ABC Politik

Merdan Yanardağ
8 Haziran 2012
Email :

İktidar bloku sarsılıyor. AKP’nin merkezinde yer aldığı 10 yıllık muhafazakâr-İslamcı iktidar yolun sonuna yaklaşıyor. Bölgedeki gelişmeler, özellikle Suriye’ye yönelik müdahale hazırlıkları bütün hesapları alt üst etmiş görünüyor. AKP ve Cemaat arasındaki itişme –ki bir tür saray içindeki iktidar mücadelesi olarak da değerlendirilebilir- artık fantastik bir “komplo teorisi” olmaktan çoktan çıkmış durumda.

Çatışma şimdilik Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) üzerinden yürüyor. Çünkü bu mahkemeler, 2007 yılından itibaren tam anlamıyla bir operasyon aygıtı ve iktidar aracı olarak kullanılıyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hafta başında bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalar (atv-Haber, 6 Haziran 2012) ilk kez AKP ve Cemaat arasındaki ilişkilerin seyri hakkında birinci ağızdan bilgiler içeriyordu. Erdoğan’ın sözleri, bugüne kadar yaptığımız analizleri de neredeyse tamamen doğruluyordu.

Önce Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ çıktı ve gündemin ilk sıralarında böyle bir tartışma yokken, birden bire, “Hukuk devletlerinde Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) olmaz, bunları gözden geçireceğiz” demişti. Bu sözler üzerine Cemaatin sözcüleri panik halinde bir karşı saldırı başlattı. Mehmet Baransu’dan Şamil Tayyar’a kadar bir dizi yazıcı AKP’yi Ergenekoncularla uzlaşmaya çalışmakla bile suçladı.

***

Asıl kapsamlı ve “derin” değerlendirmeyi ise Fethullah Gülen’in sözcüsü kabul edilen Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce yaptı. Gülerce’nin yazısı birçok bakımdan önemliydi. Gülerce şunları söylüyordu:

“Özel yetkili mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘Ak Parti nereye gidiyor?’ sorularını arttırıyor. Hele Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın ‘Özel Yetkili Mahkemeler hukuk devletlerinde olmaması gereken mahkemelerdir. Gereken yapılıyor, yapılacak’ sözleri, gözleri fal taşı gibi açtı.” (6 Haziran 2012)

Öyle anlaşılıyor ki, Cemaat, AKP’nin nereye gittiği konusunda ciddi bir kuşkuya sahip. Bu kuşku yerinde görünüyor. Çünkü siyasal ve toplumsal hedeflerine ulaştığını ve gücünün sınırlarına geldiğini gören, dolayısıyla daha fazla ilerlemesi halinde sert bir kırılmanın yaşanacağını sezen AKP, sınırlı da olsa, ortamı “normalleştirmeye” çalışıyor.

Başbakan Erdoğan’ın, önceki hafta ve yine durduk yerde, “27 Mayıs tipi bir müdahale özlemi içinde olanlar var” derken, yukarıda sözünü ettiğim bu “kırılma” olasılığına dikkat çektiği ve bu olasılığın sandığımızdan daha güçlü olduğu anlaşılıyor.

Rejimin, Amerikancı ılımlı İslam modeli yönünde dönüşümünün büyük ölçüde tamamlandığını düşünen başka bir anlatımla Cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımları ile İslam’ın şeriatı arasında ortalama alma sürecinin büyük ölçüde sonuçlandığını gören AKP, bu düzenin konsolide edilmesi gerektiğinin farkında. Bu ihtiyaç, her durumda bir uzlaşma arayışı demektir. Tıpkı devrim ya da karşı devrim yıllarının hızı, temposu ve ritminin bir süre sonra yerini sükûnete, sağlamlaşma ve yerleşme dönemine bırakma zorunluluğu gibi.

***

AKP, Suriye ile savaşın eşiğine geldiği bir dönemde askerle daha fazla kavga etmek istemiyor. Çünkü hem askerle kavga edip hem de savaşa hazırlanamayacağını anlamış görünüyor. Üstelik Suriye’ye askeri bir müdahalenin, bölgesel bir yangına, ardından da nükleer silahların kullanıldığı bir dünya savaşına yol açabileceği ortadayken, çatışmayı daha fazla tırmandırmak istemiyor.

ABD dış politikasında hala etkili olan Soğuk Savaş dönemi ünlü Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger, önceki gün Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde, “Suriye’ye bir askeri müdahalenin mevcut dünya sistemini çökerteceğini” yazarken, bu tehlikeye işaret ediyordu.

Bu nedenle ABD ve Batılı ortakları Suriye’ye doğrudan bir müdahale yerine, komşusu Türkiye’nin yürüteceği sınırlı bir savaş sonucu rejimi devirmeyi planlıyorlar. Yani Türkiye’yi arkasından itiyorlar.
AKP ihalenin üzerine kalması ve yalnızlaşması durumunda, iktidarını koruyamayacağını görüyor. ABD ve İsrail’in çıkarlarını bire bir gözeten Cemaat ise işte bu nedenle AKP’ye yükleniyor.

***

Cemaatin gelişmelerden büyük bir endişe duyduğu ve korktuğu görülüyor. Derin bir korku bu. Suç işleyenlerin, haksızlık yapanların, hile ve sahtekârlıkla rejimi değiştirmeye çalışanların ve bir öfke birikimine yol açtıklarını bilenlerin duyduğu, iliklere işleyen bir korku… Rövanş tedirginliği!

Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması ya da yetkilerinin sınırlandırılması olasılığı panik yaratmış durumda. Hüseyin Gülerce’nin Zaman gazetesindeki yazısının her satırına bu korkunun sindiği görülüyor. Cemaat, AKP’nin ‘Birinci Cumhuriyet artığı’ güçlerle uzlaşması halinde, ayakaltında kalacağından ve bir öfke patlamasının altında ezilebileceğinden korkuyor.

Bu nedenle Cemaat Cumhuriyet kurumlarının tasfiye operasyonuna devam edilmesinden, geri dönüş eşiği ve olasılığı aşılana kadar programın sürdürülmesinden yana. Aksi halde bütün kazanımlarını yitirebileceklerinden ve ağır bir tasfiye ile karşı karşıya kalacaklarından korkuyorlar.

Hüseyin Gülerce şunları yazıyor:

“Şimdi ne oldu da, Ak Parti yöneticileri, sanki onlar gitmiş de başkaları gelmiş gibi davranıyor? Evet, ne oldu? Ak Parti kendi kurduğu mahkemelere, şimdi ‘hukuksuz’ diyor… Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu?

“10 yıldır demokratikleşme adımları atıldı ama vesayet sistemini kurumsal olarak değiştirecek değişiklikler henüz yok ortada. (…) Kimileri Balyoz davası tutuklu sanıkları muvazzaf general ve amirallerin kin, nefret, iç savaş hazırlığı, çoluk çocuğa kadar uzanacak intikam konuşmalarının bantlarından rahatsız. Ama hiç pişmanlık duymayan, cezaevlerinde iyice bilenen bu adamlar demokrasi için en ciddi tehdidi oluşturmuyor mu? Neye güvenerek böyle konuşuyorlar? Onlar içeride iken dışarıda yeni bir cunta mı mayalandı? Bunlardan endişelenmeyelim mi?

“Demokrasi yokuşundan düzlüğe henüz çıkmadık. ‘İktidar gevşemesin, aman bütün kazanımlar yok olmasın’ diye düşünmeyelim mi? Allah korusun, ‘ya ters bir rüzgâr eserse’ diye huzursuz olmayalım mı?” (Zaman, 6 Haziran 2012)

Cemaat sözcüleri, haksızlık yaptıkları, evlerine sahte CD’ler koyarak, bilgisayar kayıtlarıyla oynayarak, sahtekârlık ve hile ile tutuklattıkları insanlardan, onların temsil ettiği siyasal ve toplumsal güçlerden fena halde korkuyorlar.

Gülerce’nin korkularını ilk kez bu açıklıkla ortaya koyduğu ve AKP’yi uyardığı yazısı, Hasdal Askeri Cezaevi’ndeki ortam dinlemesini de kimin yaptığını ve yaydığını göstermesi bakımından önem taşıyor.

***

Başbakan Erdoğan’ın Cemaate yanıtı ise aslında beklenenden daha sert oldu. Erdoğan, sözü geçen televizyon programında, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “şüpheli” sıfatıyla ifade vermeye çağrılmasını örnek göstererek, “Benim talimatımla gitti (PKK ile) görüştü, alacaksanız beni alın” dedi. Dahası Özel Yetkili Mahkemelerin “devlet içinde devlet” olmaya başladığını, “Cumhurbaşkanı da olsa başbakan da olsa buraya getirtiriz” tutumuna girdiklerini belirten Erdoğan, “çizmeyi fazlasıyla aştılar” diye konuştu.

Bu sözler, MİT soruşturmasındaki asıl hedefin Başbakan Erdoğan olduğu yönündeki yorumları da doğruluyor. Erdoğan konuşmasında bu mahkemeleri yeniden düzenleyeceklerini de belirterek, AKP’nin tavrını net olarak ortaya koydu.

Şimdi ortada tuhaf bir tablo oluştu. Bir yandan bazı bakanlar yine Cemaat organizasyonu olan “Türkçe Olimpiyatları”na nöbetleşe katılırken, diğer yandan ÖYM’ler üzerinden başlayan çatışma ise derinleşiyor.

Öte yandan Cemaatin yeni arayışlara girdiği de seziliyor. Önümüzdeki günlerde sürpriz gelişmeler olabilir. Örneğin CHP ile Cemaat arasında örtülü bir ilişki denemesi benim için hiç şaşırtıcı olmayacaktır. AKP’nin askerlerle uzlaşma girişimini Cemaat böyle bir hamle ile dengelemek isteyebilir.

Evet, AKP ile Cemaat arasında bir itişme yaşanıyor. Koalisyon her an bozulabilir. Bu süreçte yeni ittifaklar ve saflaşmalar mayalanıyor.