Taraf gazetesi yazarı, tarihçi ve (daha belirleyici özelliğiyle) dönek sosyalist Halil Berktay’ın, 1 Mayıs 1977 katliamıyla ilgili olarak ortaya attığı iddia geniş yankı buldu. Gerici ve iktidar yanlısı medya bu iddianın üzerine hemen atladı. Berktay’ın Taraf gazetesine yaptığı açıklama, katliamın 35’inci yıl dönümüne de denk geldiği için hemen hemen bütün gazetelerde yer aldı.
Yandaş ve yanaşma sendikaların emek hareketini bütün bölme çabalarına karşın, 1 Mayıs 2012 etkinliklerinin bütün yurtta büyük bir coşku ve katılımla gerçekleştirilmesi, düzenlenen mitinglerin AKP iktidarına karşı dev protesto eylemlerine dönüşmesi bazı çevreleri rahatsız etmiş olacak ki, sadece gerici ve yandaş basın değil, “merkez medya” da Berktay’ın sözlerine geniş yer ayırdı.
Eski solcu Berktay, on yıllardır polisin, sağcı çevrelerin ve MİT’in konuya ilişkin bütün tezlerini doğruluyordu. Önemi de buradan geliyordu. Geçmişte sorumluluklar almış eski bir solcu olarak bir derin devlet operasyonunu aklıyordu.
Berktay, 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin şunları söylüyor:
“Ateş açıldığı palavradır, birbiriyle çatışan solcular kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı. TKP ve DİSK, Maocuları Taksim’e sokmama kararı almıştı. Maocular barikata tosladı, ateş açıldı, izdiham oldu. Otel ve Sular İdaresi çatısından ateş açıldığı palavradır. Polis araçlarından da ateş açılmadı. Sol kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı.”
Berktay’ın bu değerlendirmesi, aslında geçmişte önemli liderleri arasında yer aldığı Aydınlık hareketinin 1977 1 Mayısı öncesinde yazdıkları ve yaptığı uyarılarla da çelişiyor. Türkiye solunda iyi haber almak ve istihbarat konularına ilgisiyle tanınan Aydınlık hareketinin o dönemdeki yayın organı Halkın Sesi dergisi, “bir provokasyon ve katliam ortamı oluştuğu” ve bu konuda “bazı haberler aldıkları” için sol örgütleri 1 Mayıs mitingine katılmamaya çağırıyor, alana sadece sendikaların çıkması gerektiği görüşünü savunuyorlardı. Nitekim PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) grubu 1 Mayıs 1977’ye katılmadı. Zaten Berktay da, kendi grubuyla değil, Asistanlar Sendikası ile yürüdüğünü belirtiyor.
***
1 Mayıs 1977 öncesinde, gerçekten de sol içinde büyük bir gerilim vardı. DİSK yönetiminde etkin olan eski TKP, provokasyon yapacakları gerekçesiyle alana Maocuları sokmayacağını ilan etmişti. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Gücü (Partizan), Halkın Birliği gibi gruplardan oluşan Maocu örgütler ise kendi aralarında bir ittifak kurarak Taksim alanına gireceklerini ilan etmişlerdi. Diğer devrimci grupların alana girmesinde bir sorun yoktu. Maocu ittifak içinde yer alan Halkın Sesi (Aydınlık) grubu ise yaptığı uyarılar dinlenmeyince geri çekilmiş ve 1 Mayıs’a da katılmamıştı. Gerilim karşılıklı açıklamalarla tırmanıyordu.
Bu gerilimi, AP-MSP-MHP’den oluşan Milliyetçi Cephe hükümeti de kışkırtıyordu. Neredeyse bütün gazetelere çatışma çıkacağını yazıyor toplumu bu habere alıştırıyordu. Gazeteler “Maocular ve Leninciler savaşa hazırlanıyor” türünden başlıklar atıyordu.
İşte 1 Mayıs 1977’ye bu atmosferden girildi. Türkiye’de sol yükseliyor, gençlik büyük kitleler halinde devrimci harekete akıyor, geniş toplum kesimleri sosyalist hareketin etkisi altına giriyor, geleneksel değerler temellerinden sarsılıyordu. Öyle ki, nüfusunun 33 milyon olduğu o günlerde Taksim’e tam 1 milyon insan gelecekti.
‘Maocu’ olarak nitelendirilen gruplar, Tarlabaşı yönünden Taksim’e geleceklerdi. Toplanma yerleri Saraçhane’ydi. Yürüyüş gerçekleştiğinde diğer sosyalist guruplar ve DİSK kortejleriyle arada belli bir mesafe bırakılmıştı. O dönemde liselerde geniş ve etkili bir örgütlülüğe sahip olan Dev-Lis korteji de adeta tampon olarak Maocu gruplar ile DİSK kortejlerinin arasına alınmıştı. Ben de aynı yıl üniversiteye girmekle birlikte Dev-Lis yöneticilerinden biriydim ve kortejin en önünde yürüyordum. Yani ilk ateşin açıldığı ve çatışmanın çıktığı yerdeydim. Her şey Taksim-Tarlabaşı girişinde gözlerimizin önünde başladı.
Yürüyüş planlaması yapılırken, dönemin tek sol lise örgütlenmesi olan Dev-Lis’in iki kesim arasına tampon olarak alınması üzerinde ayrıca durulmalıdır. Bu olay karanlıkta kalmıştır.
***
Şimdi gelelim 1 Mayıs 1977 katliamının perde arkasına, hedefine ve Halil Berktay’ın gerçekte neyin üzerini örttüğü konusuna…
Kamuoyunda yaratılan ve bazı grupların sorumsuz davranışlarıyla tırmandırılan gerilim Tarlabaşı’ndan Taksim’e giriş sırasında doruğa çıktı. ‘Maocu’ denilen gruplar da büyük bir kitle gücüyle Taksim’e gelip girişte oluşturulan DİSK güvenlik barikatına dayanmışlardı. Arada sadece Dev-Lis korteji vardı ve devrimci liseliler de barikatın dışında kalmıştı. Miting bitmek üzereydi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasını neredeyse tamamlamıştı. Alanda çok sayıda CHP’li milletvekili ve İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan da bulunuyordu.
Gerilimin bütün şiddetine karşın barikatı oluşturan DİSK’li ve TKP yanlısı İGD (İleri Gençler Derneği) üyelerinin oluşturduğu güvenlik ile ‘Maocu’ gruptakiler arasında itiş kakış ve yer yer yaşanan arbede dışında ciddi bir çatışma çıkmadı. Zaten doğrudan teması Dev-Lis korteji önlüyordu.
Ancak tam bu sırada havaya bir el ateş edildi. Ardından da yağmur gibi mermi yağmaya başladı. Ardından alanın her tarafından kitle tarandı ve büyük bir panik başladı. Taksim ve Beyoğlu sokaklarında, alanın çeşitli yerlerinde polisle çatışmalar yaşandı. Çatışmalar Kasımpaşa, Dolapdere, Karaköy, Beşiktaş ve Saraçhane semtlerine kadar yayıldı. Bazı bölgelerde akşam saatlerine kadar sürdü.
***
Olayın büyük bir katliam girişimi ve bir Kontrgerilla tertibi olduğu açıktı. Zaten bu katliamdan sonra kamuoyunda yeniden Kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi tartışılmaya başlandı. Bütün bulgular, “iç savaş aygıtı” nın devreye girdiğini gösteriyordu. Olayı soruşturan dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Dr. Çetin Yetkin, Emniyet’e gönderdiği yazıda, olay sırasında gözaltına alınanların katliamla bir ilgisinin bulunmadığını belirterek “gerçek suçluların yakalanması” talimatını verdi.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e yazdığı 7 Mayıs 1977 tarihli mektupta, 1 Mayıs katliamından Kontrgerilla’nın (Özel Harp Dairesi’nin) sorumlu olabileceğini, örgütün adını açıkça belirterek iletecekti. Halil Berktay’ın 40 yıldır “göremediği” olguyu Ecevit saptamıştı. Ecevit mektup yazmakla da kalmadı, konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Korutürk’le özel bir görüşme de yaptı.
1 Mayıs katliamının bir Kontrgerilla eylemi olduğunu, 12 Mart 1971 darbesinden sonra kurulan hükümetlerde MİT’ten ve iç güvenlikten sorumlu Başbakan Yardımcılığı yapan Sadi Koçaş, 8 Mayıs 1987 tarihli Hürriyet gazetesine şöyle açıklayacaktı:
“Bunu (1 Mayıs olaylarını) tertipleyenler vardı. İç ve dış mihraklı, isteyenler vardı. Kontr-Gerilla, gerillaya karşı kontr-gerillayız diyen birtakım insanlardan oluşan bir örgüt. Bunların gerilla, komando oldukları kendilerinden menkul. Ama bunlar bir makamdan yetki alıyorlar. Nedir o makam? Belki Cumhurbaşkanı, belki Genelkurmay Başkanı’nın emri var, bilmiyorum. Ancak, MİT’in olduğu kesindir. Bazı isimleri tanıyorum, bunların içinden bu işleri yapan binbaşı, yarbay, yüzbaşı rütbeli kişiler kimselerden bahsedilirdi. Hatırladıklarım MİT’te çalışıyorlardı.”
İşte durum bu kadar açık. Sadece itiraf gibi bu tanıklık bile Berktay’ın söylediklerini çürütmeye yeter.
***
CHP’nin yüzde 42 oy alarak birinci parti olarak çıkacağı, devrimci ve sosyalist örgütlerin büyük bölümünün boykot etmesi nedeniyle tam olarak ölçülemeyen toplumdaki “sol tercih” in gerçekte yüzde 50’yi aştığı kabul edilen seçimlere çeyrek kala, bu katliamın düzenlenmesinin bir anlamı olmalıydı. Vardı da…
Bu katliamın amacı, merkezinde MHP’nin de yer aldığı egemen sınıflar arasındaki dar bir fraksiyonun erken bir faşist darbe grişimine gerekçe hazırlamaktı. Kara Kuvvetleri’nde örgütlenen, 12 Mart 1971 darbesinin amaçlarına ulaşmadığı ve yarım kaldığı görüşünü savunan sağcı-faşist subaylar sert, Şili tipi bir darbe hazırlığı yapıyordu. Yarım kaldığını düşündükleri 12 Mart darbesini tamamlamak istiyorlardı. Liderleri dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’du.
Bu darbe girişiminin, resmi ağızlardan doğrulanmasa bile, 1977’de devletin zirvesinde görev yapan herkes tarafından bilenen bir “sır” gibi olduğu anlaşılıyordu. Darbe ortamını hazırlamak için 1 Mayıs 1977’de yüzlerce kişinin öleceği “şok” bir katliam planlanmıştı. Ordudan ihraç edilen ve 12 Mart döneminde ağır işkence gören Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, “Eğer 1 Mayıs’ta 300 kişi ölseydi darbe yapacaklardı” diyor.
Aynı yıl İzmir Çiğli Havaalanında CHP lideri Bülent Ecevit’e bir suikast düzenlenecek, kendisine refakat eden İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan bacağından yaralanacaktı. Gözaltına alınan polisin üzerinde, orduda bile bulunmayan çok özel bir silah yakalanacaktı. Yine aynı yıl Sirkeci Tren Garı’na ve Yeşilköy Havalimanı’na konulan bombalarla insanlar ölecek, bu sabotajlara kimse bir anlam veremeyecekti. Ecevit’in Taksim’de yapacağı seçim mitingine de saldırılacağı ihbar edilmiş, bu ihbarı doğrudan dönemin başbakanı Süleyman Demirel açıklayarak, bir tür boşa çıkarmıştı.
Talat Turhan konuya ilişkin olarak şunları yazıyor:
“Terörden yararlanılarak Türkiye istikrarsız duruma getirilmek isteniyordu. Bu planın bir parçası olarak, 5 Haziran 1977 seçimleri öncesinde mahiyeti hala aydınlanmayan olaylara tanık olduk. Kuşkusuz bu olaylar arasında en iğrenç ve aşağılık olanı Taksim Meydanı’nda kurulan kanlı tuzaktı. 1 Mayıs 1977’de 34 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bizim istihbaratımıza göre, eğer 300 kişi ölseydi 1980 darbesi üç yıl önce 1977 tarhinde gerçekleşecekti. Ama bu plan sökmedi. Türkiye seçimlere gitti. Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun emekli edildi. Nedeni bugüne kadar aydınlanmış değildir. 1980 yılından sonra bu kişinin Kenan Evren tarafından en çok para getiren bir kuruluşun yönetim kurulu üyeliğine getirilmesi herhalde boşuna değildi.” (Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, Tümzamanlar Yayıncılık, Mart 1992, S. 63)
Namık Kemal Ersun’la birlikte, tam 850 subay, 1 Mayıs katliamından 30 gün sonra 1 Haziran 1977 tarihinde emekli edildi. Yasal olarak tayin, terfi ve emekli edilecek subaylar hakkında işlemlerin karara bağlandığı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı ve 30 Ağustos günü bile beklenmemişti. İhraç edilen subaylar arasında iki korgeneral, eski MİT Müsteşarı Musa Öğün gibi isimler de vardı. Tümü Özel Harp Dairesi’nde görev yapmıştı. MİT’te de geniş bir tasfiye yapıldı. Görevine son verilen MİT yöneticileri arasında MHP lideri Alparslan Türkeş’in dünürü Şahap Homriş ile damadı Davut Homriş de vardı. Atılanlardan biri de daha sonra MİT’e yeniden alınacak olan Hiram Abas’tı.
Olay bundan ibaretti. Halil Berktay ya bütün bu olup bitenleri bilmeyecek siyasi körlük içindedir ya sınırlı bir analiz yeteneğine sahiptir ya da liberalizmle baştan çıkmış biri olarak yeni rejime paha biçilmez bir hizmet sunarak rüştünü ispatlamaya çalışmaktadır. Değer mi ya!