Türkiye hızla bir savaşa sürükleniyor. AKP iktidarı bir dünya savaşına neden olabilecek bölgesel bir çatışmanın fitilini ateşlemek üzere. İllegal koalisyon ortağı Cemaat tarafından sıkıştırılan AKP, kendisini iktidara getiren ve orada tutan güçlere, bu desteğin diyetini ödemekten kaçamayacağını anlamış görünüyor.
Birinci Cumhuriyeti yıkmak ve yerine bir Ilımlı İslam devleti olarak İkinci Cumhuriyeti kurmak için sürekli suç işleyen, pusu kuran, hile yapan AKP hükümeti, ayaklarının altından iktidar halısının çekilmesinin kendisine pahalıya mal olacağını görüyor. Ülkede AKP-Cemaat iktidarına karşı biriken öfkenin sert bir intikam dalgasına dönüşmesinden korkuyor. Dahası elde ettikleri iktidar konumu ve son yüzyılın toplamından daha fazla olan dinci/gerici kazanımların geri dönüşü olmayacak şekilde ellerinden gideceğinden ürküyorlar.
İşledikleri suç onları daha fazla işbirliğine zorluyor. Rejimi tarihsel ve kategorik bakımdan bir önceki çağın değerler sistemine iade eden AKP-Cemaat koalisyonu, kendi programları ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki ortaklık ya da uyumun sağladığı iktidar kudretini yitirmek istemiyor.
Ancak bu uyum hızla bozuluyor. Varolan dünya (Soğuk Savaş sonrasında kurulan kararsız statüko) küresel ve bölgesel güçlerin enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma mücadelesi nedeniyle kaçınılmaz bir kırılma noktasına doğru ilerliyor.
***
ABD emperyalizmi bütün dünyada geriliyor. Paradoksal olarak gücünün zirvesinde olduğu dönem, onun için düşüşün de başlangıcı oluyor. Küresel hegemonya ya da imparatorluk projesinin finansmanını sağlamakta zorlanan, dahası bunu gerçekleştiremeyeceğini anlayan ABD, finansman açığını silah gücü ve savaş kapasitesi ile kapatmaya çalışıyor.
Görünür gelecekte olası bir küresel rakibinin çıkmasını önleme üzerine kurulu olan ABD’nin 21. Yüzyıl siyaset senaryosu (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) tam da bunu öneriyor gerektiğinde askeri güç kullanarak imparatorluğun küresel hakimiyetini korumak…
***
Suriye bu bakımdan kilit bir ülke konumu kazanıyor. Irak’ın bir ulus devlet olarak çökertildiği, toplumsal örgütlenmesinin tahrip edildiği, etnik ve dinsel boğazlaşmaların içine itilerek ülkeyi birleştirecek bütün menteşelerin söküldüğü bir coğrafyada, İran ve Suriye Ortadoğu ve Hazar havzası enerji yatakları üzerinde hakimiyet kurmanın önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
Bir bakışla küresel kapitalist sistem (emperyalist sistem) dışı ülkeler olarak da kabul edebileceğimiz İran ve Suriye’nin varlığı sadece enerji havzaları üzerinde hakimiyet kurulmasının önündeki engeller olarak değil, siyasal bakımdan da ABD’nin bölgesel ve küresel hedeflerini büyük riske sokuyor.
Ancak, ABD ve Batı Irak’ta olduğu gibi doğrudan bir işgal girişiminin Suriye’de başarılı olamayacağını da görüyor. Arap ulusçuluğunun ve modernleşmesinin merkezlerinden biri olan Suriye ve Baas rejimi, Irak’tan farklı olarak toplumsal bir desteğe sahip ve etkili bir aydın sınıfına sahip. Rejim kendi varlık gerekçesinin felsefi ve tarihsel temellerini güçlü bir biçimde açıklayabiliyor.
Beşar Esad rejimi son dönemde liberalleşme ve piyasa ekonomisi yolunda adımlar atsa da halkçı, anti-emperyalist ve anti-siyonist çizgisini koruyor.
Suriye’ye karşı açık bir işgal girişimi, sıranın kaçınılmaz olarak kendisine geleceğini düşünen İran’ın da bir saldırı beklemeden savaşa girmesi demektir.
Suriye’ye yönelik açık bir işgalin İran’ın vurulmasıyla devam edeceğini gören Rusya ve Çin ise, bölgeyi kendilerine tamamen kapatacak bu girişime izin vermeyeceklerini açıklamış bulunuyor. Bir böbrek hastasının diyaliz makinasına bağlı olduğu gibi bölge petrollerine bağımlı olan Çin’in ilk kez kendi topraklarından bu kadar uzak bir bölgedeki ihtilafta taraf olduğunu açıklamasının nedeni budur.
Rusya ise kuzeye sıkışıp kalmış, dünyanın stratejik bakımdan en önemli bölgesiyle bağları kesilmiş ve bütün hareket imkanı sınırlanmış bir ülke durumuna düşmemek için Suriye’nin işgaline izin vermeyeceğini ilan etmiş durumda. Çünkü bu tablo Rusya’nın içine doğru büzülerek (kapanarak) tam anlamıyla çökmesiyle sonuçlanacak bir süreci başlatacaktır.
***
Evet, Türkiye’nin tam merkezinde olduğu bölgede dünya savaşına yol açabilecek bir yangının fitili ateşlenmek üzere. Bu fitili ateşleyecek kibrit ise Türkiye’nin eline tutuşturulmuş durumda.
Hal böyleyken, Türkiye’de ne toplum, ne aydınlar ne de siyasal partiler bu tehlikeyi yeterince göremiyor. Toplumların böyle bir tehlikeyi sezmesi, anlaması ve ona karşı tavır alması çok ağır işleyen bir süreçtir. Öncüler, aydınlar, siyasal partiler ve bütün olarak bu uyarı görevini sol yapmalıdır.
Türkiye göz göre göre bir savaşın içine itilmektedir. AKP-Cemaat iktidarı bu ülkeyi Ortaçağ değerlerinin hakimiyetine sokmak, rejimi İslamileştirmek uğruna, dar ideolojik çıkarları ve amaçları için, kendilerine biçilen rolü üstlenmek üzereler.
Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi, bir öfke dalgasına hedef olmamak için iktidarı ne pahasına olursa olsun, geri dönüş eşiğini aşana kadar kaybetmek istemiyorlar. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın serbest bırakılması gibi uzlaşma ve kendi cephelerini genişletme girişimleri de bu korkunun bir ifadesi.
***
Tablo açık Irak’ta olduğu gibi bir açık işgale girişemeyeceklerini gören, böyle bir hamlenin çok güçlü ve sert bir karşı koyuşa yol açacağını anlayan ABD ve Batı, üzerinde daha çok çalışılmış bir Libya modeli yıkım öngörüyorlar.
Böyle bir müdahaleyi hayata geçirecek tek bölgesel güç ise Türkiye. AKP hükümetine “haydi” diyorlar, sıra sende! Devam ediyorlar: “Senin iktidarına verdiğimiz stratejik desteğin karşılığı ödeme zamanı geldi. Benim desteğimle tutukladıklarının seni tepelemesini istemiyorsan harekete geç.”
***
Amerikan özel istihbarat şirketi Stratfor’un Wikileaks tarafından yayınlanan belgelerinde, Türkiye’nin ABD’nin isteğiyle Suriye’de iç savaş çıkarmak için bu ülke topraklarına özel birlikler yolladığı belirtiliyor.
Dünyada “Gölge CIA” olarak tanınan Stratfor, başta ABD ordusu olmak üzere dünyada birçok kuruluşa para karşılığı hizmet veriyor. Bilindiği gibi, Stratfor’dan “hizmet” alan kuruluşlardan birinin de TÜSİAD olduğu ortaya çıktı.
Ticari bir kuruluş olarak çalışan Stratfor’un şifreleri de bilgisayar korsanları tarafından kırıldı ve yaklaşık 5 milyon yazışması ele geçirildi. Bu belgeler arasında beklendiği gibi doğrudan ya da dolaylı şekilde Türkiye’yi ilgilendiren çok sayıda yazışma bulunuyor.
Bunlardan bir bölümünde, Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine müdahale ettiği, muhalefet gruplarını desteklediği, onlara silah ve para yardımı yaptığı belirtiliyor. Türkiye’de kurulan kamplarda ise silahlı grupların eğitildiği ve bunların Suriye’ye geçirilerek eylemler yaptırıldığı ileri sürülüyor.
Durum böyle olmasına karşın, Türkiye Dışişleri Bakanlığı konu hakkında bugüne kadar bir açıklama yapmadı. Nereden bakarsanız bakın akıl alacak bir durum değil. Normal şartlar altında böyle bir belge ortaya çıktığında en geç bir gün içinde açıklama yapılır.
Bu bir kabuldür. AKP Hükümeti ABD ve Batı’nın istekleri doğrultusunda Suriye’de karışıklık çıkarmaya çalıştığını, bu ülkede silahlı grupları destekleyip silahlarla donattığını ve bütün bölgeyi kana bulayacak bir iç savaş kışkırtıcılığı yaptığını dolaylı olarak kabul etmektedir.
Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalenin, İran, Rusya ve İsrail’in de içinde yer alacağı bölgesel bir savaş demek olduğu yukarıda belirtim. Bu durumda ilk hedeflerden biri de Türkiye olacaktır. Nitekim İran ve Rusya bunun böyle olacağını, örneğin Malatya Kürecik’te kurulu füze kalkanı üssünü vurabileceklerini açıkladılar bile.
***
AKP-Cemaat iktidarı kendi ideolojik hesapları uğruna bu ülke çocuklarının kanını ABD ve Batı’nın çıkarları uğruna dökmeye hazırlanıyorlar.
Durumun çok tehlikeli olduğunu gören ve asıl bu savaşın kendi iktidarlarının sonunu getirebileceğini düşünen AKP hükümetinin ayak sürümeye başladığı anda ise, karşısına Cemaatin illegal örgütlenmesi çıkıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden tehdit edilen Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı gerçekte paçayı kurtarmaya çalışsa da, kaderinden kaçamıyor.
Öyle anlaşılmaktadır ki, AKP, kendisini iktidara getiren ve orada kalmasını sağlayan güçlere bu desteğin bedelini ödeyecektir.
Sol hızla bu savaş tehdidine karşı konumlanmalı, ülkeyi ve toplumu uyarmalıdır. Ayrıca AKP-Cemaat iktidarının ve gericiliğin bu topraklarda bir daha başını kaldıramayacak şekilde yenilgiye uğratılmasının koşulları beklenmedik bir hızla oluşabilir. Sol bu duruma da hazır olmalıdır.