Cumhuriyet’in soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı kesindir. Kurulduğu ilk yıllardan itibaren kendi solunu periyodik olarak tasfiye eden, bu tutumunu Soğuk Savaş döneminde derinleştiren Cumhuriyet, sonunda kendi tasfiyesinin de koşullarını yaratmıştır.
Sol korkusu nedeniyle tarihsel bakımdan bir önceki çağa ait sınıflarla ittifak içinde kendi solunu bastıran Cumhuriyetin kurucu güçleri, bugünkü dramatik tabloyu hazırlamıştır.
Sürekli olarak kendi solunu budayanlar, gerici ve muhafazakar akımlarla bulaşık bir ideolojik-siyasal çerçeveyi bütün ülkeye dayatan Sağ Kemalistlerdir. Bugün ise, geçmişte ittifak yaptıkları ya da kullandıklarını sandıkları güçler tarafından onurları dahi kırılarak ezilmektedirler.
Biraz daha somut ifade edersek şu tespitleri yapabiliriz 27 Mayıs 1960’da kendi sağını tasfiye eden Kemalistler, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen iki faşist darbe ile tamamen tasfiye edilmiştir. Çünkü 12 Mart ve 12 Eylül, sola ve sosyalist harekete karşı gerçekleştirilen darbeler olmalarının yanı sıra, aynı zamanda sağ Kemalistlerin gericilikle ittifak yaparak sol Kemalistleri devletten (ordu ve bürokrasiden) tasfiye ettikleri belirleyici tarihsel dönemeçlerdir.
***
Bugün ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ diye kodlanan soruşturma ve davalarla siyasal şiddet kullanılarak sağ Kemalistler tasfiye ediliyor. Yeni başlatılan 28 Şubat soruşturmasını da aynı kategoride değerlendirmek gerekiyor. Artık devlette hem soluyla hem de sağıyla Kemalist kalmadığını söyleyebiliriz. Süreç tamamlanmış görünüyor.
Sadece tek örnek bile açıklayıcı olabilir bugün valilerin yüzde 80’inden fazlası İslamcı ya da imam hatip mezunudur.
Solun önünü kesmek için Siyasal İslamcılarla aynı yatağa girenler, yarattıkları gücün pençesine düşmüş durumdalar.
Kendi devrimine ihanet eden Cumhuriyetin kurucu güçleri, kendi sonunu da hazırlamıştır.
Bu sonun hazırlanmasındaki temel etken Soğuk Savaş olgusu ve dönemidir. Türkiye Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir.
Bu nedenle Cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımları temelinde gerçekleştirilecek bir restorasyon eylemi bile, artık yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya gelişecek bir siyasal eylem olabilir.
***
NATO’ye girişiyle birlikte Türkiye önce Sosyalist Bloka karşı Batı’nın uyguladığı “Yeşil Kuşak” projesinin alanlarından biri haline geldi. Türkiye NATO’nun “Dolaylı Saldırı Doktrini”nin ilk hayata geçirildiği cephe ülkesiydi.
Dolaylı Saldırı Doktrini, esas olarak iki blok arasındaki nükleer silah dengesi nedeniyle doğrudan bir savaşın çıkmayacağı varsayımına dayanır. Bu nedenle NATO’ya göre sosyalistler dolaylı bir savaş/saldırı yürütmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, NATO’ya gore Sosyalist Blok kapitalist ülkelerdeki devrimci ve sosyalist örgütler, sendikalar ve diğer toplumsal muhalefet güçleri aracılığıyla dolaylı bir savaş yürütmektedir. Dolayısıyla adı geçen kesimleri yurttaş değil, düşmandır. Bu durumda onlara karşı örtülü, yani hukuk ve yasalarla sınırlandırılmamış bir savaş yütütülmelidir.
İşte genel adı İnter-Nato olan Gladyo ya da Kontrgerilla’nın bütün NATO ülkelerinde yasa dışı bir örgütlenme olarak ortaya çıkması bu doktrine dayanır. Bir açık işgale karşı gerilla savaşı verme hazırlığı gerekçesi ise ikincildir.
İşte bu örtülü ve düzensiz savaşta Türkiye’de ülkücüler ve İslamcılar sivil ve militer unsurlar olarak kullanıldı.
***
Cumhuriyet’in daha kuruluşundan itibaren burjuvazinin tarihsel, sosyal, ekonomik ve entelektüel bakımdan zayıf , bu nedenle korkak olmasından dolayı sola karşı düşmanca bir tutum izlemesi, Soğuk Savaş döneminin hoyrat ve kıyıcı anti-komünist siyasetiyle birleşince tam bir faciaya yol açtı.
Rejim, bu ülkenin en seçkin aydınlarını, toplumu 21.Yüzyıla taşıyacak kadrolarını, solcularını imha etti. Birer modernleşme ve aydınlanma örgütlenmesi olan, bu yanıyla aslında çubuğu tarihsel bakımdan burjuva liberalizminden yana büken Köy Enstitülerine ve Halkevleri gibi kuruluşlara bile tahammül edilemedi.
Bugün bu ülkenin seçkin denilebilecek yazarlarından ve sanatçılarından bir dönem hapis yatmamış kimseyi bulmak mümkün değildir.
Sosyalist örgütlenmelere karşı reiim her zaman çok acımasız oldu. Solun karşısında ise İslam bir bariyer olarak düşünüldü. İslam büyütüldü, siyasallaştı ve sonuçta kendisini büyüten gücü tasfiyeye yöneldi.
Şimdi büyük bir şaşkınlık içindeler. Çünkü, Siyasal İslam’ın bu kapsamlı saldırısına ve Cumhuriyeti tasfiye girişimine karşı direnecek önemli bir güç kalmadı. Tek güç soldu, ancak onların da bu devlet ve Cumhuriyet’le görülecek bir hesapları vardı. Bu nedenle tereddüt yaşadılar. Ellerini uzatsalar kirleneceklerini düşündüler. Haksız da sayılmazlardı.
Türkiye köklü bir gerici dönüşüm/darbe girişimi ile bu saldırıya direnen güçler arasında cereyan eden bir siyasal çatışma sürecinden geçiyor. Bu çatışmayı şimdilik ABD’nin ve diğer emperyalistlerin desteğini alan gericilik kazanmış görünüyor.
Ancak, anılarımız nasıl olursa olsun, onlardan bağımsız olarak bu çatışmada sosyalistlerin tavrı, hiç kuşku yok ki, karşı devrimci saldırıya direnmek şeklinde olmalıdır.