Sporun, özellikle kitleleri arkasından sürükleyen bir etkinlik ve seyirlik olarak futbolun siyasetten ve sermayeden bağımsız olduğunu düşünmek saflıktır. Çok tekrarlanmıştır ama yinelemekte sonsuz yarar vardır tekelci kapitalizm çağında futbol artık bir endüstriye dönüşmüştür. Futbol kulüpleri, onlarca işletmesi, kamu kaynaklarını da kullanan yatırımları ile büyük birer şirket gibidir.
Dolayısıyla futbol bir spor olarak halkçı karakterini, kulüp kültürünü, yarışma duygusunu, dayanışma ve sosyalleşme ortamı oluşturma özelliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Futbolun bir rant, sömürü ve kitleleri yönlendirme aracı haline geldiğini ileri sürmek, artık “kaba solculuk” olmaktan çıkmış, sıradan bir değerlendirme ve tespit haline gelmiştir.
Türkiye’de rejim değişirken, ülkenin büyük kulüplerinin eski konumlarında kalmaları düşünülemezdi. Nitekim bırakmadılar da… Futbolda şike yapıldığı bir gerçek. Yeşil sahalarda büyük paraların döndüğü, sporun kirlendiği, bir dönem futbolda mafyalaşmanın had safhaya ulaştığı, faşist-kabadayı kırması çetelerin başta transfer piyasası olmak üzere futbola müdahale ettiği, dahası bütün bu kirli ilişkilerin içinde spor basınının da olduğu neredeyse herkesin bildiği bir sır gibidir.
Ancak soru şudur neden şimdi? Seçimlerden hemen sonra aralarında FB gibi bir tür dokunulmazlığı olan kulüp başkanının da tutuklanmasına yol açan bu soruşturmanın anlamı nedir?
Öncelikle yapılması gereken tespit şudur Fenerbahçe başta olmak üzere, Süper Lig takımlarına yönelik bu operasyon, rejim değişikliğinin büyük ölçüde gerçekleştirildiğinin işaretidir. Darbe süreci tamamlanmış ve yeni rejim, tıpkı medya gibi önemli “sivil” iktidar alanlarından biri olan köklü kulüplerin yönetimlerini ele geçirmek istemiştir.
I. Cumhuriyet sonlanırken, onunla birlikte, Osmanlı-Türk modernleşmesinin kurumları olan FB, BJK, GS gibi kulüplerde de modernleşmeci kültür tasfiye edilmektedir. Bu operasyonun “temiz spor” ya da “temiz futbol” ilkesi ile gerçek bir ilgisi yoktur. Çünkü üç büyükler diye bilinen FB, GS ve BJK yönetimlerinin ele geçirilmesi söz konusu kulüplerin olağan kongrelerinde denenmiş, ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Durum böyle olunca, tıpkı Ergenekon operasyonlarında yapıldığı gibi Cemaatin adliye-polis örgütlenmesi harekete geçirilmiştir. Şike soruşturması denilen hadise bundan ibarettir.
***
Endüstriyel futbolun sermaye-rant ekseninde bir spor ortamı yarattığı açıktır. Özellikle futbol alanında büyük bir sermayenin döndüğü, on milyonlarca taraftarın iyi niyetinin, duygularının, kendilerini ifade etme ihtiyaçlarının, bir yere ait olma güdülerinin sömürüldüğü bilinmektedir. Futbolun ve taraftarlık durumunun politik yönlendirmeler için kullanıldığı sporla ilgilenen sosyalistlerin öteden beri ileri sürdüğü bir tezdir. Son olaylar bu tezleri bir kez daha doğrulamıştır.
AKP ve Cemaat, solun aksine futbolun önemini, milyonlarca insanı arkasından sürükleme gücünü ve bu alanda dönen büyük parayı görüyor ve biliyordu. İktidar üç büyük kulübü ele geçirmek için son bir yıl içinde üst üste hamleler yaptı. ANAP ve AKP’nin değişmez içişleri bakanlarından Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun Beşiktaş başkanlığına aday olması ilk hamleydi, olmadı. Galatasaray’da Adnan Polat’a karşı aday arayışı bir sonraki hamleydi. Bir alternatif yaratamadılar. Adnan Polat’ın kongreyi kaybedince yeni yönetimi “Onlar CHP’li” diye iktidara ihbar etmesinin nedeni budur. Oysa Adnan Polat AKP’ye karşı CHP’den İstanbul belediye başkanlığına aday olmuş, Alevi kökenli bir iş adamıdır. Ancak seçimi kaybedince, acınacak bir zavallılıkla AKP-Cemaat iktidarına bu arkadaşlarını “Onlar CHP’li” diye ihbar etmekten kaçınmamıştır. Belli ki Adnan Polat yeni rejimde kendisine yer açmaya çalışmaktadır.
Sıranın Fenerbahçe’ye geleceği açıktı. (Bu arada belirteyim ben Beşiktaşlıyım ve Beşiktaşlı olmayı da seviyorum.) Çünkü kabul etmek gerekir ki, FB I. Cumhuriyet’in en önemli simgelerinden biridir. Büyük bir kulüptür. En yaygın taraftar grubuna sahiptir. TSK içinde en çok taraftarı olan takımdır.
Gerçekte üç büyüklerin tümü, Osmanlı İmparatorluğu’nu 1908 Temmuz (Jöntürk) Devrimi’ne (İkinci Meşrutiyet) taşıyan ve Cumhuriyetin temelini oluşturan atmosferin ürünüdür.
Siyaset ve toplumsal dönüşüm programları sokağa, kitlelere, gündelik hayata simgeler, semboller ve sloganlarla iner. Dolayısıyla simgeleri yeniden düzenlemek ve yeni semboller oluşturmak, her büyük dönüşüm iddiasının taşıyıcıları bakımından olmazsa olmaz bir kuraldır.
Dolayısıyla I. Cumhuriyeti tasfiye etmek ve yerine faşizan bir ılımlı islam cumhuriyeti, bir polis devleti kurmak isteyenler elbette yasamayı, yargıyı, yürütmeyi ele geçirdikten ve sistemin silahlı güçlerini yeni rejime bağladıktan sonra eski düzenin sembollerine ve simgelerine de yöneleceklerdi. Amaçlarına ulaşıp ulaşamayacakları artık tamamen toplumsal tepkinin alacağı şekle bağlıdır.
***
Medya AKP-Cemaat koalisyonu tarafından daha önce ele geçirildiği için, şike operasyonu sırasında sistemin bütün ideolojik aygıtları harekete geçirilmiştir. Öyle ki, daha düne kadar FB haberlerinden geçilmeyen spor sayfalarının yöneticileri kulüp yönetiminin arkasından birdenbire çekilmiştir. Böylece, başlangıçta gelişen taraftar tepkisi spordaki kirlenmenin de etkisiyle yatıştırılmıştır. Örneğin, sol duyarlılıklarıyla tanınan Beşiktaş Çarşı Grubu bile, “yargılamanın sonunu bekleme ve bu sürede soruşturulan kulüp mensuplarına açık destek vermeme” tavrı almıştır. İlk bakışta doğru gibi görünen bu tavır gerçekte iktidarın başarılı olduğunu göstermektedir.
Çünkü, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin ürünü olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine, ağır ceza gerektiren suçlara, bu arada örgütlü ve devlete karşı işlenen cürümlere bakmak üzere 2005’te kurulan “Özel Yetkili Mahkemeler ve Savcılıklar” iktidarın denetiminde tam bir paralel adliye niteliğindedir. Başlangıçta kimse uyanmadı. Hatta herkes DGM’ler kaldırıldı diye bu yapılanmayı “demokratik bir gelişme” diye bile yorumladı. Oysa DGM’lerden daha anti-demokratik bir adli yapılanma gerçekleştiriliyordu.
Durum böyle olunca ortaya da çoğu kez şöyle bir tablo çıkıyor örneğin özel yetkili savcılıklar “çete” suçlamasıyla bir soruşturma başlatıyor, eğer kamuoyundan bir tepki gelirse iktidar “yargı bağımsızlığına saygı gösterelim” ve “yargılama sonucun bekleyelim” diyor. Tam bir dar alanda paslaşma durumu, danışıklı dövüş!
Şike soruşturmasında da durum böyle. Ortada sonucu beklenen adil bir soruşturma ve yargılama yok, siyasal bir operasyon var. Bu nedenle gerçekte her eylemiyle “masumiyet karinesi”ni çiğneyen hükümet, herkesten önce ve yüksek sesle “yargılamanın sonucunu bekleyelim, yargıya müdahale etmeyelim” demektedir. Asıl şike bu yargılamada ve bu tutumdadır.
***
Geçenlerde Can Dündar da yazdı iktidar ve rejim değişimlerini FB yönetimlerindeki değişiklikler üzerinden de okumak mümkündür. Örneğin tek parti (CHP) iktidarı döneminde 1934-1950 arasında FB başkanlığını Şükrü Saraçoğlu yapmıştır. Bilindiği gibi bir dönem başbakanlık da yapan Saraçoğlu’nun adı yeni FB stadına verilmiştir. Demokrat Parti 1950’de iktidara gelince Şükrü Saraçoğlu da FB başkanlığını devretti. FB’nin yeni başkanı DP’li milletvekili Osman Kavrakoğlu oldu.
Kavrakoğlu 27 Mayıs 1960 müdahalesine kadar FB başkanlığı yaptı. DP iktidarı devrilince FB başkanlığına da bir CHP’li, Razi Trak getirildi. Kavrakoğlu Yassıada yargılanıp hapis cezasına çarptırıldı. 1965 seçimlerini Adalet Partisi kazanınca, FB başkanlığına da Süleyman Demirel’e yakınlığıyla tanınan Faruk Ilgaz getirildi. (Milliyet, 12 Temmuz 2001)
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra da durum değişmiyor. Bugün AKP’nin bir polis operasyonuyla ve siyasal şiddet kullanarak aynı şeyi yapması, değişimin şiddetinden kaynaklanıyor. Çünkü iktidar değil, rejim değiştiriliyor. FB’nin dokunulmazlığı kaldırılıyor.
Hakan Şükür prototipine uygun futbolcular ve bu tiplerin yönettiği kulüpler yaratılmak isteniyor. Siyasal gelişmeler hakkındaki görüşleri sorulunca “gündemi takip etmedim ben bilmem, büyüklerim bilir” diyecek kadar cehaleti paçalarından süzülen Hakan Şükür’ün AKP listelerinden milletvekili yapılması da futbol dünyasına yön gösterecek bir örnek oluşturma projesinin parçası oluyor.
Hatırlayan var mı bilmem ama Hakan Şükür’ün nikah şahidi Fethullah Gülen’di.
Not: Bir önceki yazımda atıfta bulunduğum Atilla Akar’ın “Murat Belge’nin Müthiş Ergenekon Avcılığı ve de Savcılığı!” başlıklı makalesinin nerede yayımlandığını belirten dipnotum düşmüş. Akar’ın yazısının tamamını www.atillaakar.com sitesinde bulabilirsiniz.