ABC Politik

Merdan Yanardağ
3 Şubat 2012
Email :

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başarısı, soyut bir statüko ve devlet eleştirisi üzerinden somut bir iktidarın ve dönüşüm projesinin desteklenmesini sağlamasında yatmaktadır. Bu başarının sağlanması ve günümüze kadar sürdürülmesinde en büyük rollerden birini ise çoğu soldan devşirilen liberaller oynadı.

Bugün liberallerin işinin bittiği ve buruşuk bir peçete gibi bir kenara atılmaya başladıkları anlaşılıyor. Bunun son örneği Prof. Mehmet Altan’dır. Acıklı bir hikayedir Altan’ınki. Mehmet Altan gibi liberallerin etkisi yaptıkları ideolojik hilenin başta solun önemli bir kesimi olmak üzere geniş bir aydın çevre ve “karar vericiler” arasında tutmasından kaynaklanmaktadır. Bu hilenin özü şudur Cumhuriyet’e yönelik ilerici ve devrimci eleştiri ile gerici eleştiriyi birbirine karıştırmak ve her itirazı demokratik bir tutum olarak sunmaktır.

Oysa Cumhuriyet’e, kurulu düzene yönelik sol ve sosyalist eleştiri tarihsel olarak ilerici, kategorik bakımdan ise devrimci bir itirazdır. Ancak Cumhuriyet’e yegane eleştiri soldan gelen ilerici ve devrimci eleştiri de değildir. Cumhuriyete yönelik bir de gerici eleştiri vardır. İşte liberaller Cumhuriyete yönelik gerici eleştiriyi demokratik bir itiraz gibi sundular.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, eğitimde gericileşmeye itiraz edenlere karşı 1 Şubat 2012 günü Meclis kürsüsüne çıkıp, “Dindar bir nesil yetiştirmemizden niye rahatsız oluyorsunuz?” diye sorması, gelinen aşamayı göstermesi bakımından hiçbir yoruma yer bırakmıyor.

Soyut ve sahte bir demokratikleşme adına İslamcılara yönelik bütün eleştirilerini geri çeken liberallerin “dost eleştirilerine bile” izin verilmediğini, Mehmet Altan’ın iktidar güdümündeki Star gazetesinden atıldıktan sonra yaptığı açıklama ile öğreniyoruz.

***

AKP-Cemaat iktidarı ile liberallerin ilişkileri üç aşamadan geçti. Birinci aşama AKP’nin ilk iktidar dönemidir. Bu ilk dönem, Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinin baştan çıkarıcı vaadleri ile üzerinden kurgulandı. İkinci aşama geleneksel iktidar blokunun tasfiye edilmesi ve yeni iktidar bileşiminin kurulmasına “demokratikleşme” gerekçesiyle verilen destek aşamasıdır. Üçüncü dönem ise AKP-Cemaat koalisyonunun kayıtsız şartsız iktidar dönemi ve liberallerin geçici yol arkadaşları olarak dışlanma aşamasıdır.

Artık liberaller kendi hayatlarına, değerlerine, arkadaşlarına ihanetin utancı ve zavallılığı ile başbaşa kalacaktır. Bu utançtan kurtulmak için liberal saflardan çok keskin ve fakat ölçüde de yüzeysel bir AKP eleştirisine bile yönelenler çıkacaktır.

Şimdi AKP-Cemaat iktidarının ilk ve ikinci dönemine neler olduğuna (bir kez daha) yakından bakalım.

AKP’nin hükümet olduğu ilk dönemde (2002-2007) iç dinamiklere dayalı bir iktidar kudretine sahip olmaktan çok, esas olarak dış dinamiklere yaslanarak ülke içindeki iktidar alanını genişletmeye çalışan bir siyasal oluşum görüntüsünü veriyordu. Bu durum salt görüntüden ibaret de değildi. Siyasal ve toplumsal güç dengeleri/dağılımı nedeniyle gerçek tablo da böyleydi. Bu olgu, her siyasal gerilim ya da kriz aşamasında olaylar tarafından doğrulanacaktı.

Öyle anlaşılıyor ki, iktidar referansını ABD ve AB’den alan AKP’nin başka çaresi de yoktu. Bu nedenle Erdoğan ve beraberindekilerin zaman zaman Ankara’da ilan ettiği “kırmızı çizgiler” Washington ya da Brüksel’de aşıldığında, buna direnemeyecekleri daha başından itibaren belliydi. Nitekim hiçbir ihtilafta direnme yoluna da gitmediler. Yönelttikleri her itirazı, çok kısa sürede içinde geri almak zorunda kaldılar. AKP iktidarı Irak’ın işgali ve Libya’ya yönelik NATO müdahalesi sırasında bu tutumu yüz kızartıcı şekilde sergileyecekti.

AKP, genel olarak emperyalizmle, özel olarak ABD emperyalizmiyle çatışarak iktidar olamayacaklarını gören ve bu nedenle sınırsız bir işbirlikçiliğe savrulan islamcıların partisiydi. İslam dünyasında, bir meşruiyet kaynağı olarak biçimsel seçim sisteminin korunduğu, bu nedenle adına “ılımlı islam” ve “muhafazakar demokratlık” denilen yeni akıma işaret ediyordu. Ancak stratejik olarak iktidar zihniyeti Suudi ve Körfez emirlikleri Amerikancılığının bu topraklarda ideolojik planda yeniden üretilmesinden başka bir şey değildi.

***

Ancak, ilk iktidar döneminde Batı’ya yaslanarak iktidarda kalmaya çalışan ve AB sopasını kullanarak muhalefet güçlerini pasifize etme siyaseti izleyen AKP, ikinci iktidar döneminde siyasal şiddet de kullanarak bütün devleti ele geçirecekti.

Hukuk ve yasa dışı yöntemler kullanılarak yürütülen Ergenekon operasyonlarını, rejimi “ılımlı islam” programı doğrultusunda dönüştürme ve rakiplerini tasfiye aracı olarak kullanan AKP iktidarı, 2011 Türkiyesi’nden bakıldığında bu amacına büyük ölçüde ulaşmış görünecekti. ABD destekli bir AKP-Cemaat projesi olarak gelişen Ergenekon darbesi, Birinci Cumhuriyet’in tasfiye sürecine dönüşecekti.

AKP’yi ve iktidar etkinliğini anlamak için öncelikle bu partinin kuruluş öncesi ve sonrasına, nasıl bir örgüt olduğuna, hangi iç ve dış dinamiklere dayandığına, kimler tarafından tasarlanıp iktidara getirildiğine, ideolojik-politik hattının ne olduğuna ve bu hattın siyasal islamla ilişkisine bakmak gerekiyor.

Bu yazının sınırları içinde yapılması gerekli ilk tespit şudur AKP, Washington tarafından geliştirilen ve merkezinde “ılımlı İslam” siyasetinin bulunduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) stratejik bir ürünüdür. Tasarlanmış, planlanmış ve sınırları çizilmiş bir projedir. Doğunun kalbine sokulmuş bir Truva Atı’dır. AKP, kısaca ‘neo-con’ denilen ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde ABD’nin iç ve dış siyasetine yön verme iddiasının taşıyıcısı olan yeni muhafazakârların (Neo-Conservatives) geliştirdiği küresel siyasetin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurlarından biridir.

Bu konuya devam edeceğim.