Dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki ortaklığı/örtüşmeyi ortadan kaldıracak hızlı bir seyir izliyor. Buna karşılık AKP-Cemaat koalisyonu, kendi programları ve ideolojik hedefleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki uyumun sağladığı iktidar kudretini yitirmek istemiyor.
AKP’yi iktidara taşıyan dış dinamiklerdeki en belirgin değişim şudur Soğuk Savaş sonrasında kurulan kararsız statüko, küresel ve bölgesel güçlerin enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma ve rakiplerini etkisizleştirme mücadelesinde kartların yeniden karılması aşamasına gelinmesi nedeniyle kaçınılmaz bir kırılma ve çatışma noktasına doğru ilerliyor.
ABD emperyalizminin bütün dünyada gerileme sürecine girdiği gözleniyor. Paradoksal olarak ABD’nin gücünün zirvesinde olduğu dönem, onun için aynı zamanda düşüşün de başlangıcı oluyor.
Görünür gelecekte olası bir küresel bir rakibinin çıkmasını önleme üzerine kurulu olan ABD’nin 21. Yüzyıl siyaset senaryosu (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) gerektiğinde doğrudan askeri güç kullanarak imparatorluğun küresel hakimiyetini korumayı öneriyor.
Bu nedenle küresel hegemonya ya da imparatorluk projesinin finansmanını sağlamakta artık çok zorlanan, dahası bunu orta vadede gerçekleştirilemeyeceğini anlayan ABD, 1995-2010 yılları arasındaki dönemde bu finansman açığını silah gücü ve savaş kapasitesini devreye sokarak kapatmaya çalıştı. Amerikan yeni muhafazakarlarının (Neo-Cons) geliştirdiği ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ tam da bunu öneriyordu.
***
Bush iktidarının sona ermesiyle birlikte ABD’de Neo-Con’ların da gücünü kaybettiği belirtiliyordu. Bu tespit bir yere kadar doğru olmakla birlikte gerçeğin tamamını yansıtmaktan uzaktı.
Çünkü, Neo-Con’ların ABD için geliştirdiği 21. Yüzyıl yönetim senaryosu, dar bir entelektüel ve siyasal grubun ideolojik fantezilerinden oluşmuyordu. Bu senaryo, ABD’nin 21. Yüzyıl’da ihtiyaçlarına verilen bir yanıttı. Bu nedenle ABD’de Neo-Con’lar Barack Obama’nın iktidara gelmesinden sonra güç kaybetmekle birlikte, hiçbir zaman tam olarak etkinliklerini yitirmediler.
Nitekim, ABD Başkanı Barack Obama’nın yeni yılın hemen ilk haftasında (5 Ocak 2012) Pentagon’a gelerek ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey ve diğer üst düzey askerî komutanların katılımayla düzenlediği basın toplantısında bütün dünyaya açıkladığı, “Küresel Liderliği Sürdürmek: 21. Yüzyıl Savunma Öncelikleri” başlıklı strateji belgesi, Neo-Con’ların fikirlerinin iktidarda olduğunu ve yeniden yükselmeye başladıklarını gösteriyor.
Başkan Obama’nın bizzat Pentagon’a giderek bu açıklamayı yapması söz konusu askerî stratejinin önemini göstermektedir. Yeni strateji belgesi, bir anlamda, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”nin güncellenmesi olarak değerlendirilebilir. Belgenin ayrıntılarına bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir.
‘Küresel Liderliği Sürdürmek: 21. Yüzyıl Savunma Öncelikleri’ başlıklı strateji belgesine göre (Tam metin için bkz. Teori Dergisi, Sayı 266, Mart 2012) ABD, 2020’li yıllara uzanacak yeni dış siyasetini ve bu siyaseti yürütecek askeri stratejiyi ilan etmiş oldu.
Belgeye göre ABD, “uzun dönemli askeri operasyonlarla ulus inşası” stratejisinden “daha küçük, konvansiyonel kara güçlerine dayalı müdahale sistemi” stratejisine geçtiğini de açıkladı. Bu belge ABD’nin ekonomik ve güvenlik çıkarlarının Asya-Pasifik hattına kaydığını resmen ilan etmesi bakımından da büyük önem taşıyor. Belgede şöyle deniyor:
“ABD’nin ekonomik ve güvenlik çıkarları, Batı Pasifik ve Doğu Asya’dan Hint Okyanusu ve Güney Asya bölgesine uzanan gelişmelere ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Bu bölgelerde ortaya çıkan gelişmeler, zorluklar ile fırsatların bir bileşimini yaratmaktadır. Buna bağlı olarak, ABD ordusu güvenliğe küresel çapta katkıda bulunurken, ihtiyaçlardan dolayı Asya-Pasifik bölgesinde yeniden dengeleme yapacağız.” (Teori, Sayı: 226, Mart 2012, S. 11)
ABD yeni stratejisinin ipuçlarını Irak’tan askeri güçlerinin büyük bölümünü çekeceğini ilan ettiği sırada vermişti. ABD, yeni küresel rakiplerinin yükseldiği Asya-Pasifik bölgesinde yeniden konumlanmadan önce Ortadoğu’da kesin bir hakimiyet kurmak ve deyim uygunsa cephe gerisi sağlama almak istiyor. Bu nedenle kesin sonuç alacak bir “altın vuruş” peşinde olduğunu söylemek mümkün.
***
ABD’nin ve Batı müttefiklerinin Ortadoğu ve Hazar Havzası’nda tam hakimiyet kurmalarının önündeki engeller ise İran ve Suriye’dir. Ancak Obama’nın açıkladığı yeni belgeye göre, ABD iki cephede birden (iki ülke ile aynı anda) savaşma stratejini de terk etmiş durumda. Hal böyle olunca hedefin Suriye olduğu, ikinci dalgada sıranın İran’a geleceği son derece açık.
Irak’ın bir ulus devlet olarak çökertildiği, etnik ve dinsel boğazlaşmaların içine itilerek ülkeyi birleştirecek bütün zeminlerin tahrip edildiği bir coğrafyada, İran ve Suriye Ortadoğu ve Hazar havzası enerji yatakları üzerinde hakimiyet kurmanın önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
İran ve Suriye’nin varlığı sadece sadece enerji havzaları üzerinde hakimiyet kurulmasının önündeki engeller olarak değil, siyasal bakımdan da ABD’nin bölgesel ve küresel hedeflerini büyük riske sokuyor. Suriye bu denklemde kilit bir ülke konumu kazanıyor.
Ancak ABD ve Batı, Irak’ta olduğu gibi doğrudan bir işgal girişiminin Suriye’de başarılı olamayacağını da görüyor. Arap ulusçuluğunun ve modernleşmesinin merkezlerinden biri olan Suriye ve Baas rejimi, Irak’tan farklı olarak toplumsal bir desteğe sahip. Rejimin felsefi, siyasal ve tarihsel temelleri güçlü.
***
Barack Obama’nın açıkladığı yeni strateji belgesine göre, ABD bir hedef ülkeye artık tek başına ya da doğrudan müdahale etmek yerine, bölgesel müttefikleriyle birlikte hareket edecek veya yerel ortaklarını destekleyip yönlendirerek amacına ulaşmaya çalışacak.
Belgede şöyle denilmektedir:
“Dünyanın başka yerlerinde ortaklık oluşturabilme kapasitesini kurmak da, küresel liderliğin maliyetlerini ve sorumluluklarını paylaşmak için önemini koruyor.” (a.g.e, 13)
Yukarıdaki alıntıda yer alan “küresel liderliğin maliyetleri” vurgusu dikkat çekiyor. Evet ABD işte bu maliyeti azaltmak için gerektiğinde yükü yerel müttefiklerinin, işbirlikçilerinin sırtına yıkacak bir strateji geliştiriyor.
Örneğin Suriye’ye karşı açık bir ABD işgal girişimi, sıranın kaçınılmaz olarak kendisine geleceğini düşünen İran’ın da bir saldırı beklemeden savaşa girmesi demektir.
Suriye’ye yönelik açık bir işgalin İran’ın vurulmasıyla devam edeceğini gören Rusya ve Çin ise, bölgeyi kendilerine tamamen kapatacak ve ABD’nin bütün askeri güçlerini sorunsuz şekilde Asya-pasifik hattına kaydırmasını kolaylaştıracak bu girişime izin vermeyeceklerini açıklamış bulunuyor.
İşte ABD’nin söz konusu bu riskleri ve maliyeti azaltacak bir Suriye müdahale planı olduğu anlaşılıyor. Bu plan Türkiye’yi Suriye’ye saldırtmak, bu ülke çocuklarının kanını akıtmaktır.
Bu nedenle AKP, iktidarını borçlu olduğu ABD’ye diyetini ödemek için Suriye’ye karşı birden bire saldırgan bir politika izlemeye başlamıştır.
Türkiye’nin tam merkezinde olduğu bölgede dünya savaşına yol açabilecek bir yangının fitili ateşlenmek üzere. Türkiye’yi yöneten AKP ise kendi dar “ideolojik” hedeflerine ulaşmak için hem kendi halkına hem bölge halklarına hem de inandığı dine ihanet etmek üzere.