ABC Politik

Merdan Yanardağ
8 Nisan 2011
Email :

Yazının başlığı, önümüzdeki hafta dağıtımı yapılacak yeni çıkan kitabımın ismiyle aynı oldu. Çünkü, Türkiye’nin yeni bir genel seçime doğru gittiği bu dönemde Birinci Cumhuriyet’in kaderi ve başarısızlığının nedenleri üzerinde tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bir ABD-AKP-Cemaat projesi olan Ergenekon darbesi hakkında yazmayı sürdüreceğim.

Ilımlı islam rejimi ya da İkinci Cumhuriyet’in -geri dönüş olasılığını ortadan kaldıracak şekilde- tahkim edilmeye çalışıldığı bir dönemde Birinci Cumhuriyet’in kaderi hakkında düşünmek, yeni ve devrimci bir cumhuriyeti kurma iddiasında olanlar için hayati öneme sahiptir.

İlk yapılması gereken saptama şudur Cumhuriyet’in soluna kapalı yapısı, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynamıştır. İkincisi ise, Türkiye’nin ve Cumhuriyetin Soğuk Savaşa kurban edilmesidir.

Bilindiği gibi Türkiye, NATO’ye girişiyle birlikte Sosyalist Bloka karşı Batı’nın uyguladığı “Yeşil Kuşak” projesinin üslerinden biri haline getirildi. Zaten soluna kapalı olan rejim, anti-komünist, gerici ve faşizan bir karakter kazanmaya başladı. Türk burjuva devrimini tamamlamaya ve ona “demokratik” bir karakter vermeye çalışan 27 Mayıs 1960 hareketi de bu temel yönelişte/çizgide bir sapmaya yol açsa bile esaslı bir kırılma yaratamadı.
Türkiye NATO’nun “Dolaylı Saldırı Doktrini”nin de ilk hayata geçirildiği cephe ülkesiydi. Dolaylı Saldırı Doktrini, esas olarak iki blok arasındaki nükleer silah dengesi nedeniyle doğrudan bir savaşın çıkmayacağı varsayımına dayanıyordu. NATO’ya göre Sosyalist Blok, “Hür Dünya” ülkelerindeki taraftarları aracılığıyla Batı’ya karşı dolaylı bir savaş/saldırı yürütüyordu.

Daha açık bir ifadeyle Sosyalist Blok, kapitalist ülkelerdeki komünist partiler, devrimci ve sosyalist örgütler, sendikalar, aydınlar ve diğer toplumsal muhalefet güçleri aracılığıyla dolaylı bir saldırı halindeydi. O halde adı geçen bu kesimler NATO’ya göre yurttaş değil düşman sayılmalıydı. Bu durumda onlara karşı örtülü, yani hukuk ve yasalarla sınırlandırılmamış, kural ve dolayısıyla ahlak dışı bir savaş yütütülebilirdi ve yürütülmeliydi.

İşte genel adı İnter-Nato ya da Süper-Nato olan Gladyo’nun/Kontrgerilla’nın bütün NATO ülkelerinde yasa dışı bir örgütlenme olarak ortaya çıkması bu doktrine dayanıyordu. Bir açık işgale karşı gerilla savaşı (gayri nizami harp) yürütme hazırlığı, daha doğrusu gerekçesi ise ikincildi.

***

Türk ve onunla ittifak halindeki Kürt burjuvazi tarihsel, sosyal, ekonomik ve entellektüel bakımdan zayıf ve bu nedenle korkak olduğu için daha Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren sola karşı düşmanca bir tutum izledi. Bu tutum Soğuk Savaş döneminin hoyrat ve kıyıcı anti-komünist siyasetiyle birleşince tam bir faciaya yol açtı.

Rejim, bu ülkenin en seçkin aydınlarına, bilim insanlarına, toplumu 21. yüzyıla taşıyacak kadrolarına, çoğu sosyalist bile olmayan ilerici, aydınlanmacı ve pozitivist unsurlarına ve elbette solculara karşı sürekli olarak imha politikası izledi. Öyle ki, aslında birer modernleşme ve aydınlanma örgütlenmesi olan, bu yanıyla aslında çubuğu tarihsel bakımdan burjuva liberalizminden yana büken Köy Enstitüleri’ne ve Halkevleri’ne bile tahammül edilemedi.

Örneğin gerçekte bir sosyal demokrat olan, hatta Amerikan hayranlığını açıkça ifade eden gazeteci Zekeriya Sertel bile komünist diye ağır baskılara uğradı. Sertel’in Tan gazetesi ve matbaası yakılıp yıkıldı, evi hileyle elinden alındı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ölene kadar da dönemedi.

Bugün bu ülkenin bilinen, seçkin denilebilecek gerçek yazarlarından ve sanatçılarından bir dönem hapis yatmamış kimseyi bulmak mümkün değildir. Hapishaneden geçmek neredeyse bir “kariyer” basamağıdır.

Birinci Cumhuriyet sadece siyasal olarak sol ve sosyalist örgütlenmelere karşı acımasız olmadı, aynı zamanda kendi edebiyatına karşı da savaşan tuhaf ve hoyrat bir rejim kurdu. Solun karşısında İslam ve islamcılar bir bariyer olarak düşünüldü. Türk burjuvazisi ve cumhuriyet seçkinleri kendi devrimine ihanet etti. Yıktıkları düzenin gerici unsurlarıyla uzlaştılar. İslamcı hareket büyütüldü, siyasallaştı ve sonuçta kendisini büyüten gücü tasfiyeye yöneldi.
Özetle Birinci Cumhuriyet, geciken bütün burjuva devrimlerinin kaderini paylaştı.

Şimdi büyük bir şaşkınlık içindeler. Çünkü, Siyasal İslam’ın bu kapsamlı saldırısına ve Cumhuriyeti tasfiye girişimine karşı direnecek önemli bir güç kalmadı. Tek güç soldu, ancak onların da bu devlet ve Cumhuriyet’le görülecek bir hesapları vardı. Bu nedenle tereddütler, bölünmeler ve savrulmalar yaşandı.

***

Türkiye’de Birinci Cumhuriyet’in sonlandırılmasına yol açan en önemli etken, iç ve dış dinamikler arasında belli bir örtüşmenin ortaya çıkmasıydı. Ancak, determinist olmaktan çok volantarist bir süreç olan bu tasfiye eylemi, şimdilik bir Pirus zaferiyle sonuçlanmış görünüyor. Her an bozguna dönüşecek br zaferdir bu.

Başka bir anlatımla Ergenekon operasyonu, Türkiye’de rejimin ABD’nin ılımlı islam projesi doğrultusunda dönüştürülmesi politikası ile AKP-Cemaat ittifakının hedefleri arasındaki örtüşmenin bir ürünü olarak geliştirildi. Bu yanıyla Ergenekon operasyonu tarihsel olarak Birinci Cumhuriyeti sonlandırma ve İkinci Cumhuriyeti kurmanın aracı haline geldi.

Ergenekon operasyonunun bu niteliği ve amacı başlangıçta sol tarafından yeterince görülemedi. Üzerinde çalışılmış bir siyasal komplo olan Ergenekon operasyonun felsefi, ideolojik, tarihsel ve siyasal derinliği yeterince anlaşılamadı. Hatta, “derin devlet” ya da Kontrgerillanın tasfiye edileceğine dair bir umut da yarattı. Solun ve sosyalist hareketin ana akımları bu psikolojik harp operasyonuna inanmasa da, belli bir muhalif kesim bu komplo aracılığıyla liberal-muhafazakar ittifakın, dolayısıyla iktidarın peşine takılarak yedeklendi.

Ancak tablo zamanla değişti ve sadece sosyalist sol’un ağırlıklı kesimleri ve ana akımları değil, kamuoyunun önemli bir kesimi de AKP-Cemaat koalisyonunun yürüttüğü bu operasyona karşı tutum almaya başladı. Bu sonucun ortaya çıkmasında, bazı cesur sosyalist çevre ve kişiler ile devrimci aydınların ısrarlı çabaları etkili oldu.

Şimdi bu çabaları derinleştirmek, önümüzdeki seçimlerden devrimci güçleri büyüterek çıkmak zamanıdır. Türkiye’de Kemalist muhalefet yenilgiye uğramıştır. Artık aydınlanmanın bayrağı devrimci solun, sosyalistlerin ellerindedir.