Türkiye’nin sol, sosyalist ve ilerici güçlerinin önündeki acil, acil olduğu ölçüde de tarihsel görev AKP-Cemaat diktatörlüğünü önlemektir. Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesi ve bir İslamo-faşist polis devleti olarak İkinci Cumhuriyet’in yapılandırılma sürecinin devam etmesi, bu tarihsel sorumluluğun neden acil olduğunu da ortaya koymaktadır.
Bugün, yukarıda ifade edilen tarihsel bakışa sahip olmayan, bu ihtiyacı saptamayan ve söz konusu sorumluluğu bilince çıkarmayan hiçbir sol, sosyalist ya da moda kavramla “demokratik” oluşum, hiçbir siyasal ve tarihsel anlam taşımayacaktır. Tarihin çağrısına uymayanlar onun cezasına razı olmak zorunda kalacaklardır. Tıpkı 12 Eylül 1980’den önce tarih bizi devrim yapmaya çağırdığı ve bütün nesnel şartlar buna uygun olduğu halde bu devrimci adımı atamadığımız gibi… Üstelik uzansak iktidarı alabilecekken bunu yapamadık ve tarihin cezasına razı olduk. Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız.
Eğer devrimci ve sosyalist hareket 1980’de tarihin çağrısına uyup iktidara uzanmayı başarabilseydi, bugün sadece bambaşka bir ülkede değil, aynı zamanda kapitalizmin yenilgiye uğradığı bir dünyada da yaşıyor olabilirdik. Bunun bütün maddi şartları vardı.
Kuşkusuz bugün içinden geçtiğimiz tarihsel dönemecin gereğini yapmak, belki bu ölçekte küresel ve dev sonuçlar yaratmayacaktır. Ancak neo-klasik sömürgeciliğin (yeni emperyalizmin) yenilgiye uğratılması, insanlığın içine itildiği post-modern Ortaçağ’ın kapılarının kapatılmasını sağlayacaktır. Dahası ya da en azından, yeniden tarihsel ve ideolojik inisiyatifin solun eline geçmesini (en azından islam coğrafyasında yeni gericiliğin yenilgiye uğratılmasını) sağlamak gibi büyük sonuçlar doğurabilir.
İçinden geçtiğimiz günlerin yukarıda belirtildiği gibi bir tarihsel dönemece işaret ettiğini göremeyen, Türkiye ve dünyaya bu seviyeden/açıdan bakmayı başaramayan bir sol partinin, devrimci bir girişimin, siyasal birliğin, ittifakın, cephenin vs. başarılı olması imkansızdır. Hatta entellektüel bir tavrın bile anlamlı olması buna bağlıdır.
Acil bir görev ve tarihsel bir sorumluluk olarak gerici-faşizan polis devleti hamlesini yenilgiye uğratmayı hedeflemeyen herhangi bir girişim tam tersine, öznel niyet ne olursa olsun nesnel olarak, AKP-Cemaat diktatörlüğünün inşa sürecine katkıda bulunacaktır.
Bu bağlamda Kürt siyasal hareketinin öncülüğünde başlatılan Çatı Partisi girişimine bakıldığında tablo pek parlak görünmüyor. Çatı Partisi girişiminin en önemli etabını oluşturan kongre hazırlıkları çerçevesinde üretilen belgeler değerlendirildiğinde, yukarıda çizmeye çalıştığım siyasal perspektifin çok uzağında konumlanıldığı görülüyor.
Esas olarak Kürt siyasal hareketinin ihtiyaçlarından kaynaklanan ve onun olanaklarına yaslanan bu girişimin, tarihsel ve toplumsal bir ihtiyacı karşılaması çok zordur. Aktüel egemen zihniyetin dilini devraldığı, yeni muhafazakar ve liberal söylemin etkisi altında kaldığı gözlenen bu girişimin başarılı olması mümkün değildir. Daha da kötüsü, sosyalist hareketin uzun süre etkisiz kalmasına neden olacak bir tür likidasyona yol açması bile mümkündür.
Türkiyenin ilerici birikimiyle buluşmayan (bu birikim ne kadarsa), kendisini tarihsel olarak bu devrimci birikimin parçası olarak örmeyen bir hareketin, yeni bir başarısızlık örneği sunmaktan başka sonuç yaratması neredeyse imkansızdır. Bu durum ise yeni bir moral yıkım demektir. Oysa solun önünde, Kürt sorununun da adil ve onurlu bir zeminde çözülmesi de dahil tarihsel sonuçlar yaratacak bir hamle yapma fırsatı vardır.