AKP-Cemaat iktidarının, liberaller ve kendi cellatlarına aşık olan alık solcuların desteğiyle sinsice inşa ettiği yeni hakikat rejimi, kendi kurumlarını, değerlerini, ölçülerini ve siyasal ahlakını bütün hızıyla oluşturuyor.
Türkiye’de artık toplumun modern ölçüler ve kategoriler üzerinden tanımlanması yerine, etnik ve dinsel kimlikler üzerinden açıklandığı bir döneme giriliyor. Yani artık yurttaş da yok, işçi sınıfı da yok halk da yok… Toplumu modern anlamda birleştiren bütün değerler, normlar, felsefi tanımlamalar geride kaldı. Onun yerine çeşitli tarikatlara bölünen Hanefi-Sünni bir çoğunluk, Aleviler, Şiiler, Türkler, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler vb. bulunuyor.
Ortada sınıflar olmayınca aslında ulus da yok oluyor. Çok kimlikli ve çok kültürlü olmak, bu kimlikler ve kültürleri garanti etmek özgürlüğün tek ölçüsü haline getiriliyor. Dahası, bu tutum bir tür “solculuk” bile sayılıyor. Dolayısıyla İslamcılar, muhafazakarlar ve liberallerin yanı sıra kimi solcular da hepimizin gözleri önünde işlenen bir cinayetin suç ortağı haline geliyor.
Post-modernistler, muhafazakarlar ve liberaller emekçilerin sosyo-ekonomik konumlarıyla siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişkiyi koparıyorlar. Referandum ve genel seçim sonuçlarında da görüldüğü gibi, insanların sınıfsal konumlarıyla siyasal tercihleri arasında tam bir uyumsuzluk bulunuyor.
***
Gericiler, muhafazakarlar, liberaller aydınlanma ve moderniteyi eleştirirken toplumları da maddi temelleri olmayan kültürel bir kategori olarak gösteriyorlar. Bu yaklaşımın kaçınılmaz sonucu olarak modernizm ile kapitalizm arasındaki bağ da koparılıyor. Böylece post-modernizm, her türlü kapsayıcı kuramı, “ilerlemeci” ve kurucu projeyi reddederken insanlığı da geleceksizleştiriyor. İnsanı tarih yapan bir özne olmaktan çıkarıyor, edilgen bir kul yapıyor.
Dolayısıyla gericileşen burjuvazinin felsefesi olarak post-modernizm, yeni gericilik esas olarak devrimcilik fikrinin eleştirisidir. Buna burjuva devrimleri de dahildir. Türkiye örneğindeki Kemalizm ve Cumhuriyet düşmanlıkları da “ilerici ve demokrat” olmalarından değil, buradan, yeni gericilikten gelir. Ancak bu tavır bazıları tarafından solculuk sanılır. Trajikomik bir durum!
Post-modernistler (yeni gericilik) ve yeni liberalizm sosyalizm düşmanlıklarını genel olarak modernite eleştirisi içinde gizler. Sosyalizmi ve sosyalist kuramı, tıpkı faşizm gibi modernitenin bir ürünü ve totalitarizm türü olarak gösterirler. Bilimsel hiçbir temele sahip olmayan bu kaba eşitleme, 1990-91’de sosyalist sistemin çözülmesini de modernizmin sonuna gelindiği şeklinde yorumlar. Onlara göre bir çağ ve tarihsel evre olarak modernite kapanmıştır.
Dolayısıyla moderniteyle birlikte onun ürünü olan Marksizm de zamanını doldurmuştur!
Hepsi budur. Büyük bir tarihsel dönem, örneği bulunmayan bir insanlık deneyimi bu basitlikle açıklanır.
Çünkü teolojik bir sosyalizm eleştirisi olan post-modernizm ve onu bütünleyen yeni liberalizm “büyük anlatılar” dedikleri bütünsel/kapsayıcı kuram, ideoloji ve projeler ile totalitarizm ve diktatörlükler arasında doğrudan bağ kurar. Onlara göre totalitarizm ve diktatörlükler bu “büyük anlatılar” denilen bütünsel ve kapsayıcı teorilerin ürünüdür. Marksizm ve sosyalizm de “büyük anlatılar” arasında en gelişkin ve sistematik örnek olarak ele alınır.
***
Yeni muhafazakarlığın ve liberalizmin kirlettiği zihin dünyası içinde devinen insanlar artık parçalı düşünmeye başlar. Örneğin Ergenekon soruşturmaları kapsamında tutuklanan Nedim Şener ve Ahmet Şık diğer sanıklardan ve soruşturmaya uğrayanlardan ayrılır. Kendilerini solcu / sosyalist sayan “demokrat” gazeteciler şifre skandalına isyan eden liseliler kadar bile Cemaati eleştirme cesareti gösteremez. Sanki ayıptır. Korkarlar…
AKP’nin saldırdıklarına onlar da pek demokratik gerekçelerle saldırırlar. Perihan Mağden gibi zavallılaşan demokratik enkazlar polis istihbaratının bülteni gibi çıkan Taraf gazetesindeki köşelerinden Tayyip Erdoğan’dan aldıkları işaretle hemen Nuray Mert’in recm ayinine katılırlar.
AKP’nin faşizan bir iktidar partisi, Fethullah Gülen hareketinin de son çözümlemede bütün özgürlüklere düşman gerici-İslamcı bir örgütlenme olduğunu unutur ve unuttururlar.
Bu utangaç muhaliflere (utangaçlıkları muhalefette yeni olmalarından kaynaklanır) göre Şener ve Şık masumdur. Onlar bir komploya kurban gitmiştir. Böylelerini, utangaç ve korkakça da olsa muhalefet çizgisine taşıyan şey “bu kadar da olmaz” şaşkınlığıdır. Gerçekte “bu kadar da olmaz” denilerek bugüne kadar olanlar onaylanır. Farkına varılmadan, daha doğrusu parçalı düşünmenin bir sonucu olarak Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı tutuklatan irade onaylanır. Şener ve Şık bir komplonun kurbanı ise diğerleri için de böyle bir tertibin düzenlenmiş olabileceği akıllara gelmez. Bu apaçık gerçek görülmez. Bir akıl tutulması yaşanır.
Oysa Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları bir yanlışlık değildir. Tasarlanmış, planlanmış bir operasyonun, bilinçli bir tercihin sonucu olarak her ikisi de etkisizleştirilmiştir. Onlar hangi komplonun kurbanıysa, diğerleri de aynı projenin (darbenin) sonucu olarak tutuklanmıştır. Şener ve Şık’ın tutuklanmaları, daha önce evleri basılarak gözaltına alınan, hakları ve hukukları çiğnenen kişilere sahip çıkılmamasının da bir sonucu ve bedelidir. Eğer bu gerçek görülmez ve gerçek ‘Gladyo’ yerli yerinde dururken Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Soner Yalçın, Mustafa Balbay vb. kişilerden “darbeci” üretme saçmalığına alet olunursa, gerçek kontrgerllanın aklanmasına paha biçilmez bir katkı sunulmaya devam edilecektir.
O Yalçın Küçük, 1987’de henüz kimse bulunduğu yerden kafasını çıkaramazken, Ertuğrul Mavioğlu ve arkadaşlarının bir Dev-Sol operasyonunda tutuklanmasına ve yargısız infazlara soylu bir aydın olarak karşı koydu. Babıali’nin ortasında çıktı konuştu. O eylemde bir gazeteci olarak ben de vardım. Destek verdim. Tanığı Halil Nebiler’dir. Ama Ahmet Şık’ın arkadaşı Ertuğrul Mavioğlu, Yalçın Küçük’ün darbeciliği ve kontrgerillacılığına inanıyor olacak ki, sesini çıkarmıyor. Bir entellektüel sefaletle karşı karşıyayız.