ABC Politik

Merdan Yanardağ
11 Mart 2011
Email :

Türkiye seçim düzlüğüne girmeye başlayınca, siyasal ortam hem gerilmeye hem de çeşitli istihbarat operasyonlarına sahne olmaya başladı. Bu bir yenilik Türkiye için. Ancak, “yenilik” kavramının çağrıştırdığı pozitif bir duruma değil, tam anlamıyla bir çürümeye ve değerler sisteminde çöküşe işaret ediyor.

Eski sistem yıkılıyor ama yerine yenisi, daha ileri olan konulamıyor. Artık ahlaktan ve etik değerlerden uzak her türden komplo, gizli bilgi, istihbarat faaliyeti, yalan ve sahtekârlık sadece siyasal mücadelenin bir aracı değil, gündelik hayatın da bir parçası haline geliyor.

Türkiye günlerdir haber ve yorum portalı Odatv’nin Ankara muhabiri olduğu belirtilen İklim Bayraktar isimli bir kadının marifetlerini konuşuyor. Gazeteci olmaktan çok basit bir haber elemanına benzeyen bu kadın, Ergenekon operasyonunun son dalgasında gözaltına alınıyor ve her nedense hakkında hiçbir işlem yapılmadan serbest bırakılıyor.

Kendi ifadelerine göre, Ankara’da ne kadar ünlü politikacı varsa nedense bu hanımı “taciz” ediyor. Öyle ki, bu taciz eylemine CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal da katılıyor. Bayraktar bu olayı partinin yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da anlatıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu krizi kötü yönettiğini şimdilik bir yana bırakırsak eğer, bu hanımın seçimlerden hemen önce, CHP’nin yeni genel başkanını eski genel başkana yönelik “seks komplosu” düzenleyen bir adam konumuna düşürmeye çalıştığı anlaşılıyor.

İklim Bayraktar, her haliyle, AKP-Cemaat koalisyonunun seçimlerden önce muhalefet partilerine yönelik geliştirmeye çalıştığı komploların (üstelik en adisinden) basit bir aracından başka bir şey olmadığını ortaya koyuyor. Dinlendiği kesin olan telefonlarda bu senaryoyu uzun uzun anlatarak kayıtlara geçmesini sağlıyor. Sürekli çelişkili açıklamalar yapıyor.

İklim Bayraktar’ın, kendisini gözaltına alan güçlerle daha önce anlaşmış olma ihtimali yüksek görünüyor. Bu hanım, hem eylemiyle hem de söylemiyle beceriksiz bir polis muhbiri, basit bir istihbarat elemanı portresi çiziyor.

Bayraktar’ın psikolojik sorunları olduğu ve bir tatmin arayışına da (önemli insan olma) girdiği gözleniyor. Kendisini bir “Skandallar Kraliçesi” gibi görüyor. Bu durumdan tuhaf, mistik bir haz alıyor. Ancak, ihtiraslarıyla çapı arasındaki uçurum ortaya çıktıkça, kötü oluyor, bozuluyor, ezberi dağılıyor ve saçmalıyor. Donanımsız ve birikimsiz olduğu anlaşılıyor. Sürekli dişiliğini öne çıkarıyor. Kendisini kimsenin “CHP’yi yıkan, siyaseti alt üst eden karşı konulamaz kadın” gibi görmediğini anlayınca zavallılaşıyor.

İklim Bayraktar olayı kaba bir özetle genel seçimler öncesinde Ergenekon operasyonuyla iç içe geçen ahlak dışı bir dizi komploya hazır olmamız gerektiğini gösteriyor. Amacın sol muhalefeti paralize etmek olduğu görülüyor.

Ancak ajan beceriksiz, senaryo da kötü çıkıyor.

EMNİYET’İN İÇ İMAMI YILMAZER Mİ?

Geçen haftanın diğer önemli olayı ise, adı Hrant Dink cinayeti ve Ergenekon operasyonları ile anılan istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in, 9 Mart 2011 tarihinde sürpriz şekilde görevinden alınmasıydı.

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasıyla sonuçlanan Ergenekon operasyonundan sonra, Yılmazer’in “icraatlarının” bu soruşturmanın zaten sarsılan inandırıcılığına darbe vurduğu belirtiliyordu. Dahası Yılmazer’in, Cemaatin ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettiği, bu nedenle “hükümeti bile zor duruma düşüren” operasyonlardan kaçınmadığı da, Emniyet çevrelerinde ortaya atılan iddialar arasındaydı.

Çünkü, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasından hemen sonra (9 Mart 2011) açıklanan Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye Raporu’nda, her iki gazetecinin isimleri de anılarak, hükümet sert bir dille eleştiriliyordu. Türkiye, basın özgürlüğünün ağır şekilde ihlal edildiği ülkeler arasında sayılıyordu. Başbakan Erdoğan bir gün sonra (10 Mart 2011) yaptığı konuşmada bu rapora sert tepki gösterdi.

Görevden alınan Ali Fuat Yılmazer, pasif bir birim olan İstanbul Emniyeti Tanık Koruma ve Bomba İmha Şubelerinden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atandı. İstihbarat Şube ise ilginç bir kararla doğrudan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a bağlandı. Bu değişikliğin Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın da aralarında bulunduğu toplam on gazetecinin tutuklanmasıyla sonuçlanan Odatv operasyonlarının ardından gelmesi dikkat çekiciydi.

Sanırım Ali Fuat Yılmazer’in mesleki kariyerine ve “etkinlikleri”ne biraz daha yakından bakmakta yarar var:

Yılmazer, Hrant Dink cinayetinden hemen sonra, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C-Şubesi Müdürlüğü görevinden, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne getirildi.

Yılmazer’in göreve başlamasının ardından Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İrtica ile Mücadele Eylem Planı/Islak İmza, Kafes, Amirallere Suikast, Karargâh Evleri, İnternet Andıcı ve Askeri Casusluk isimleriyle bilinen operasyonlar gerçekleştirildi. Yılmazer, 2009’da 2. Sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ederek, istihbarattan sorumlu İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atandı.

Yılmazer’in ismi Nedim Şener’in “Hrant Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitabı ile Hanefi Avcı’nın “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitaplarında sıkça geçiyordu. Her iki kitapta da Hrant Dink cinayetinde Yılmazer’in büyük sorumluluğu olduğu, çeşitli belgelere ve resmi raporlara dayanılarak ileri sürülüyordu. Hanefi Avcı, ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ adlı kitabında Cemaatin Emniyet’teki temsilcisinin Ali Fuat Yılmazer olduğu ileri sürüyordu.

SABRİ UZUN, DİNK CİNAYETİNDE YILMAZER’I SUÇLADI

Milliyet gazetesi muhabiri Nedim Şener’in, ”Hrant Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” adlı kitabı hakkında açılan davanın 15 Nisan 2010 tarihinde yapılan duruşmasında sürpriz bir gelişme yaşandı. Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun tanık olarak ifade verdi. Sabri Uzun Emniyet’te önemli bir isim, Fethullahçı ve AKP’li olmayan az sayıdaki üst düzey polis şefinden biri. Daha doğrusu AKP hükümeti tarafından görevden alınana kadar öyleydi.

Sabri Uzun, duruşmada verdiği ifadede, Dink cinayetinden Emniyet İstihbarat Dairesi’ni sorumlu tutu. Uzun, cinayetin planlandığı dönemde “Hrant Dink öldürülecek” şeklindeki “F4 Raporu”nu kendisinden saklayan dönemin İstihbarat Daire Başkanlığı C-Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer’i gerekli önlemleri almamakla suçladı. Emniyet’te C-Şubesi “sağ terör örgütleri ve azınlıklarla” ilgili bir birim.

Sabri Uzun hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde Yılmazer’i, suikast ihbarını içeren istihbarat bilgisini (başta kendisinden olmak üzere) saklamak ve cinayeti önlememekle suçluyordu. Sabri Uzun mahkemede verdiği ifadede ayrıca, kendisinden sonra İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek’i de gerekli önlemleri almamakla itham ediyordu. Uzun, “eğer gerekli önlem alınsaydı Dink öldürülemezdi” diyordu.