Cumhuriyet’in soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı kesindir. Sol korkusu nedeniyle tarihsel ve kategorik bakımdan bir önceki çağa ait sınıflar, güçler ve ideolojiler (din) ile ittifak içinde kendi solunu tasfiye eden Cumhuriyet burjuvazisi ve onun siyasal öncüsü Kemalistlerin bu politikası onların da sonunu hazırlamıştır.
Türkiye Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir. NATO’ya girişiyle birlikte Türkiye önce Sosyalist Bloka karşı Batı’nın uyguladığı “Yeşil Kuşak” projesinin üslerinden biri haline geldi. Türkiye NATO’nun “Dolaylı Saldırı Doktrini”nin ilk hayata geçirildiği cephe ülkesiydi.
Dolaylı Saldırı Doktrini, esas olarak iki blok arasındaki nükleer silah dengesi nedeniyle doğrudan bir savaşın çıkmayacağı varsayımına dayanır. Bu nedenle NATO’ya göre kapitalist ülkelerde yaşayan sosyalistler sisteme karşı dolaylı bir savaş/saldırı yürütmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, bu doktrine göre Sosyalist Blok kapitalist ülkelerdeki komünist partiler, sosyalist örgütler, devrimci gençler, sendikalar ve diğer toplumsal muhalefet güçleri aracılığıyla dolaylı bir savaş yürütmektedir. O halde adı geçen bu kesimler yurttaş değil, düşmandır. Bu durumda onlara karşı hukuk ve yasalarla sınırlandırılmamış örtülü bir savaş yürütülmelidir.
İşte genel adı İnter-Nato olan Gladyo ya da Kontrgerilla’nın bütün NATO ülkelerinde yasa dışı bir örgütlenme olarak ortaya çıkması bu anlayışa dayanır. Sovyetler Birliği’nden gelecek bir açık işgal girişimine karşı gerilla savaşı verme hazırlığı ise, önemli olmakla birlikte ikincil gerekçedir.
BURJUVAZİNİN ÖLÜMCÜL KORKUSU
Cumhuriyet burjuvazisi korkak ve siniktir. Asker ve sivil bürokrasinin sistem içinde öne çıkmasının ve merkezi bir güç kazanmasının nedenlerinden biri ve belki de en önemli nedeni cumhuriyet burjuvazisinin bu korkaklığıdır.
Cumhuriyet’in daha kuruluşundan itibaren burjuvazinin sosyal/sınıfsal, ekonomik ve entelektüel bakımdan zayıf olması tarihsel korkaklığının başlıca nedenini oluşturur.
Cumhuriyetin kurucu kuvvetlerinin sola karşı düşmanca bir tutum izlemesi, Soğuk Savaş döneminin hoyrat ve kıyıcı anti-komünist siyasetiyle birleşince tam bir faciaya yol açtı.
Rejim, bu ülkenin en seçkin aydınlarını, toplumu 21. yüzyıla taşıyacak kadrolarını, solcuları imha etti. Birer modernleşme ve aydınlanma örgütlenmesi olan, bu yanıyla aslında çubuğu burjuvaziden ve liberalizminden yana büken Köy Enstitülerine ve Halkevleri’ne bile tahammül edilemedi.
Sosyalist örgütlenmelere ve kişilere karşı rejim çok acımasız oldu. Bu ülkenin seçkin denebilecek yazar ve sanatçılarından bir dönem hapis yatmamış ve eziyete uğramamış kimseyi bulmak mümkün değildir. Günümüzün ölçüleriyle bakıldığında, sosyal demokrat hatta liberal denilebilecek aydınlar da solcu diye eziyet gören bu toplama dahildir.
SOLUNU BUDAYAN KEMALİSTLERİN DRAMI
Solun karşısında İslam bir bariyer olarak düşünüldü. İslam desteklendi, siyasallaştı ve sonuçta kendisini büyüten gücü tasfiyeye yöneldi. AKP-Cemaat iktidarını hazırlayan tarihsel arka plan budur. Askeriyle, bürokrasisiyle Cumhuriyet burjuvazisinin daramı da bu tarihsel gerekçede yatmaktadır.
Daha önce bazı etkinlikler sırasında ve yazılarımda da ifade ettiğim gibi Türkiye’de 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinde sosyalist solun yanı sıra devletteki “Sol Kemalistler” de tasfiye edildi. Öyle ki, 12 Mart darbesinin başlıca amacının sol Kemalistleri tasfiye etmek olduğu bile söylenebilir.
Sol Kemalistlerin tasfiyesi 12 Eylül 1980 darbesiyle tamamlandı. Sağ Kemalistler, İslamcılar, muhafazakarlar ve faşistlerle ittifak içinde kendi solunu budadı. Bu tasfiyeden sonra kendi egemen ve tayin edici konumlarının devam edeceği sanıldı.
Amerikancı bir örtülü darbe ile iktidara gelen AKP-Cemaat koalisyonunun 2008-2011 yılları arasında yürüttüğü Ergenekon soruşturmasıyla ise Türkiye’de Sağ Kemalistler tasfiye edildi. Sağ Kemalistler de bu operasyon ile ordudan, bürokrasiden ve geleneksel iktidar blokundan silindi.
Tayyip Erdoğan’ın siyaset danışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’ın belirttiği gibi, daha İslami bir rejimin kurulması için “Tarihte ilk kez iç ve dış dinamikler birbiriyle örtüşmüş” durumdaydı. Şartlar bu tasfiye için çok uygundu. Sağcı da olsa Kemalistler, deyim uygunsa, artık gereksiz bir yük haline gelmişti.
Kendi solunu 12 Mart ve 12 Eylül’de tasfiye eden Cumhuriyetçi-Kemalist kadro, gerçekte kendi sonunu da hazırladı. Çünkü içi boşalmış, gücünü yitirmiş ve bir kabuğa dönüşmüştü. Bu nedenle 2008 Ergenekon darbesi ile kolaylıkla kendisi de tasfiye oldu. Böylece solu ve sağıyla Kemalizm ve Kemalistlerin tasfiyesi tamamlandı. Devlette Kemalist kalmadı.
Ancak tam da bu noktada liberal bir ideolojik hile yapıldı. Somut bir Amerikancı ve İslamo-faşist iktidarı pek demokratik gerekçelerle desteklemek için soyut bir “devletin sahibi Kemalistler” söylemi ve eleştirisi devam ettirildi.
Tam anlamıyla bir sahtekarlıktır.
Sonuç olarak Cumhuriyet burjuvazisi sol düşmanlığı ve muhafazakârlaşma politikalarının sonucunda kendi devrimini teslim etti.
Şimdi büyük bir şaşkınlık içindeler. Çünkü, Siyasal İslam’ın bu kapsamlı saldırısına ve cumhuriyeti tasfiye girişimine karşı direnecek önemli bir güç kalmadı. Tek güç soldu, ancak onların da bu devlet ve Cumhuriyet’le görülecek bir hesapları vardı. Bu nedenle tereddütler ve savrulmalar yaşandı.
Bu tereddüt devam ediyor.