ABC Politik

Merdan Yanardağ
8 Temmuz 2011
Email :

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki en güçlü padişah hiç kuşkusuz II. Abdulhamit’dir. Yaklaşık 30 yıl hüküm süren Abdulhamit devletin ve toplumun kaderinde önemli bir rol oynamıştır. Abdulhamit, Ortaçağ artığı düzeni ve rejimi korumak için Fransız devriminin etkisindeki aydınları, dönemin devrimcilerini (Jöntürkler, İttihat-Terakki Cemiyeti üyeleri) ve diğer muhalif kesimleri takip etmek, baskı kurmak ve cezalandırmak için hayli etkili bir hafiye teşkilatı kurmuştu. Bu hafiye teşkilatı, bir tür rejim muhafızlığı ve istihbarat örgütü işlevi görüyordu. Geniş bir “jurnal” ağına, yani gönüllü muhbir örgütlenmesine de sahipti. Hafiye teşkilatının muhbirleri arasında dönemin hilafet ve padişah yanlısı çok sayıda gazetecisi ve yazarı da vardı.

Bu sivil teşkilatın özelliği “havadan nem kapmak” diye özetlenebilirdi. Öyle ki, eğer döneme ilişkin anılar abartılı değilse, bir Jöntürke ya da İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesine veya taraftarına selam vermek bile neredeyse tutuklanmak ve hatta işkence görmek için yeterliydi. Dönemin gazetelerinde İstanbul’un bir semti olan Sarayburnu’ndan söz etmek bile yasaklanmıştı. Çünkü Abdulhamit büyük burunlu biriydi ve muhaliflerin bununla alay ettiği düşünülüyordu. Özetle Abdulhamit, hafiye teşkilatına dayalı koyu bir istibdad (baskı-terör) rejimi kurmuştu.

Her devrin gönüllü hafiyeleri vardır. Bunlar baskı ve terör rejiminin kurulmasına büyük katkıda bulunurlar. İnandırıcıdırlar… Çünkü bazılarının iktidarlardan ilk bakışta bir çıkarları da yoktur. Ama aldıkları politik tutum nedeniyle toplumsal ve ekonomik bakımdan rahat ederler. En azından sabaha karşı evleri basılmaz ve gözaltına alınmazlar.

***

AKP-Cemaat koalisyonunun gerçekleştirdiği örtülü darbeyle, Türkiye’de bir bakışa göre 60 yılla yayılan, bir başka yaklaşımla 12 Eylül 1980’den sonra derinleşen karşı devrimci sürecin sonuna gelinmiştir. Artık bir Ilımlı İslam rejiminin kurulduğunu ve I. Cumhuriyetin sonlandığını ileri sürebiliriz. Diğer bir ifadeyle İslamcı-faşizan bir polis devletinin ve aynı anlama gelmek üzere II. Cumhuriyetin kurulmaya başlandığını saptayabiliriz.

Yukarıda bazı özelliklerine bir giriş yapmaya çalıştığım hafiye aydın tipin somut örneğini Prof. Dr. Murat Belge’nin sunduğunu söylemem sanırım şaşırtıcı olmayacaktır. Murat Belge, son yıllarda George Soros’un desteklediği kuruluşların fikirlerini, en pespaye burjuva ideolojisini pek özgürlükçü gerekçelerle tekrarlamakta ve yeniden üretmektedir. Bazıları da bu faaliyeti solculuk sanmaktadır. Gazeteci arkadaşım Atilla Akar’ın deyimiyle, Belge “takıntılı bir anti-askercilik ve bunların yerine ikame ettiği, tarihten ve sosyolojiden kopuk bir Jakobenizm (devrimcilik) düşmanlığı ve en kabasından bir sivillik kutsalını” koymaktadır. Bu özellikleriyle Murat Belge, söz konusu liberal tipi bir inceleme nesnesi olarak ele almak bakımından en uygun kişidir.

Vasat bir tiptir bu. Bu tespiti yapmak bir dönemin sol entelektüelleri için ”rol modeli” sayılan Belge hakkında haksızlık diye düşünülebilir. Ama öyle değildir, Çünkü Belge ve güçbirliği yaptığı kesimler muhalif değil iktidardır artık. Onlar uzun süredir iktidarın dilini kullanmaktadırlar. Üstelik sağcı ve hoyrat bir iktidardır bu. İktidara eklemlenen Murat Belge bu özelliğiyle vasat bir aydındır. Muhafazakar bir iktidarı destekleyen, korkak, solla bir ilişkisi kalmamış, buruşuk bir tiptir artık. Üzücüdür, ama böyledir.

Çünkü her şey bir yana Murat Belge, iktidara verdiği açık destek ile klasik aydınların “bağımsızlık” ilkesini bile bir kenara bırakmıştır. O artık organik bir aydındır. Sistemin adamıdır. Çünkü, bırakın işçi sınıfının tarihsel rolüyle ortaklaşma kaygısını, artık sıradan “entelektüel hassasiyetleri” bile bir kenara itmiştir.

***

Belge gibi soldan ve sosyalizmden vazgeçenlerin ortak özelliğinin belirsiz bir “radikal liberalizm” savunusu olduğunu biliyoruz. Burada komik olan şey, Murat Belge’nin kendisini hala solcu saymasıdır. Bu tutum tam bir riyakarlık, yalan ve iki yüzlülüktür. Dahası korkaklıktır. Yaklaşık dört yıl önce Sabah gazetesinin Pazar ilavesine verdiği bir röportajda Belge, “solcu muyum artık ben de bilmiyorum” derken daha samimiydi. Ancak Murat Belge kendisini hala “komünist” diye tanımlayacak kadar gerçeklikten ve teoriden kopmuş durumdadır.

A. Akar’ın da belirttiği gibi Murat Belge, eleştirel bilincini soyut bir sivil toplum kutsallığı ve hastalıklı bir resmi toplum nefreti adına iptal etmiş görünüyor. Dahası, askeri vesayete karşı çıkmak adına “İslami vesayet” rejimine ‘evet’ diyen ve boyun eğen bir kişilik bu…

Bu yazıyı yazmama neden olan gelişme, Murat Belge’nin Hopa’da öldürülen devrimci-sosyalist öğretmen, Halkevleri ve ÖDP üyesi Metin Lokumcu hakkında bir röportaj sırasında söyledikleridir. Utanç vericidir.

Murat Belge’nin Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’la yaptığı ve geçen pazar günü yayımlanan söyleşi tam bir rejim uşaklığı ve entellektüel sefalet örneği gibidir. Bu söyleşi sırasında Belge’nin Hopa’da “biber gazı ile öldürülen” öğretmen Metin Lokumcu’ya ilişkin sözleri dehşet vericidir. Belge’nin sadece sosyalizmden dönmediği, “entelektüel namus” denen ilkeden de hayli uzaklaştığı anlaşılmaktadır.

Murat Belge kendisiyle yapılan söz konusu söyleşide, Ergenekon savcılığının iddianamelerindeki kimi mantık yürütme ve suçlama yöntemlerini bile aşan bir yaklaşımla Hopa olaylarının hemen “Ergenekoncuların marifeti” olduğunu saptıyor. Radikal muhabirinin bir sorusu üzerine Murat Belge geçen pazar günü şunları söylüyor
“Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti.”

Görüldüğü gibi, mevcut iktidarın toplumsal muhalefet güçlerine, doğal olarak sola ve örgütlü sosyalist harekete karşı geliştirdiği tutum ile Belge’nin tavrı arasında tam bir uyum bulunuyor.

Ezgi Başaran’ın, “Emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu Ergenekon’a mı bağladınız?” şeklindeki sorusuna Belge, “Kendisini değil ama onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var” diyerek, insanın kanını donduran bir cevap veriyor.
Murat Belge’nin hangi belgelerin ya da ne tip bir soruşturmanın ardından bu değerlendirmeyi yaptığını bilmiyoruz ama, bu kadar iddialı bir görüş ortaya attığına göre hükümetten gelen bilgilerin kendileriyle paylaşıldığı anlaşılıyor.
Belge’ye göre, Metin Lokumcu’nun çevresi ve hatta çevresinin çevresi Ergenekoncu ise öldürülmesi kötü olsa bile susturulmasında bir sakınca yoktur. Murat Belge, AKP-Cemaat iktidarının yeni ve gönüllü hafiyesidir artık. O havayı koklamakta, çevresini süzmekte ve kimin Ergenekoncu olduğunu, hatta çevresinin kimlerden oluştuğunu hemen saptamaktadır. Ergenekon diye bir örgütün bulunmayabileceği, tam tersine bu soruşturmanın gerçek darbeyi gizleyen büyük bir yalan/kurgu olabileceği aklına bile gelmiyor.

***

Lokumcu, ÖDP’nin ve Halkevleri’nin üyesidir, Devrimci Yol’cudur, Dev-Genç’lidir. Metin Hoca’nın çevresi budur. Ama Belgeli hafiyeye göre ölüm üzücüdür fakat ne yazık ki askeri vesayeti kırana kadar bu türden “kaçınılmaz kötülükler” olacaktır. Demokrasi için hepimiz bunu bilmeli ve dişimizi sıkmalıyız!

İnsan bu vahim mantık karşısında ne diyeceğini bilemiyor. Murat Belge Ergenekon savcılarını bile solluyor. Çevrenizde, hatta çevrenizin çevresinde bir Ergenekoncu varsa siz de darbecisiniz ve artık sizin hukukunuz da hakkınız da çiğnenebilir. Bırakın 12 Mart ve 12 Eylül’ü, bu tutum Abdulhamit istibdatını bile gölgede bırakır.
Öyle anlaşılıyor ki, Murat Belge 12 Mart 1971 darbesinden sonra ıslah olmuştur… Zaten kendisi hakkında 12 Eylül 1980’de de ciddi denebilecek bir soruşturma açılmamıştı. Zaten 1980’den sonra daha çok islamcıların toplumsal meşruiyet kazanması için çalışmıştı. Belge, 1970’li yıllardaki devrimci mücadeleye, bu topraklarda Celali isyanlarından beri kurulu düzene karşı en şiddetli saldırı olan bu başkaldıraya karşı ise sürekli düşmanca bir tutum aldı. Nedeni bu “ıslah” olmalı!

Pozitif burjuva hukukunun bile dışına düşen Murat Belge aslında bir zihniyeti temsil ediyor. Birikim dergisi ve çevresinin odağında oluşturduğu bu anlayış, gerici-faşizan polis devletinin en önemli meşruiyet kaynaklarından biridir artık.

Murat Belge’nin mantığıyla hareket edersek, kendi çevresi, dahası “çevresinin çevresi” İslamcılardan, yeni muktedirlerden ve güç odaklardan oluşmaktadır. O halde pekala Murat Belge’nin bir gerici olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik tarihsel ve kategorik bakımdan çok yanlış bir kavram da kullanmamış oluruz.

Murat Belge, Sabih Kanadoğlu kanunsuz şekilde gözaltına alındığında da, “O da 2007’de cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 oy gerekiyor diye kaos yaratmıştı, şimdi onun hukuku çiğnense ne olur” şeklinde bir yazı yazabilmişti. Suçluların bile bir hukukunun ve haklarının bulunduğu şeklindeki modern hukuk ilkesini hatırlatmanın yararı olur mu bilmiyorum ama, Murat Belge’nin “çevresinin çevresi” şeklindeki yeni hukuk anlayışı Ergenekon savcılarının çok işine yarayabilir!

Murat Belge aynı söyleşide, “Şimdiye kadar biz bir ucunda ordunun olduğu düzenle mücadele ettik. Bundan böyle bir siyasi parti var. Hegemonya veya diktatörlük kurmaya çalışabileceği, muhtemelen çalışacağı bir düzen bu da. Ama sonuç olarak bu bir siyasi parti, silahlı kuvvetler değil” diyor. Oysa dünyada birçok faşizan yönetim “sivil partiler” eliyle kurulmuştur. Tarihin tanıdığı (siyaset biliminin üzerinde mutabakat sağladığı) en has faşist rejimler genellikle aşağıdan yukarıya doğru, kitle desteğiyle ve sivil partiler aracılığıyla hayata geçirilmiştir. Nazi rejimi ve İtalyan faşizmi böyledir. Bu durumu Murat Belge bilmiyor olamaz, ama liberalizm insanı bir kez cahilleştirmesin, işte böyle siyasi körlük kaçınılmaz oluyor.