ABC Politik

Merdan Yanardağ
18 Kasım 2011
Email :

Amerikan siyaset terminolojisinde ‘Neo-Con’ ve ‘Neo-Cons’ diye kısaltılan yeni muhafazakar (Neo-Conservative) hareket ve yeni muhafazakarlık, özgür akla ve bilimsel bilgiye karşı bir saldırıdır. Bu özelliğiyle bir tür “Ortaçağ’a dönüş” ideolojisi ve ‘yeni gericilik’ olarak da değerlendirilebilir. Neo-con akım gerektiğinde formel burjuva demokrasisini bile reddeden seçkinci ve faşizan bir öze sahiptir.

Yeni muhafazakârlar Aydınlanma ve moderniteye yönelik, tarihsel ve kategorik bakımdan gerici ve radikal bir eleştiri geliştirir. Çok ‘demokratik ve çok ‘özgürlükçü’ gerekçelerden hareket eden bu gerici eleştiri, esas olarak, bilimsel tarihselci tavrın ve toplumsal ilerleme yasasının reddine dayanır. Dolayısıyla bu eleştiri, yeni muhafazakarlar ile post-modernistler ve neo-liberaller arasındaki ortak ideolojik zemini ve siyasal bağı da oluşturur. Böylece bu zemin ve bağ, küresel karşı devrimin taşıyıcı gücü olan ‘tarihsel gerici blok’un kurulmasını sağlar.

Dünyada ve Türkiye’de bugün yaşanan ideolojik, siyasal, kültürel ve toplumsal gelişmelerin temelinde bu olgu, oluşan ‘gerici tarihsel blok’ yatıyor. Bu blokun taşıyıcı ve maddi gücünü ise yeni muhafazakarlar oluşturuyor. Durum böyle olunca, yeni muhafazakarlığı ideolojik, siyasal, kültürel ve entelektüel planda eleştirmek ve mahkum etmek önem taşıyor.

Çünkü bu eleştiri, Aydınlanma ve moderniteyi gerçek anlamda aşmayı sağlayacak yeni bir devrimci eleştirinin de olanaklarını sunacaktır.

NEO-CON’LARIN SOL KÖKENİ VE ABD SERÜVENİ

George W. Bush’un, 20 Ocak 2001 tarihinde, “darbe” olarak da nitelendirilen bir seçim sonucu ABD başkanlığına getirilmesi, yeni muhafazakarların da Hristiyan köktencilerle ittifak halinde doğrudan iktidara ulaşmalarını sağlıyordu. Ancak, Yeni Muhafazakarların Amerikan siyaseti üzerindeki etkinliği Bush yönetimiyle sınırlı tutulamayacak bir çapa ve tarihsel derinliğe sahipti. Kökleri 1960’lı yıllara kadar gidiyordu. ABD’nin ilk Yeni Muhafazakar devlet başkanının Ronald Reagan olduğunu söylemek hiç yanlış değildi.

Amerikan yeni muhafazakâr hareketinin önemli isimlerinin çoğunu Yahudi kökenli eski solcular oluşturuyor. Hareketin kurucularını ve önde gelen isimlerini oluşturan bu eski solcuların daha çok, Sovyet karşıtı geleneklerden (Troçkist, Maoist vb) ile ‘yeni sol’ akımlardan gelmesi de dikkat çekiyor.

Örneğin, New York City College’de (New York Şehir Kolleji/Üniversitesi) okuyan ve çoğunluğunu solcu (Troçkist) öğrencilerin oluşturduğu bir grup 1960’lı yıllarda Neo-Con hareketin de çekirdeğini ve kurucu heyetini meydana getirecekti.

Dini (Hristiyanlık, Müslümanlık, Musevilik vb) toplumları yönetmek için vazgeçilmez araçlardan biri olarak gören ve bu nedenle dini gruplarla ittifakı savunan yeni muhafazakarların genellikle ateist olduğu düşünülürse bu akımın serüveni daha da ilginç hale gelmektedir.

Yeni muhafazakarlar, ilk olarak yine soldan gelen ve Commentary dergisinin kurucularından Irving Kristol’un Başkan Nixon’un seçim kampanyasını desteklemesiyle siyaset sahnesine çıktılar. Neo-Con’lar Ronald Reagan’ın başkanlık döneminde ise, 1981 ve 1985 yılları arasında, hükümette görev alma ve bürokrasi içinde örgütlenme imkanı buldular. Richard Nixon ve J. Carter döneminde Sovyetler Birliği ile yakınlaşma (detant) siyasetine ve Ortadoğu barış girişimlerine karşı çıktılar. Henry Kissenger’ın görüşleri de dahil olmak üzere “realist” politikaları reddettiler. Vietnam Savaşını desteklediler ve desteklenmesi için kamuoyu oluşturmaya çalıştılar.

Örgütlü bir yapı özelliği kazanmaya başladıkları andan itibaren, merkez sol ve ilerici-demokrat entelektüelleri sindirmeye ve tasfiye etmeye çalıştılar. Siyasal literatür ve entelektüel hayat üzerinde tam bir hakimiyet kurmak için ısrarla çalıştılar. Genellikle enstitüler, vakıflar, üniversiteler, halkla ilişkiler şirketleri, dergiler, gazeteler ve genel olarak medyada yer aldılar ve üslendiler.

Savunma yerine hep saldırıyı tercih ettiler. Öyle ki, Neo-Con hareketin en önemli “kurucu babalarından” biri sayılan siyaset felsefecisi Prof. Leo Strauss’un, “Güçlü olmak, ancak iç ve dış siyasetteki rakiplerin güçsüzlüğüyle doğru orantılıdır” şeklindeki görüşü, onlar için önemli bir öğüttü ve bu öğütün gereğini her aşamada yerine getirdiler.

Ancak, 1980’li yıllardan beri ABD’nin iç ve dış siyasetine yön veren yeni muhafazakârlığın sadece bir grup seçkin felsefeci, siyaset bilimci, stratejist, gazeteci, politikacı ve entelektüelin ürünü olduğunu düşünmek büyük bir hızla iktidara gelişlerindeki “başarıyı” da gözü kara bir ekibin macerasından ibaret saymak büyük bir yanılgı olacaktır. Yeni muhafazakârlık, hem küresel hakimiyet siyaseti izleyen Amerikan sermayesinin aktüel ihtiyaçlarının bir ürünü hem de bu ihtiyaçların doğurduğu çağırıya verilen radikal bir yanıt olarak görülmelidir.

Yeni muhafazakârlar, ABD ve diğer ülkelerde burjuva “demokratik” politikaların yetmediği, istenen hız ve nitelikte sonuç almakta başarısız olduğu bir aşamada devreye girmiş ve iktidara tırmanmıştır.

TÜRKİYE’NİN YENİ MUHAFAZAKARLAR

Yeni muhafazakarların Türkiye serüveni de aşağı yukarı ABD’de yaşananlara benzemektedir. Bazı eski solcular, tıpkı ABD’de olduğu gibi yeni rejimin en önemli teorisyenleri, stratejistleri ve kamuoyu yapıcıları haline gelmiştir. Bunlar, kendilerine verdikleri isimde olduğu gibi ne “liberal demokrat” ne de “sol liberal” konumdadırlar. Bu her iki kavram da daha çok onların eski konumlarına işaret etmektedir.

Bu çevre, Türkiye’deki yeni muhafazakar hareketin soldan gelen kesimini oluşturmaktadır. Ancak, dikkatli bakıldığında bu kişilerin önemli bölümünün, hâlâ şu veya bu şekilde “solcu” olduklarına dair bir izlenim bırakmaya çalıştığı gözlenmektedir. Çünkü, entelektüel itibarlarının zedeleneceği endişesi ile muhafazakar ya da sağcı olarak görünmekten utanmaktadırlar.

Ayrıca öyle anlaşılmaktadır ki, iktidardan ve servetten pay almak için eskiden solcu olmak daha çok işe yaramaktadır.

Bu kişiler herhangi bir sağcı, dinci, milliyetçi ya da faşist kökene sahip yazardan, gazeteci ya da akademisyenden daha etkilidirler. Çünkü eski solcular daha bilgili oldukları gibi, önceki rejimlerin saldırılarına uğradıkları için daha inandırıcı ve etkili olmaktadırlar. Kendilerine kamuoyu tarafından açılan krediyi sonuna kadar kullanmaktadırlar.

Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Halil Berktay, Ali Bayramoğlu, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Kürşat Bumin, İsmet Berkan, Ertuğrul Özkök, Murat Yetkin, Oral Çalışlar, Serdar Turgut, Orhan Miroğlu, Beril Dedeoğlu, Hilmi Yavuz, Nilüfer Göle, Şerif Mardin, Atilla Yayla, Zafer Üskül, Mustafa Erdoğan, Levent Köker, Şahin Alpay, Etyen Mahçupyan, Ergun Babahan, Ergun Özbudun gibi akla ilk gelen gazeteci, akademisyen ve yazarlar bu kesimden bazı isimlerdir.

Bu bahiste önemli olan şudur bırakın bu kişilerin solcu olmasını, onlar artık liberal, liberal demokrat ya da sol liberal bile değil, Türkiye’nin ‘yeni muhafazakar’ akımını oluşturan unsurlardır. Klasik muhafazakarlar, Ilımlı İslamcılar ve yeni sağ ile ittifak halinde yeni muhafazakar hareketi oluşturmaktadırlar.

Bu isimlere, sağ ve islamcı kökenli Taha Akyol, Mümtaz’er Türköne, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Beşir Ayvazoğlu, Yalçın Akdoğan vb gibi isimleri de ekleyebiliriz. Murat Belge gibi gerçek anlamda sol liberal aydınları da hesaba dahil edince -ki pek haksızlık olmayacaktır- tablo tamamlanmış oluyor.

YENİ MUHAFAZAKAR VE LİBERAL İDEOLOJİK HİLE

Bu ekip, çok demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle iktidardan ve servetten kendilerine ayrılan pay karşılığında (bu pay her zaman ve mutlaka para olmak zorunda değildir) Türkiye’nin gerici dönüşümüne destek verdi. Soyut bir statüko eleştirisi üzerinden somut bir iktidarı desteklediler. Rejimin gerici-faşizan dönüşümüne katkı sundular. Liberal bir ideolojik hile ile rejime ve sisteme yönelik her eleştiriyi demokratik bir itiraz gibi gösterdiler.

Oysa solun rejime ve sisteme yönelik eleştirisi kategorik bakımdan devrimci, tarihsel olarak da ilerici bir itirazken İslamcıların ve muhafazakarların rejim eleştirisi ise tarihsel ve kategorik bakımdan bir önceki çağın zihniyet dünyasını arkasına alan gerici bir eleştiriydi. Ayrıca İslamcıların ve klasik muhafazakarların bu eleştirisi hiçbir zaman sisteme itiraz düzeyine de yükselmedi.

İşte AKP-Cemaat ittifakı ile kurulan yeni rejim, bu kesimden, önemli bölümünü eski solcuların oluşturduğu, kendisini liberal demokrat sanan yeni muhafazakarlardan alacağı ideolojik onaya, toplumsal ve tarihsel bakımdan meşruiyet kazanmak için ihtiyaç duydu. Artık bu ihtiyacın ortadan kalkmaya başladığı gözleniyor.