ABC Politik

Merdan Yanardağ
22 Haziran 2012
Email :

Bilindiği gibi AKP iktidarı, yaklaşık iki yıl önce Kürt sorununa ilişkin kapsamı bilinmeyen, içeriği resmen açıklanmayan bir “açılım” projesini ortaya attı. Şimdi bu açılımdan eser yok. Neredeyse arkasında hiçbir iz bırakmadan bu proje ortadan kalktı. Yeniden kanlı bir çatışma dönemine girildiğine ilişkin işaretler var.

Çünkü AKP-Cemaat iktidarı Kürt sorununun gerçek bir çözümünden çok, esas olarak Kürt siyasal hareketini ve Kürtleri Türkiye’nin gerici dönüşüm projesinin bir parçası haline getirmeye çalışan, dinsel referanslara dayalı yatıştırmacı bir siyaset izliyor. Dolayısıyla gerçek sorunlara dokunmayan bu girişim, ister istemez hayatın içinde kırılıp dökülüyor.

AKP ve PKK arasındaki Oslo görüşmelerinden geriye ne kaldığına baktığımızda buna net bir yanıt vermek güç görünüyor. Elbette bir hükümetin PKK ile “resmen” görüşmüş olması, iktidarın daha sonraki bütün kıvırma çabalarına karşın önemlidir. Ancak, bu “resmen” görüşmenin somut hiç bir konuya dokunmadığı, dahası “çaktırmadan” sorunu çözmeye çalışmak gibi saçma bir tutuma dayandığı ortaya çıkıyor.

Son olarak Milletvekili Leyla Zana’nın, “Erdoğan Kürt sorununu çözebilir” diye özetlenebilecek çıkışı, yeni bir tartışma ve ayrışmaya işaret ediyor. Bilindiği gibi, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş aynı gün Zana’ya yanıt vererek bu sözlere sert tepki gösterdi.

Zana’nın sözleri Kürt hareketi içinde bir farklılaşma yaşandığını göstermesi bakımından önem taşıyor. Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi isimler, Kürt sorununda çözümün Türkiye’nin gerici dönüşümü ve Cumhuriyetin tasfiye sürecini güçlendirecek bir rotaya sokulması ve bu anlamda yedeklenmesi şeklindeki iktidar politikasına katkı vermeye hazır görünüyorlar.

Kürt Hizbullahı’nın büyük ve şaşırtıcı bir kitlesel güç olarak siyaset sahnesine çıkışı da bu “gerici çözüm girişimini” güçlendiren bir etken olarak önümüzde duruyor.

Ancak, tıpkı daha önceki Tokat Reşadiye baskını gibi, ikinci Dağlıca eylemi de bu ve benzeri girişimleri vurmuş görünüyor. PKK’nin Öcalan’a bağlı ve daha çok Kürt yoksullarını temsil eden kesimlerinin, asıl güç ve muhatabın kendileri olduğunu ve bu bakımdan kendilerinin dışlanacağı hiçbir girişimin şansının bulunmadığını sert şekilde hatırlatmış oldular.

***

PKK eylemlerinin anlamını çözümlemeden ve bu konuda “derin” değerlendirmeler yapmadan önce hareketin tarihine, sınıfsal ve örgütsel yapısına, programına ve geçirdiği dönüşüme bir kez daha yakından bakmakta yarar var.

Öncelikle saptanması gereken şudur PKK Türkiye Kürtlerinin tartışmasız siyasal temsilcisidir. Gerçek budur. Aslında bu durumu Türkiye’yi yönetenler de, ABD de, sokaktaki insan da bilmekte, fakat kabul etmemektedir. Kürt sorununun çözümünde muhatap PKK’dır. Çözümsüzlüğün önündeki en büyük engel de bu gerçeği kabul etmemektir.

PKK ile Kürt hareketinin legal unsurları arasındaki irtibatı koparmak, deyim uygunsa “terbiye edilmiş” bir muhatap yaratmak amacıyla yürütülen bütün girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. KCK operasyonları da bu girişimin en sert ve kriminal bölümünü oluşturmaktadır. AKP yöneticileri KCK operasyonları için, “DTP’yi (Demokratik Toplum Partisi) PKK’den kurtarmaya çalışıyoruz” derken, anlatmak istedikleri budur.

PKK ile AKP iktidarı ve ABD arasında diyalog kurulmasının önündeki en büyük engellerden biri, hala bu hareketin siyasal kaynakları, sınıfsal yapısı ve başlangıç ilkeleridir. Bu nedenle daha önce bu konuya ilişkin olarak yaptığım kimi saptama ve çözümlemeleri son gelişmeler ışığında bir kez daha değerlendirerek tartışma gündemine getirmekte yarar görüyorum.

***

Bugünkü programı ve görüşleri ne olursa olsun, PKK sosyalist bir kültürden gelen, Kürt yoksullarına yaslanan, geleneksel aşiret düzeninin dışında oluşmuş, başlangıçta Kürt aristokratlarına ve burjuvazisine dayanmayan tersine bu güçlerle çatışan bir örgütsel yapılanmaya ve geleneğe sahiptir. Orta ve alt kademe kadrolardan farklı olarak PKK üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamı Türkiye sosyalist hareketinden gelmektedir.

Bu yanıyla Türkiye aydınlanması ve Cumhuriyet devriminin hem bir ürünü ve parçası hem de onu kendi coğrafyasında aşacak eleştirisidir. Bu özellikleriyle PKK Ortadoğu’daki bütün diğer Kürt örgütlerinden ayrılır. PKK Ortadoğu’nun tek laik ve modern Kürt örgütüdür.

Bölgenin diğer Kürt örgütlenmeleri geleneksel aşiret yapılarına dayanırken, PKK tamamen siyasal bir programdan hareket ederek modern yöntem ve gerekçelerle kurulmuş bir örgüttür. PKK’nin hiçbir kurucu lideri daha önce tanınan-bilinen kişiler değildir. Kürt aristokrasisinden gelmezler. İsimleri PKK ile duyulmuştur.

PKK genel çizgileriyle ve son yıllarda ciddi kırılmalara uğrasa da, aydınlanmacı ve laik bir çizgi izlemektedir. Bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarının sınırlılıkları içinde kalsa da Kürt kadınlarını özgürleştirmiştir. Kadınlar, Kürt hareketinde ve PKK içinde de aktif bir rol oynamaktadır. Bölge il ve ilçelerinde çok sayıda kadın belediye başkanı çıkarmış, Türkiye’de ilk kez siyasal partilerde “Eşbaşkanlık” kurumunu getirmiş, bunu yerleştirmiş ve bu yanıyla şaşırtıcı bir “pozitif ayrımcılık” örneği vermiştir. Meclis’teki milletvekillerinin de neredeyse yarısı kadındır.
PKK bölgedeki feodal yapı üzerinde de fiilen çözücü bir etki yaratmıştır.

***

PKK, sosyalist sistemin çözülmesinden sonra örgütün başlangıç/çıkış ilkelerinde önemli değişiklikler yaparak, kuruluş programını geri çekmiştir. Bu değişim Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra daha da belirgin hale gelmiştir. Dolayısıyla zaman içinde PKK’nin sınıfsal dokusu silikleşmiş, toplumsal talepleri geri çekilmiş ve hareketin milliyetçi karakteri daha belirgin hale gelmiştir.

2000’lere gelindiğinde ise PKK, çizgisinde önemli bir değişiklik yaptı. Bu değişiklikle PKK Türkiye’den ayrılmak istemediğini, birlikten ve üniter devletten yana olduğunu, “Türkiyelilik” tanımını benimsediğini, hatta Kemalizm’i kültürel bir üst anlayış ve birleştirici bir üst kimlik olarak benimseyebileceğini açıkladı. Yerel yönetim yasasında yapılacak değişiklik ile kültürel özerkliğe “evet” diyeceklerini, Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakların kaldırılmasının yeterli olacağını ilan etti.

Bu asgari program, açıkça belirtmek gerekiyor ki, Kürt hareketini sistem güçlerine yaklaştırdı. Ancak, sistem güçleri bu yakınlaşmayı ve kendileri açısından çözümü kolaylaştıracak gelişmeyi halen tam olarak göremedi.

***

ABD, Türk Devleti ve AKP iktidarı, bir yandan Kürt sorununun negatif çözümünü zorlar ve bir şekilde ülkede politik istikrarı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da bu sürecin sistemde bir çözülmeye yol açmasından korkmaktadırlar. Çünkü böyle bir çözülmenin kontrolsüz bir demokratikleşmeye yol açma olasılığı yüksektir. Bu nedenle iktidar ve düzen güçleri böyle bir gelişmeyi önlemek için ellerinden geleni yapıyor. Çözümü engelleyen bu tutumdur.

Çünkü böyle bir gelişme Soğuk Savaş artığı tutucu devlet yapılanmasında bir çözülmeye yol açarak, bütün sınıfsal dinamikleri de harekete geçirme potansiyeline sahiptir.

***

Diğer taraftan PKK ve Kürt hareketi, hızla Türkiye’nin ilerici tarihsel birikiminden ve aydınlanma geleneğinden uzaklaşıyor. Soldan koparak bütün sınıfsal taleplerinden vazgeçiyor. Ortada, Kürt hareketinin milliyetçi taleplerinden başka bir politik program kalmıyor.

Bu durum Kürt hareketinin Türkiye gericiliği, yükselen yeni egemen güçler ve emperyalizm ile bir çözüm arayışına girebilmesi için zemin yaratıyor.

Kürt hareketi, kendisini yeniden Türkiye’nin ilerici güçleri ve tarihsel birikimi ile ilişkilendirmelidir. Nitekim bu yönde adımlar da atılmaktadır, ancak yeterli değildir. Kürt hareketi Türkiye devriminin bir bileşeni olarak kendisini yeniden konumlandırmalıdır.

Bilinmelidir ki, Türk solunun, emekçilerinin, aydınlarının ve genel olarak halkının desteği ve işbirliği sağlanmadan Kürt sorununun çözümü mümkün değildir.