ABC Politik

Merdan Yanardağ
4 Mart 2011
Email :

Bu hafta Necmettin Erbakan’ı yazmak istiyordum. Türkiye’yi 1970’li yıllarda kan gölüne çeviren faşist Milliyetçi Cephe hükümetlerinin başbakan yardımcısını, “komünistler ve anarşistler serbest kalacak” diye 1974 affına karşı çıkan tescilli gericiyi, 12 Mart faşist darbesinin has adamını yazacaktım. Ayrıca, darbe görmesek, bize “darbe” diye yutturulacak şu “28 Şubat Süreci” denilen dönemi bir kez daha tartışacaktım. Dahası bu dönemde (28 Şubat) gerçekte ne olduğunu yazmaya çalışacaktım.

Bilindiği gibi, Erbakan’ın ölümü üzerine neredeyse bütün ülkede genel yas ilan edilecekti. Televizyonlar günlerce canlı yayın yaptılar. Tescilli bir gericiden adeta bir demokrasi kahramanı yarattılar. TSK yayınladığı bildiri ile kendisine “başbakanımız” dedi ve “üstün hizmetlerinin” daima hatırlanacağını ilan etti. Böylece bu “Milli Güvenlik Akademisi” hocasına, bir başka anlatımla çekirdek devletin işbirlikçisine itibarı iade edildi.
Ama olmadı… Yukarıdaki özetle yetindim.

Çünkü hafta tamamlanmadan çok daha önemli bir gelişme yaşandı Odatv operasyonundan sonra 9’u gazeteci toplam 11 kişi daha Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Aralarında Doğan Yurdakul, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın da bulunduğu gazetecilerin ve Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün gözaltına alınması, Ergenekon soruşturmasında bir dönüm noktasına işaret ediyordu.

Son operasyonlara yönelik olarak toplumun değişik kesimlerinden gelen tepkilerin giderek sertleşmesi, korku duvarının aşılmaya başladığına işaret ediyor. Baro başkanlarının aldıkları tavır ve gözlemleyebildiğim kadarıyla sokaktaki insanın tutumu artık bu konuda toplumun bir “doyum” noktasına ulaştığını gösteriyor. Tepki giderek öfkeye dönüşüyor. AKP-Cemaat iktidarının bu konuda izlediği politika toplumun önemli bir kesimini artık ikna edemiyor.

***

İsterseniz 3 Mart 2011 günü gözaltına alınan gazetecilerden bazılarının konumuna ve mesleki özgeçmişlerine kısaca göz atarak, şu ünlü “ortayolculuk” tutumu üzerinde biraz duralım.

Örneğin “Darbeciler ve derin devlet tasfiye ediliyor, ama arada hatalar da yapılıyor” diyenler… Ya da, “biz herkes için adalet istiyoruz darbeciler için de” diyerek, bazı hukuksuzluklar yapıldığını kabul eden, ama gözaltına alınanları da peşin olarak suçlu sayanlar… Ergenekon soruşturmasının doğru olduğunu ancak sonradan amacından saptığını düşünenler… Ve nihayet bütün olup bitenlerin egemen sınıfların iki kanadı arasındaki iktidar mücadelesi olduğu görüşünü savunanlar, dolayısıyla bunun halkı ve solu ilgilendirmediğini ileri sürenler… Bu türden yaklaşımlar tipik bir “ortayolcu” tutumdur.

Bu “ortayolcu” tutumun küçük farklılıklarla ortaya konulan değişik gerekçeleri hakkında daha çok örnek verebiliriz. Ancak, sanırım buna gerek yok.

Çünkü, bazı alık demokratların “hem çamurda oynayayım hem de cicilerim kirlenmesin“ şeklinde özetlenebilecek tavırları artık bıkkınlık veriyor. Çünkü bu tutum, örtük bir AKP ve Cemaat destekçiliği anlamına gelmesinden öte, artık siyasi sünepelik ve korkaklıktan başka bir şey değildir.

Bir ortayolcu solcu ya da bir liberal şöyle düşünmektedir:

“Biz Ergenekon soruşturması sonuna kadar gitsin istiyoruz. Ama hukuksuzluk da yapılmasın. Bu soruşturmada çok ciddi suçlamalar var, derin devlet, Kontrgerilla tasfiye edilmek isteniyor. Darbeciler yargı karşısına çıkarılıyor vb. Ancak bu soruşturma sürecinde haksızlıklar da yapılıyor. Biz buna da karşıyız, vs.”

Evet ortak yaklaşım böyle özetlenebilir. Bu yaklaşım önsel olarak yanlıştır. Çünkü, Ergenekon soruşturmasının esasında doğru, haklı ve meşru olduğunu kabul etmektedir. Bu liberal ve sol liberal dostlarımızın itiraz ettiği konular ise ikincil ve üçüncül derecedeki durumlardır.

***

Son dalgada gözaltına alınan Ahmet Şık, Nokta dergisinde yayımlanan ve Ergenekon soruşturmasına da zemin hazırlayan “Darbe Günlükleri” haberini hazırlayan gazetecidir. Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasını bu soruşturmanın temelinin yanlış olduğunun kanıtlarından biri olarak değil de, “sehven” yani yanlışlıkla yapılan münferit bir olay olduğunu yazmak tipik bir iktidar yandaşlığından başka bir şey değildir. Üstelik aşağılık bir yandaşlıktır bu. Çünkü, sanki muhalefet ediyormuş gibi yapılan bir iktidar destekçiliğidir. (Ahmet Şık’a döneceğim.)

Gazetecilerden devam edelim Doğan Yurdakul… Önemli bir gazeteci, yazar ve çevirmendir. Bilenler hatırlayacaktır, ama biz yine de tekrar edelim Doğan Yurdakul Türkiye’de NATO’ya bağlı Kontrgerilla örgütlenmesini ilk ortaya çıkaran gazetecilerin başında gelen bir isimdir. 1978’de günlük Aydınlık gazetesinde yayımlanan Kontrgerilla yazı dizisini hazırlayanların başta gelenlerinden biridir. Daha sonra anıları yayımlanan bazı MİT yöneticilerinin yazdıklarına bakılırsa, söz konusu yayınlar MİT’i ve derin devleti adeta felç etmiştir.

Doğan Yurdakul profesyonel bir gazeteci ve yazardır. Politik bakımdan Aydınlık geleneğine mensup değildir. Ama iyi bir gazeteci ve solcu bir aydındır. Şimdi bize, Kontrgerilla’yı teşhir eden, yayımladığı bilgi ve belgelerle bu örgütü felç eden Yurdakul’un, büyük bir aymazlıkla Kontrgerilla ile aynı anlamda kullanılan Ergenekon’un üyesi olduğu anlatılmaktadır. Yaklaşık üç yıldır, Türkiye solunun, aydınlarının ve emekçilerinin zekalarıyla alay edenler, şanslarını zorlayarak Doğan Yurdakul hakkında anlatılan masala da inanmamızı istemektedirler.

***

Nedim Şener ise, Ergenekon soruşturmasında Fethullah Gülen Cemaatinin etkisini ortaya çıkaran gazetecilerden biridir. Daha da önemlisi, Hrant Dink’in Ergenekon soruşturmasının psikolojik atmosferini hazırlamak için öldürüldüğünü ve bu cinayette Emniyet içindeki Fethullahçı polislerin rol aldığını ya da ağır ihmalinin bulunduğunu belgeleyen haberler yaptı.

Dink cinayetindeki Cemaatin rolü hakkında, benim dışımda yazan hemen hemen tek gazeteciydi Nedim Şener. Üstelik bunu, devletin resmi belgelerini, raporlarını ve soruşturma tutanaklarını yayımlayarak (‘Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları’ isimli kitabı bu bakımdan çok değerli belgeler içermektedir) cesurca yapmıştır.
Nedim Şener, yaptığı haberler ve hazırladığı kitapla Dink cinayeti konusundaki ezberin bozulmasını sağlayan gazetecilerden biridir. Artık hiç kimse gönül rahatlığıyla “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye slogan atamayacaktır. Çünkü, Hrant Dink’in katillerinin peşini bırakmayan Nedim Şener, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmıştır. Üstelik Şener gözaltına alındığı evinden polisler eşliğinde çıkarılırken, kapıda bekleyen gazetecilere “Hrant için adalet için” diye bağırmıştır. Bu sözler Ergenekon operasyonlarının son dalgasını politik bakımdan özetlemektedir.

***

Ahmet Şık’ın, Fethullah Gülen Cemaatinin Emniyet içindeki örgütlenmesini konu alan bir kitap hazırladığı biliniyordu. Çünkü nasıl olmuşsa, önceki hafta Soner Yalçın ve arkadaşlarının gözaltına alınması sırasında basılan Odatv merkezindeki bilgisayarlardan birinde bu kitabın taslağı bulunmuştu. Yine Odatv bilgisayarlarından birinde bulunduğu ileri sürülen bir dosyada bu kitabın Şık’a Ergenekoncular tarafından yazdırıldığı iddia edilmişti. Ahmet Şık, yazımını tamamladığı kitabı yayımlanmadan gözaltına alındı.

Üstelik Ahmet Şık, başlangıçta Ergenekon soruşturmasına destek veren solcu/sosyalist olduğunu söyleyen gazetecilerden biriydi. Ancak, soruşturmanın seyrini izlemeye başladığında kuşkuları oluşmuş, kaygıları artmış ve bu durumu ifade eden yazılar yazmıştı. Hazırladığı kitapta da bu kuşkularını temellendirdiği sanılıyordu.

Son dalgada gözaltına alınan Odatv çalışanı diğer gazeteciler ve bu sitede yazı yazanların konumu da çok farklı değil. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu sosyalist gazeteci ve aydınlar. Hiçbir kanıta dayanmadan, tek bir örnek bile vermeden Odatv çalışanlarının “nefret suçu” işlediğini ileri süren, bu konudaki yeni Cemaat söylemini tartışmasız devralan Fuat Keyman gibi sol liberallere artık “dur” denmeli. (bkz. Radikal İki, 27 Şubat 2011)
Birer liberal enkaz haline gelen bu şarlatanlar ya solun yakasından düşmeli ya da sol yakasını bunlardan kurtarmalıdır. Çünkü, sosyalist olmayı bir yana bırakın, solcu olmak en azından vicdan sahibi olmak demektir.