Entelektüel ve siyasal ortamda giderek modaya dönüşen tuhaf bir ön kabul var askerlere kim vurursa, kim eleştirirse, kim daha çok saldırırsa, haklı olup olmadığına bakılmaksızın onu desteklemek adeta “demokrat” olmanın biricik ölçüsü haline geldi.
Bu nedenle, Ergenekon davasının da terörize ettiği böyle bir ortamda bazı gelişmeleri, objektif ve serinkanlı şekilde değerlendirmenin ya da tartışmanın imkanları da alabildiğine daraldı. İktidara, yeni egemen güçlere, ABD’ye ve AB’ye yaslanan, gericilikle iç içe geçmiş çevrelerin hemen bir linç girişimiyle karşı karşıya kalmanız mümkün.
Faşizmin sıradanlaştırıldığı, gündelik hayatımızın kuşatıldığı ve fakat bu diktatoryal sürecin “ileri demokrasi” diye sunulduğu tam bir sahtekârlıklar döneminin içinden geçiyoruz.
Üç generalin görevden alınması, tam da serinkanlı şekilde tartışılması ve irdelenmesi gereken önemli bir gelişme. Ancak serinkanlı bir değerlendirme yapmak hemen, “asker yanlısı”, “darbeci” ya da “vesayetçi” ilan edilmeniz için yeterli olabilir. Üstelik böyle bir suçlamaya inanacak, yeteri kadar alık ve avanak liberal, demokrat ve hatta solcunun bulunduğu bir ülkede, böylece prim yapmak bile mümkün.
Bu arada, söz konusu çevrelerde kimsenin aklına esasen bilim dışı bir kavram olan “askeri bürokratik vesayet” gibi sınıflar üstü, dolayısıyla yeni bir egemenlik biçimi tarif eden saçmalığı sorgulamak ve tartışmak her nedense gelmiyor. En fazla destekleyici ve pekiştirici bir yan kavram olarak kullanılabilecek gündelik politikaya ait olan, genellikle tarihte çok kısa, geçici ve özel dönemleri ifade edebilecek “vesayet rejimi” söylemi neredeyse bütün bir kapitalist dönemi ve burjuva cumhuriyetini açıklayan anahtar kavrama dönüştü.
Artık yeter! Liberal ve gerici şirretliğe dur demek, ucuz ve yılışık demokratlığa izin vermemek, insanlığın bütün ilerici birikimine saldıran İslamcı-muhafazakar harekete ve yeni egemen güçlerin kuşatmasına direnmek ve onu püskürtmek gerekiyor. Daha da önemlisi, iktidar ve çeperindeki bu odakların/güçlerin sofralarında buruşuk bir peçete gibi duran sol liberal zevatın laflarına hiç aldırmamak ve küstahlığa geçit vermemek artık bir zorunluluk oluyor.
Bugün ihtiyacımız olan şey biraz entelektüel cesarettir.
ÜÇ GENERAL NEDEN GÖREVDEN ALINDI?
Hemen belirteyim ki, bu olay, aşağıda değerlendireceğim diğer boyutları bir yana, son derece hayırlı olmuştur! Çünkü AKP’nin iktidardaki muhalefet gibi gösterildiği, devlete karşı demokrasi mücadelesi veren ‘mazlum hükümet’ palavrası artık bitmiştir. Bu liberal-muhafazakar sahtekarlığın sonlanması, “askeri-bürokratik vesayet” efsanesinin de sonunu getirmiştir.
Şimdi üç generalin açığa alınmasıyla ilgili gelişmeyi, yukarıda koyduğum kayıtlar, çizmeye çalıştığım çerçeve ve anlayış temelinde (olayı takip edenler için bir tekrar olacak özet bilgileri de vererek) değerlendirmeye çalışalım.
1- Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, karacı Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu da Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından 22 Kasım’da “açığa” alındı. Olay medyada “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” diye verildi. Öyleydi de gerçekten. Dolayısıyla bu gelişme kamuoyu tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Şaşkınlığın bir nedeni de Milli Savunma Bakanı ile Jandarma’nın idari bakımdan bağlı olduğu İçişleri Bakanı’nın generalleri bile görevden alacak bir yetkiye sahip olduğunun ortaya çıkmasıydı.
2- Ancak bu gelişme, hemen hiç sorgulanmadan, dahası bilimin, eleştirel aklın ve doğru düşünme yönteminin ilk adımını oluşturan ‘kuşku’ edimine hiç yer verilmeden İslamcı, muhafazakar, liberal ve sol liberal çevreler ile Kürt siyasal hareketi tarafından hemen desteklendi.
3- ‘Balyoz davası’ sanıkları arasında yer alan bu üç generalin ‘gerçekte hangi nedenle açığa alındığı’ sorusu neredeyse hiç sorulmadı. Bu generallerin, hükümetin karşı çıkması nedeniyle Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) terfileri onaylanmamş, onlar da Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) dava açmışlar ve kazanmışlardı. Hükümet, AYİM’nin “yürütmeyi durdurma” kararına itiraz etmiş, fakat mahkeme bu itirazı da reddetmişti.
4- Mahkemenin “Generallerin terfi ettirilmeme gerekçeleri uygun değildir” kararına varması üzerine, söz konusu komutanların terfilerine ilişkin kararname Genelkurmay Başkanlığı tarafından Milli Savunma Bakanlığı’na gönderilmişti. Ancak, hükümet kararı uygulamak ve gereğini yapmak yerine, 60 günlük sürenin dolmasına bir hafta kala üç generali görevden aldı. (Üç subay AYİM’e başvurarak açığa alınma kararına da itiraz etti.)
5- Bilindiği gibi AKP hükümetinin hazırladığı ve 12 Eylül Referendumu’nda kabul edilen anayasa değişikliği ile YAŞ kararlarına idare mahkemelerinde itiraz etme hakkı tanındı. Ancak Hükümet bu hakkı kullanan üç general hakkında mahkeme kararını uygulamak yerine onları açığa aldı. Öyle anlaşılıyor ki, AKP bu hakkı sadece “irticai nedenlerle ordudan atılan” subayların kullanmasına izin verecek.
6- Generaller “Balyoz Darbe Planı” kapsamında yöneltilen suçlamalar gerekçe gösterilerek açığa alındılar. Oysa generallerin üçü de suçlamayı reddediyor. Daha da önemlisi ikisi, Balyoz davasına zemin teşkil eden seminere katılmadıklarını kesin olarak kanıtlamış durumda.
7- Balyoz davasında sanık olan general sayısı 22 olmasına karşın, ister istemez ‘neden sadece adı geçen bu üç komutanın bakan emriyle açığa alındığı’ sorusu akla geliyor.
8- Mezuniyet notlarının, akademik formasyonlarının, kıta deneyimlerinin ve sicillerinin “çok parlak” olduğu belirtilen, dolayısıyla ileride orgeneralliğe, hatta kuvvet komutanlıklarına yükselme olasılıkları yüksek olan bu üç generalin politik görüşlerinin ise Hükümet’in hoşuna gitmediği belirtiliyor. Adı geçen generaller hakkındaki yönlendirici bilgileri ise daha önce ihraç edilen İslamcı subayların verdiği ileri sürülüyor.
9- Cuma namazlarına sabotaj düzenleme, cami bombalama ve böylece Müslüman yığınları kışkırtarak darbe için ortam yaratma iddiasıyla açılan Balyoz davasına zemin oluşturan seminer notlarının sahte olduğu, sonradan üretildiği ve YAŞ toplantısı öncesinde terfi ve tayinleri düzenlemek için kullanıldığı neredeyse kesinleşmiş durumda. Çünkü, 2003 yılında düzenlenen seminerin TSK arşivindeki orijinal tutanağı 70 sayfa olmasına karşın, Taraf gazetesinin Savcılığa teslim ettiği dosya yüzlerce sayfadan oluşuyor. Yani yüzlerce sayfa ekleme yapıldığı anlaşılıyor.
10- Savcılığa verilen Balyoz Seminer Tutanakları’nda, 2006 yılında kurulan Türkiye Gençlik Birliği’nden ve 2007 tarihinde faaliyete geçen Medikal Park Hastaneleri’nden söz ediliyor. Oysa seminer 2003 yılında yapılmış. Sadece bu iki olgu bile söz konusu tutanakların üretildiğini, yani sahte olduğunu kanıtlamaya yeter. Tutanaklarda buna benzer yüzlerce saçmalık var.
BDP NEDEN BOŞ HAVUZA ATLIYOR?
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkanvekili Ayla Akat Ata, 24 Kasım’da düzenlediği basın toplantısında, “Üç generalin görevden alınması Türkiye’de demokratikleşme açısından ve askeri vesayetin kırılması açısından ve birçok kesimin beklentisi açısından olumlu karşılanan bir durum” diyor ve ve şöyle devam ediyor:
”Üç generalin görevden alınmasının Türkiye’de bir ilk olmasının yarattığı şaşkınlığı bir tarafa bırakıp, daha kararlı adımlar atmak gerekiyor.”
Evet, yukarıda işaret ettiğim tipik tutumun bir örneğini de bu açıklama oluşturuyor. Hiç kuşku duymadan, sorgulamadan, sadece askere vuruluyor diye AKP’nin bir uygulaması destekleniyor.
Politik bakımdan yetersiz, donanımı eksik ve analiz gücü zayıf bir kadro tarafından yönetildiği giderek daha da belirginleşen BDP, öncelikle liberal-muhafazakar söylemi sorgusuz sualsiz devralmaktan vazgeçmelidir. Bir diktatörlük inşa eden AKP’nin yedeğine takılmaktan ve Türkiye gericiliği ile Kürt sorununu çözebilecekleri yanılgısından da bir an önce kurtulmalılar.
Çünkü;
* Ya görevden alınan generaller, tıpkı Ergenekon davasında yargılanan (Veli Küçük ve ekibi dışındaki) kimi emekli subaylar ve generaller gibi Abdullah Öcalan da dahil PKK ile masaya oturmayı savunan bir çizgiye sahipse?
* Ya “Balyoz darbe planı” diye bir oluşum gerçekten yoksa ve bu plan esas olarak AKP’nin TSK’yı bütünüyle ele geçirmek ya da yedeğine almak için hazırlanmışsa? “Balyoz” böyle bir planın adıysa?
* Ya Abdullah Öcalan’ın “Bana, ‘Amerikasız ve Barzanisiz bir çözümde görev ve sorumluluk alır mısın?’ diye soran generalleri tutukladılar” şeklindeki sözleri, son gelişmeyi içine alacak bir genişliğe ve derinliğe sahipse?
Sorular uzatılabilir ama buna gerek yok. Diğer taraftan yukarıda saydığım olasılıkları doğrulayacak hiçbir kanıta da sahip değilim. Sadece soru soruyorum. Öyleyse bir soruyla bitirelim “Bir soru bile sormadan AKP’nin yanına düşmeye değer mi?”