Türkiye Irak sınırına çok yakın bir bölgede, Şırnak’ın Uludere ilçesinde sınır ticareti yapan 35 yoksul köylünün PKK’li diye öldürülmesi, rejimin ve siyasal iktidarın tam anlamıyla iflas ettiğinin dramatik bir göstergesidir. Bu olay, AKP hükümetinin Kürt sorununun çözümünde militarist bir çizgiye kaydığını, ancak daha yolun başında fena halde çuvalladığını ortaya koymaktadır.
Suriye yönetimini “Kendi halkıyla savaştığı ve yurttaşlarını öldürdüğü” gerekçesiyle eleştiren AKP hükümeti, kendisini birden bire kendi yurttaşlarını öldürürken bulmuştur. Bu nedenle ilk açıklamayı, katliamdan 20 saat sonra, hükümetin değil de AKP Genel Başkanı Yardımcısı ve eski bakan Hüseyin Çelik’in yapması anlamlıdır.
Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale için, yerel ve kişiliksiz bir işbirlikçi hükümet profil çizerek beceriksizce “dezenformasyon” üreten AKP, aslında kendi yurttaşlarının bir bölümüyle uzun süredir savaşanın Türkiye’deki rejim olduğunu çarpıcı şekilde görmüştür. Bu durumu bilince çıkarıp çıkarmaması, ifade ya da itiraf edip etmemesi hiç önemli değildir. Hayat bunu AKP’nin boynuna bir yafta gibi asmıştır.
Bu katliamın siyasal sorumlusu tartışmasız AKP iktidarıdır. Geçen hafta yayımlanan, “AKP topyekün savaşa mı hazırlanıyor?” başlıklı yazımda da işaret ettiğim gibi gazetecileri hedef alan son KCK (Koma Civaken Kurdistan) operasyonu bile, tek başına, hükümetin “askeri çözüm” seçeneğini öne çıkardığını açıkça gösteriyordu. Bu nedenle söz konusu yazımda gelişmeleri analiz ederken “Öncelikle saptanması gereken durum şudur” diye altını çizmiştim “AKP iktidarı PKK’ye karşı topyekün bir savaşa hazırlanıyor.”
Ve şöyle devam etmiştim:
“Çünkü bütün veriler, AKP-Cemaat iktidarının Kürt sorununu ‘din kardeşliği’ üzerinden ve ‘Sünni İslam’ öğretisine dayalı bir anlayışla çözmek için laik, hatta ateist bir hareket olarak gördüğü PKK’ye karşı çok yönlü bir savaşa hazırlandığını gösteriyor.”
Bu amaçla AKP iktidarı, Ergenekon operasyonlarına paralel olarak geliştirdiği KCK soruşturması dalgalarıyla güya PKK’nin toplumla bağlantılarını kesmeye, yan ve legal örgütleriyle ilişkilerini koparmaya, yayın organlarını etkisizleştirmeye ve nihayet her türlü lojistik olanaklarını tahrip etmeye çalışmaktadır. Bu bir savaş hazırlığıdır. KCK operasyolarının başka bir anlamı yoktur.
Öte yandan bu olay, Kürt sorununun “askeri yoldan” yani savaşla çözülebileceği yönündeki militarist tezlerin, tam anlamıyla çökmese bile, büyük bir yara almasına yol açmıştır. Savaş devam ettiği sürece hükümetler ve TSK, kasıtlı ya da kasıtsız şekilde buna benzer katliamlara yol açmaktan kaçınamayacaklar ya da kendilerini suç üstü yakalayacaklardır.
Hükümet hızla iktidarsızlaşmaktadır. Cemaatin oldu bittileri ve muhalefet arasında sıkışmakta, “Kürt Açılımı” projesinin başarısızlığı nedeniyle güç kaynaklarından birini kaybetmekte ve bu nedenle Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın gündeme getirdiği, “Demokratik Açılım Projesi” üzerinden savaştığı güçlerle uzlaşma aramaktadır. Ancak “onurlu” bir uzlaşmanın zemini kalmamıştır. Çünkü AKP bu zemini bizzat kendi tutumuyla yok etmiştir.
AKP, inisiyatifi ve belki de iktidarı kaybedince sert bir hesap sorma olasılığından fena halde korkmaktadır. Cemaat ise, AKP’nin “düşmanlarıyla” uzlaşıp kendisini ortada bırakmasından, deyim uygunsa “kurtlar sofrasına” atmasından çok daha fazla korkmaktadır. Koalisyonun tarafları, gizlenemeyecek şekilde birbiriyle çatışmaktadır.
İşte bu nedenle olsa gerek, Emniyet istihbaratının bülteni gibi çıkan Taraf gazetesinin polis yazarlarından Emrehan (Emre) Uslu, Beşir Atalay’ın açıkladığı “Demokratik Açılım Paketi” için, “Ergenekon Açılımı” demektedir. Fethullahçı Emre Uslu, 28 Aralık 2011 tarihli Taraf’taki yazısında, “Bizim için hapishaneler daha güvenli olacak” derken, işte bu büyük korkuyu dışa vurmaktadır.
Klişe olacak ama yine de hatırlatmadan geçmeyelim korkunun ecele faydası yoktur.