yapıldı. Sol adına tam bir rezaletti. Öyle anlaşılıyor ki, İktidar’ın ve Cemaat’in, Emniyet İstihbaratı üzerinden geliştirdiği psikolojik harekat gerçekten başarılı olmuştu.

***

İkinci yazı, yine Sol Portal yazarlarından Fatih Yaşlı’nın “Türkiye büyülü hapishane” başlıklı makalesi. Fatih Yaşlı, bir kısım solun Ergenekon operasyonlarına verdiği destek eylemlerinin kronolojisinden hareketle bize büyük fotoğrafı gösteriyor. Bu kesimlerin nasıl gerici bir operasyonun parçasına dönüştürüldüklerini çarpıcı şekilde ortaya koyarak ilgili çevreleri uyaran Fatih Yaşlı şunları söylüyor:

“Tarih 20 Ekim 2008. Silivri Cezaevi’nde Ergenekon soruşturmasının ilk duruşması yapılıyor. Ezilenlerin Sosyalist Platformu’nun bir gün önce başlattığı “İstanbul’dan Silivri’ye Adalet Yürüyüşü” cezaevinin önünde son buluyor ve ESP üyeleri cezaevinin önünde yaptıkları açıklamada “davanın Türkiye’de demokrasi, adalet ve eşitlik ikliminin genişlemesi”ne yol açması talebini dillendiriyorlar. Aynı gün cezaevi önünde başka sol yapılar da bulunuyor. SDP*, TÖP, EHP, EMEP, ÖDP** gibi örgütler de cezaevi önünde “Ergenekon’da sonuna kadar gidilmesi” talebiyle eylem yapıyorlar.

“Tarih 24 Şubat 2009. Yalçın Küçük Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin davetlisi olarak katıldığı “Aydınlarla Yüzyüze” isimli panelde Sosyalist Demokrasi Partisi üyesi bir grup genç tarafından protesto ediliyor ve protestocu grup “darbeciler halka hesap verecek” ve “yaşasın halkların kardeşliği” şeklinde sloganlar atıyorlar.

“Tarih 12 Ocak 2009. Ergenekon soruşturması kapsamında yürütülen kazı çalışmalarında el bombaları, işaret fişekleri ve G-3 mermileri bulunuyor. Özellikle yandaş basında çıkan haberlerde ele geçirilen bombaların MLKP’nin 2003-2006 yılları arasında kullandığı el bombalarıyla aynı seriden olduğu iddia ediliyor. Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinde ise başka birçok örgütün yanı sıra MLKP’nin de Ergenekon tarafından yönlendirildiği ve Gazi Mahallesi’nde 1995 yılında yaşananların bu yönlendirme sonucunda yaşandığına ilişkin iddialara yer veriliyor.
“Ve tarih 21 Eylül 2010. RED dergisinden Hakan Soytemiz ve Bilim ve Gelecek dergisinden Baha Okar’ın yanı sıra SDP ve TÖP üyesi 15 kişi Devrimci Karargâh operasyonu kapsamında gözaltına alınıyor, sonrasında ise 2 kişi hariç gözaltına alınanların hepsi tutuklanarak cezaevine konuluyor. İlginç olan ise şu ki, yine yandaş basında çıkan haberlerde, yürütülen soruşturmaya dayanarak, Devrimci Karargâh örgütünün Ergenekon tarafından kurulduğu iddia ediliyor. Buna göre, terör örgütlerinde yaşanan kopmaların ardından “bütün bu kaçışları yeni ve adı kirlenmemiş bir örgüt etrafında toparlamak ve ülkemizde akan kanı devam ettirmek için Devrimci Karargâh diye bir örgüt” yaratılıyor.

“Sadece bu bile, yaşanan sürecin, AKP/cemaat koalisyonunun iktidarını tahkim etmeyi amaçladığına, Türkiye’deki tüm muhalif unsurları sindirme politikalarının bir parçası olduğuna, derin devletin tasfiyesinden ziyade bir konsept değişikliği yaşandığına, yaratılan hayalet bir örgüt aracılığıyla kontrgerillanın ve Türk sağının bütün suçlarından aklanmak istediğine ilişkin en başından beri söylediklerimizde ne denli haklı olduğumuzu gösteriyor.” (Fatih Yaşlı Sol Portal, 28 Eylül 2010)

***

Hanefi Avcı artık çok ünlü hale gelen “Haliç’te Yaşayan Simonlar/Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitabında çok önemli bilgi ve belgelere yer veriyor. Dahası, polis örgütünün deyim uygunsa ‘pilot kabini’nden gelen üst düzey bir emniyet müdürü olarak, çarpıcı değerlendirmeler yapıyor.

Hanefi Avcı kitabında ısrarla Ergenekon operasyonu ve soruşturmasının bir komplo olduğuna, üretilen ve zorlama kanıtlara dayalı bir dava açıldığına dair en önemli kanıtın PKK ve Dev-Sol (DHKP-C) gibi sol örgütlerin Ergenekon tarafından yönetildiğinin iddia edilmesi olduğunu söylüyor. Avcı, “bırakın polis olmayı” diyor, “Aklı ve mantığı olan herkese ben iki kere ikinin dört ettiği kesinlikle bu iddiaların doğru olmadığını ispatlayabilirim.”

Gerek Hrant Dink gerekse Danıştay cinayetlerinin Ergenekon örgütlenmesine ve davasına bağlanmasının, bu cinayetlerden Ergenekoncuların sorumlu tutulmasının da tamamen zorlama olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını belirten Avcı, Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Emin Aslan ve Mustafa Gülcü’nün de bir komplo ile tutuklandığını ya da görevden alındığını söylüyor.

Hatırlanacağı gibi Emin Aslan tahliye olduktan hemen sonra yaptığı açıklamada, Emniyet içinde Hrant Dink cinayetini soruşturmaya başladığı ve sorumluları ortaya çıkarmak amacıyla harekete geçtiği için tasfiye edildiğini açıkladı. İnanılır gibi değil ama bu çarpıcı açıklamaya kimse aldırmadı. Üstelik Hrant dink cinayetinin bazı Cemaatci polisler tarafından işlettirilmiş olabileceği imasını taşıdığı halde…

Öte yandan bazı solcu arkadaşlarımız hala “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye slogan atmayı sürdürüyor. Kimsenin de aklına, Ergenekon davasının politik iklimini yaratmak ve kamuoyu desteği sağlamak için bu cinayette Cemaatin parmağının olabileceği gelmiyor. Hayret!

Mustafa Gülcü de –ki Milli Görüş yanlısı bir polis şefi olarak tanınıyor- resmi talep ve soru üzerine, “polis kayıtlarında Ergenekon diye bir örgütün bulunmadığını” ve “istihbarat çalışmalarında da böyle bir örgüte rastlanmadığını” yine resmi yazı ile mahkemeye bildirdikten sonar, yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle görevden alınıyor.

***

Gelgelelim, durum böyle olduğu halde bazı solcular ve Kürt politikacıları, inanılır gibi değil ama halen “Sonuna kadar gidilsin…” demeyi sürdürüyorlar.

O halde sormak gerekiyor, “Siz PKK, Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) ve Dev-Sol’un da birer Ergenekon yapılanması olduğuna inanıyor musunuz? Eğer inanmıyorsanız, düzenlenen iddianamenin diğer bölümlerinin doğru olduğunu nereden biliyorsunuz?” Evet, nereden?

Gerçeğe bu kadar parçalı ve insanlığın bütün hukuk birikimi gözardı edilerek bakılabilir mi? Dahası, sadece iktidar ve Cemaat yayınlarına, yürütülen propagandaya ve psikolojik harp operasyonlarının ürünlerine bakılarak karar verilebilir mi? Böyle davranmak sol’a yakışır mı?

Örneğin Geçitli Köyü’nde bir bomba patlatılıyor, siviller ölüyor ve BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş daha hadisenin ne olup olmadığı anlaşılmadan, “Ergenekon örgütü diyalog başlatma girişimini sabote etmek için yaptı” diyor.

Oysa savcıların var olduğunu iddia ettikleri o örgüt, yine savcılara göre PKK’yı da yönetiyor. Peki sizler, yani değişik alanlarda Kürt siyasal örgütlerini yönetenler buna da inanıyor musunuz?

İnsan, Ergenekon ile kastettikleri galiba Kontrgerilla diye düşünüyor. Ama bu kadar keskin bir politik mücadele sürecinde yöneticiler sap ile samanı birbirine karıştırmamalıdır. Dil ve kullanılan kavramlar silahlardan daha önemli ve yakıcı olabiliyor çünkü.

Eğer Ergenekon iddianamelerinin bir bölümü, evet sadece bir bölümü bile yanlış ise bütün bölümleri de yanlış olabilir demektir. Kaldı ki, hazırlanan iddianamelerin neredeyse tamamına yakın bölümü yanlış bilgilere, imal edilmiş sahte belge ve kanıtlara dayalı. Yargılananların silahlı örgüt olduğu izlenimi yartmak için gömülen kullanılamaz silahlara, kim oldukları şüpheli gizli tanıklara ve imzasız ihbar mektuplarına, ev ve iş yerlerine konulan CD’lere, bilisayarların disklerine yapılan yüklemelere filan dayanıyor. Yoruma ve varsayıma dayalı suçlamalar yapılıyor vb.

Sanıkların arsında geçmişten, örneğin Susurluk’tan tanıdığımız birkaç suçlunun bulunması durumu değiştirmiyor.
Sonuç olarak, Hanefi Avcı olayı sadece toplumu sarsmadı, İslamcı-faşizan bir rejim kurma operasyonunun yedeğine takılan (referendum sırasındaki evet’ciler gibi) kimi aydınlar ve sol çevreler bakımından sarsıcı bir gelişme oldu galiba.

Umarız hayırlara vesile olur!


* SDP’liler Silivri’ye gitmediler ama büyük kentlerde davaya destek eylemleri yaptılar, diğerleri gibi yayınlarında Ergenekon soruşturmasını desteklediler.

** ÖDP’de Ergenekon soruşturmasına destek verenler, ÖDP’nin tamamı değil Ufuk Uras ve ekibidir. Bu durum ÖDP’nin politik hattında bir süre belirsizlik yaratmış, ama bu anlayış partiye egemen olamamıştır. ÖDP parti olarak resmen Silivri’ye gidip eylem yapmamıştır. Uras ve ekibi, söz konusu dönemde kendilerine karşı çıkan diğer partili arkadaşlarını bile “Ergenekonculuk” la suçlamıştır. Ufuk Uras ve arkadaşları kongrede yenilgiye uğrayınca partiden ayrılmış ve böylece ÖDP de tutumunu netleştirmiştir. Bugün ÖDP, Ergenekon soruşturmasına destek vermediği gibi, referandum sürecinde de son derece doğru bir tutum takınmıştır. Alıntıyı yaptığım Fatih Yaşlı, sanırım Ufuk Uras’ın genel başkan sıfatıyla yaptığı açıklamaları partinin en azından bir dönem için tümüyle paylaştığını sandığından ÖDP’nin adını bu kapsamda anmıştır. EMEP de zaman zaman yalpalasa da Silivri’ye gidip eylem yapan örgütler arasında değildir. Arkadaşlarımdan da gelen uyarılar nedeniyle böyle bir düzeltme yapmayı gerekli gördüm. (MY)