ABC Politik

Merdan Yanardağ
3 Aralık 2010
Email :

Türkiye’de medya ortamı, bu ülkede yaşanan iktidar ilişkilerinin, servet kavgalarının, yapısal değişimlerin, çıkar çatışmalarının, tarihsel kırılma noktalarının ve toplumsal gerilimlerin birebir yaşandığı bir alanı oluşturuyor.
Bu nedenle Türkiye dönüşürken medya ortamı da son yıllarda çok hızlı bir değişime uğradı. Medya hem değişimi gerçekleştiren araçlardan biriydi, hem de bu değişimin en önemli sonuçlarından birini oluşturdu. Özellikle Ergenekon soruşturmasının ardından belirginleşen bu değişim, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra hızlandı ve nitel bir karakter kazandı.

AKP’nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden daha da güçlenmiş olarak çıkmasının ardından, Türkiye’de ABD ve AB desteğiyle toplumu ve rejimi dönüştürme, ülkenin düşük yoğunluklu bir İslamizasyon operasyonuna tabi tutulma siyaseti de hız kazandı. Öyle ki, bu operasyon 2007 yılının ikinci yarısından itibaren bir darbe karakteri almaya başladı. Ergenekon soruşturması ve 12 Eylül referandumunda hükümet, polis, ‘paralel adliye’ ve medya darbeci bir blok oluşturdu.

İşte bu darbeyi hazırlayan ve önceleyen en önemli operasyonu medyanın ele geçirilmesi oluşturuyordu. Çünkü medya ele geçirilmeden rejimin ve toplumun dönüştürülmesi eylemini başarıya ulaştırmak mümkün değildi. Hükümet-Cemaat koalisyonu medyanın gücünü ve politik önemini görmüştü.

Şimdi bu değişimin nedenlerine ve nasıl bir seyir izlediğine aşağıda biraz daha yakından bakalım.

***

İlk iş olarak islamcı ve muhafazakar medyaya hükümet marifetiyle, devlet ve yerel yönetimlerin olanakları kullanılarak büyük kaynaklar aktarıldı. Televizyon ve radyolarına frekans kolaylıkları sağlandı. RTÜK’te önleri açıldı, bir dizi imtiyaz verildi. (Kanal 7 örneği son derece açıklayıcıdır.) Sağlanan kolaylıklar ve verilen imtiyazların maddi karşılığı yüz milyonlarca ABD dolarına denk düşüyordu.

İkinci büyük hamle, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) dolayısıyla hükümetin denetimindeki Sabah-ATV Grubu’nun açıkça ele geçirilmesiydi. Yüzkızartıcı bir ahlaksızlık örneği oluşturan mali ve siyasal bir operasyon ile Sabah-ATV Grubu Çalış Holding’e satıldı. Bu operasyon, aynı zamanda tipik bir servet transferi örneği oluşturuyordu.

Daha çok enerji sektöründe yatırımları olan, adı yolsuzluklarla anılan ve hükümete yakınlığı herkesin bildiği bir sır durumundaki iş adamı Ahmet Çalık’a hükümet desteği ve “sıfır” ödemeyle Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu devredildi. Bu operasyon için kamuya ait Vakıfbank ve Halk Bankası’ndan verilen 750 milyon ABD doları kredi ile Katar Emiri’nden sağlanan 350 milyon dolarlık bir kaynak Çalık Grubu’na aktarıldı. Yani Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu halkın parasıyla hükümet yanlısı bir holdinge satıldı. Kimsenin gıkı çıkmadı.

Ayrıca, yine bu dönemde Uzan Grubu dağıtıldı. Başta Star televizyonu olmak üzere bir dizi tv kanalına, Satar gazetesine, yayın dağıtım şirketine, onlarca dergiye vs. el konuldu. Kanaltürk televizyonu yoğun bir mali kuşatma ve baskı sonucu altın madeni işletmecisi ve hükümet yanlısı Koza-İpek Grubu’na satıldı. Aydın Doğan Grubu’na holding içi şirket birleştirmelerinden birinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla 5 milyar dolara yakın astronomik bir vergi cezası kesildi. Böylece sektör dışı yatırımları da olan (petrol vs) Türkiye’nin en büyük medya tekelini hükümet rehin aldı.
Başta Hürriyet gazetesi olmak üzere, Doğan Grubu gazete ve televizyonlarından çok sayıda gazetecinin ya işine son verildi ya da istifaya zorlandı. Gazetecilik anlayışları ve çizgileri bir yana, AKP’ye muhalefet ettikleri tartışılmaz olan

Emin Çölaşan, Necati Doğru, Bekir Coşkun gibi etkili isimler gazetelerinden ayrıldılar.

Sabah-ATV Grubu elinden alınan Turgay Ciner, medyanın toplum üzerindeki etkisini ve iktidar gücünü gördüğünden olacak basına geri döndü. Ciner büyük yatırımlar yaparak iki televizyon kanalı, bir günlük gazete ve bir dizi dergi ile sektörde “merkez medya” diye tarif edilen alanda kendine yer açmaya çalışıyor. Esas olarak madencilik sektöründe faaliyet gösteren, çok sayıda ticari yatırımı olan Ciner Grubu, hükümetle en çok akçalı işleri olan medya patronlarının başında geliyor. Bu nedenle basın sektörüne girer girmez hükümetin yedeğine düştü.

Başta Fethullah Gülen cemaatine ait gazete, televizyon, radyo ve dergiler olmak üzere, İslamcı medya AKP hükümeti döneminde büyük bir mali ve teknolojik güce ulaştı.

***

Yukarıda da belirttiğim gibi, AKP-Cemaat koalisyonunun toplumu ve rejimi dönüştürmek için medyayı ele geçirmek istemesinin, kendi açılarından son derece haklı ve politik nedenleri vardı. Öncelikle belirtmek gerekir ki, devrim ya da karşı devrim yapmak isteyen, bunun için kararlı bir mücadele veren her siyasal güç gibi İslamcı iktidar ve ortakları da basının/medyanın önemini kavramıştı.

Çünkü insanlığın Soğuk Savaş sonrasında içine girdiği yeni tarihsel dönem, biraz moda olan kavramlarla ifade edersek “iletişim ve bilgi çağı” olarak da tanımlanıyor. Elbette buradaki “çağ” kavramı toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve felsefi bir tarihsel kategoriyi tanımlamak gibi bir gerçek bir anlam ifade etmekten çok, bir retorikten ibaret. Ancak böyle de olsa, bu değerlendirme bir gerçekliğe işaret ediyor.

Koyduğumuz bu kayıtla belirtirsek eğer, her “çağ”ın öne çıkan, değer kazanan, moda olan kurumları, bir “felsefesi”, estetik anlayışı, yaşam tarzı, toplumsal ve siyasal aktörleri vardır. İşte içine girdiğimiz yeni ‘çağ”ın en etkili güç ve iktidar araçlarından biri de medyadır. Evet medya…

Kuşkusuz gazeteler ve diğer iletişim araçları geçmişte de önemli ve etkiliydi. Ancak, bilimsel ve teknolojik devrimin yarattığı sonuçlar ve sunduğu olanaklar, insanlığın geçtiği bu tarihsel dönemeçte medyanın gücünü geçmişle karşılaştırılamayacak ölçüde artırmıştır. Bugün medya gücü ve iktidarı elinde tutanların, gücü ve iktidarı eline geçirmek isteyenlerin, servetten ve iktidardan daha çok pay isteyenlerin en etkili ideolojik ve politik araçlarından biridir. Hatta bazı özel dönem ve durumlarda en etkilisidir.

Medya öyle etkili bir araç haline gelmiştir ki, her hafta, her gün, her saat, her dakika dergi ve gazete sayfalarından, radyo antenlerinden, televizyon ekranlarından, internet üzerinden haber, bilgi ve imaj aktarılır. Sokaktaki insan tam anlamıyla kuşatılmıştır. Onun hangi filme gideceği, hangi müziği dinleyeceği, ne giyeceği, hatta ne yiyip içeceği bile telkin edilmeye başlamıştır.

Toplum adeta bir akıl tutulmasına uğratılmış, insan teslim alınmıştır.

Sokaktaki insan için kısa periyotlarla değişen davranış kalıpları ve jargon oluşturulmaya, değer yargıları üretilmeye, olaylar yorumlanmaya, yaşamın anlamına dair fikirler geliştirilmeye ve bir tüketici olduğunun bilinci yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu akıl almaz işi günümüzde medya yapmaktadır.

Türkiye dünyada en çok televizyon izlenen ülkeler arasında ilk sıradadır. Ülkemizde günde ortalama televizyon izleme süresi, inanılır gibi değil ama, yetişkinler için 5, çocuklar için 3 saattir.

Çünkü Türkiye’de kadın iş gücü büyük oranda evdedir. Evdeki kadın, dışarıdaki hayatla neredeyse tek bağını oluşturan ve en ucuz eğlence aracı olan televizyonu sürekli açık tutmaktadır.

Bu öyle bir güçtür ki, sadece medya patronları kullanmaz onu şöhretli bir gazeteci ya da televizyoncu bile büyük bir güç, tek başına neredeyse bir kurum haline gelebilir. Hatta bazı durumlarda sıradan bir muhabir bile toplumsal ve siyasal yaşamda önemli bir etkinlik kazanabilir.

Bu nedenle, iktidardan pay isteyen, gücün ve servetin yeniden paylaşılmasını talep eden her kişi, kesim, grup, çevre ve sınıf günümüzde medya sektörüne girmeye ve bu alanda etkili olmaya çalışmaktadır. Kara veya kayıt dışı para sahipleri, mafya grupları, büyük iş çevreleri gerek iktidarları ve toplumu etkilemek, gerek meşruiyet kazanmak, gerekse ekonomik ve siyasal bir sıçramayı gerçekleştirmek için bu dönemde medyaya büyük yatırımlar yaptılar.
Dolayısıyla son 15-20 yılda Türkiye’de medyanın mülkiyet yapısı ve sermaye bileşimi hızlı bir şekilde değişti. AKP bu değişimi kontrolüne aldı ve siyasal bakımdan yönlendirdi.

***

Sonuç olarak tekrar edersek eğer, AKP-Cemaat iktidarı medyanın önemini kavradığı için bu alana ilişkin özel bir politika izledi.

Ergenekon soruşturması aynı zamanda bir medya operasyonuydu. Medyada kanaatler oluşturuldu, cezalar kesildi, tasfiyeler gerçekleştirildi. Medya hem polis, hem savcı hem de yargıç gibi davrandı. Hükümete büyük bir destek verildi. AKP toplumsal meşruiyeti, rızayı medya aracılığıyla oluşturdu.

Öyle akıl dışı işler yapıldı ki, toplum, hatta aydılar bile iktidardaki AKP’nin devlete karşı demokrasi mücadelesi verdiğine, 60 yıldır iktidarda olmayan CHP’nin ise devleti yönettiğine inandırıldı.

Şaka gibi bir durum. Oysa AKP, demokrasi mücadelesi verdiği öne sürülen devleti bütünüyle ele geçirmişti bile.
12 Eylül 2010 referandumunu AKP ve Türkiye’nin İslamcı-sağ bloku küçük bir farkla da olsa kazanınca, karşı-devrim süreci de büyük ölçüde tamamlanmış oldu. Bu tarihe kadar, aralarında yön ve program farklılaşması oluşan geleneksel iktidar blokunun iki kanadı arasında merkezde durmaya çalışan bazı medya organları da bir günde tavır değiştirdiler. Doğuş Holding (NTV Grubu) bu tavrın en tipik örneklerinden biridir. Finans sektörü ve otomotiv ticareti alanlarında büyüyen, medyada da önemli bir güç olan Doğuş Grubu’nun bu tavır değişikliği, çok sinsi ve zehirleyici bir şekilde ekranlarından topluma akmaya başladı.

Birinci Cumhuriyet sonlanma sürecine girince, eski solcuların, liberal aydın ve gazetecilerin işlevi de önemli ölçüde bitti. Artık doğrudan İslamcı ya da muhafazakar/sağcı yarı-aydın, donanımsız, entelektüel kategorisinde değerlendirilemeyecek, cahil ve fakat sadakatle iktidara ve cemaate bağlı isimler öne çıkmaya, ekranları doldurmaya başladı. Özellikle bugüne kadar AKP iktidarına ve rejimin dönüştürülmesi projesine nicel büyüklükleriyle ters orantılı bir şekilde çok önemli, hatta yaşamsal düzeyde destek veren eski solcu ve liberal aydınların kenara itilmeye ve yeni dönemin gerçek sahiplerinin duruma vaziyet etmeye başladıklarını tespit edebiliriz.

Eski solcu, liberal gazeteci ve aydınlar bu durumda buruşuk bir peçete gibi masanın bir kenarına konulmaya başladılar bile. Görmüyor musunuz, paçalarından cehalet ve “görgüsüzlük” süzülen Star gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, memleketin neredeyse en önemli kanaat önderi haline geldi.

Daha önce önüne gelene Ergenekoncu, ulusal solcu vs. diye saldıran liberal solcu gazetecilerin bugün içine düştükleri acıklı durum insanı üzüyor. Hayat işte!