ABC Politik

Merdan Yanardağ
17 Ağustos 2012
Email :

Türkiye tarihsel bir dönemeçten geçiyor. Bu dönemeçte olan bitenleri anlamak, doğru bir çözümleme yapmak ve sağlıklı bir siyasal, hatta felsefi tutum belirlemek için iki olguya dikkatle bakmak gerekiyor. Birincisi ABD’nin artık fantastik bir hikaye olmadığı net şekilde ortaya çıkan Büyük Ortadoğu Projesi, diğeri de Ergenekon soruşturmalarının tarihsel anlamıdır. Bu bakımdan ben okuduğunuz yazıda bir kez daha bu iki olguyu ana hatlarıyla ele alacağım.

Ergenekon operasyonu ve soruşturmasının Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal ve toplumsal kırılma noktalarından biri olduğu açıktır. Bu siyasal hamle ve saldırı üzerinden düşük yoğunluklu bir İslamizasyon projesinin (ılımlı İslam) hayata geçirilmek istendiği, artık tartışılmayacak şekilde ortaya çıkan bir gerçekliktir.

Dolayısıyla Ergenekon operasyonunun Türkiye’de rejimi daha İslami temellerde dönüştürmeye yönelik örtülü bir darbe olduğu, çok sayıda olgu ve kanıtla desteklenen kesin bir olgu niteliğindedir. Bu operasyon, Birinci Cumhuriyeti tasfiye projesidir ve büyük ölçüde hedeflerine ulaşmıştır.

Başka bir anlatımla Ergenekon operasyonu, Türkiye’nin Amerikancı dönüşümünün (BOP) önündeki engelleri kaldırmaya yönelik bir siyasal planlamadır. AKP ve Fethullah Gülen Örgütü arasındaki koalisyonun devleti ele geçirme, toplumu teslim alma ve İslamo-faşist bir polis rejimi kurma eylemidir.

Durum böyle olunca, AKP-Cemaat koalisyonunun siyasal hedeflerine ulaşmasının önünde engel oluşturabilecek kurumların, kadroların, yargı bürokrasisinin, toplum önderlerinin, aydınların, gazetecilerin ve politikacıların siyasal şiddet de kullanarak tasfiye edildiği bir süreç yaşandı.

Ergenekon operasyonunun demokratikleşme ve derin devletin tasfiyesiyle ilgisinin bulunmadığı gerici ve karşı devrimci bir dönüşüm projesinin hayata geçirilmesinden başka bir anlam taşımadığı tatmin edici gerekçeler ve kanıtlar ışığında ortaya çıktı. Daha da önemlisi, “Sonuna kadar gidilsin” diyen liberallerin ve bazı sol çevrelerin nasıl ve nerede yanıldıklarını, hatta bu operasyon dalgasının yer yer kendilerine kadar ulaştığı da görüldü.

Dolayısıyla Ergenekon soruşturmasının aynı zamanda ve esas olarak toplumu sindirmeye ve muhalefeti susturmaya yönelik bir ‘psikolojik harp’ operasyonu olduğu da net olarak ortaya çıktı.

Ancak, tablo ne kadar net olursa olsun, 1980 ve 1990 kırılmalarını yaşayan, büyük ölçüde liberalizmle lekelenen solun kimi kesimleri, “ideolojik” önyargıları nedeniyle durumu anlamamakta ısrar etti. Öyle ki, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, “Biz Ergenekon operasyonu ile derin devletin tasfiye edildiğini sandık, yanılmışız. Burada açıkça özeleştiri yapıyorum. Bizimle anlaşmak ve savaşı bitirmek isteyenler tutuklanıyor. Gerçek Gladyo dışarıda ve AKP ile anlaşmış durumda” şeklindeki, bir kaç kez tekrarladığı özeleştirisi bile ne Kürt hareketi ne de kimi sol çevreler tarafından yeterince dikkate alınmadı.

***

ABD’nin, dünyanın kalbi olarak bilinen ve yeryüzünün en zengin enerji havzalarının bulunduğu Merkezi Avrasya’yı denetim altına almak için geliştirdiği Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en önemli boyutunu, hiç kuşkusuz “Ilımlı İslam” stratejisi oluşturuyordu. Ilımlı İslam, batılı değerlerle uyumlu, siyasal olarak ABD’nin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, sınırların yeniden çizildiği ve rejimlerin bu amaca uygun olarak değiştirilmesinin öngörüldüğü BOP’un taşıyıcı kavramıdır. Bu kavramın politik arka planı irdelendiğinde, bizi hiç bir tereddüde yer bırakmayacak şekilde getirip Fethullah Gülen örgütlenmesinin kapısına getiriyor. Öyle anlaşılıyor ki, bölgede “Ilımlı İslam” projesinin en önemli aktörlerinden biri Fethullah Gülen ve onun kurduğu yaygın örgütlenmedir.

Bir dönem BOP’un başarısızlığa uğradığı, dolayısıyla ABD’nin 21. Yüzyıl’da yürüttüğü imparatorluk projesinin köşe taşlarından birini oluşturan bu stratejik planlanının gündemden kaldırıldığı yönündeki değerlendirmeler yapıldı. Bu tespit gerçeği tam olarak yansıtmıyordu. Fas’tan Çin Seddi’ne kadar uzanan ve genel olarak Müslüman toplumların yaşadığı geniş coğrafyada yer alan ülkelerde rejimleri değiştirerek, başta ABD ve Batılı ortaklarıyla, dolayısıyla batılı değerlerle uyumlu rejimler kurmak anlamına gelen BOP bölge halklarının, özellikle Iraklı yoksulların şiddetli direnişi nedeniyle başarısızlığa uğramış görünüyordu.

Ancak, Tunus ayaklanmasıyla başlayan, Mısır, Yemen ve Libya karşı devrimleriyle devam eden ve nihayet Suriye sınırlarına dayanan gerici ve emperyalist saldırı dalgası BOP’un araç ve makas değiştirerek ikinci etabının hayata geçirilmeye çalışıldığını gösteriyor.

***

Hiçbir siyasal ve toplumsal proje, ulusal ya da küresel ölçekte geliştirilen hiçbir stratejik planlama veya herhangi bir emperyalist politika bir kral otoritesinin yerine getirilmesi gibi hayata geçmez. Ne kadar kudretli olursa olsun tarihte de günümüzde de hiçbir iktidar ya da büyük bir emperyalist güç, egemen ve yönetici sınıflar somut bir imparator iradesine sahip değildir.

Projeler, stratejiler, politikalar yaşama indirildiğinde, toplumsal ve siyasal pratiğe aktarılmak istendiğinde çok sayıda değişken tarafından etkilenmeye ve belirlenmeye başlar. Sayısız toplumsal, siyasal, ekonomik, askeri, tarihsel, kültürel ve ideolojik etken devreye girer. Bu güçler söz konusu planlar, projeler veya politikalarla ya çatışır ve yenilgiye uğratır, ya yenilir ve kabul etmek zorunda kalır. Ancak, hiçbiri başlangıç çizgilerine sahip değildir. Etkenler başlangıç politikalarını, projelerini ya da stratejilerini etkiler, değiştirir, hatta belirler.

Sonuç olarak bir siyasal proje ya da stratejik planlama, ciddi bir engelle karşılaşmadan başarıyla uygulansa bile hiçbir zaman ilk oluşturulduğu halde, orijinal biçimiyle kalamaz, değişir.

Bu nedenle BOP’un, büyük güçlerin gezegene hakim olma mücadelesinin sürdüğü bu büyük coğrafyada hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmadan ve hiçbir etken tarafından belirlenmeden hayata geçirileceğini düşünmek, ancak hayatı komplo teorileriyle açıklamakla mümkündür. Dolayısıyla ABD’nin gezegene hakim olma siyasetinin en önemli ayağını oluşturan BOP’un, bölgede gelişen şiddetli direniş ve bir dizi diğer tarihsel, siyasal etken nedeniyle tam olarak hayata geçirilemeyeceğini, hatta yenilgiye uğrayacağını söyleyebiliriz.

Bu emperyalist hegemonya siyasetinin kaderinin belirleneceği yer bugün Suriye’dir. Suriye’nin kişiliğinde bütün Doğu ve “mazlum milletler” direniyor. Emperyalizmin ve gericiliğin Suriye’de yenilgiye uğraması, AKP iktidarının da sonunu hazırlayacaktır. Böyle bir yenilgi bütün bölgede, “Geniş Ortadoğu” da hayatın akşını değiştirecektir.

***

Yeryüzünde hiçbir rejim salt askeri ve siyasal zorla, çıplak şiddet yöntemiyle ayakta kalamaz. Dünyanın en kötü ve zorba yönetimleri bile, örneğin en azından çöpleri toplamak ve ekmek üretmek zorundadır. Daha da önemlisi, asgari bir toplumsal destek sağlamadan hiçbir baskıcı yönetim ya da diktatörlük ayakta kalamaz. Aynı şey işgal, sömürge yönetimleri ve emperyalizm için de geçerlidir. Etkili bir işbirlikçi sınıf, asgari bir toplumsal destek ve sınırlı da olsa yerel bir rıza/onay üretmeden işgali, sömürgeciliği ve emperyalist talanı sürdürmek mümkün değildir. En azından siyasal ve toplumsal bir kayıtsızlık gereklidir. Unutulmamalıdır ki, İngiltere yaklaşık 1 milyar nüfusu bulunan, köklü bir uygarlık havzasını, Hindistan’ı yüzlerce yıl sadece 50 bin kişilik bir askeri güçle yönetebildi.

İşte BOP, Ortadoğu ve İslam coğrafyasında ABD işgaline ve neoklasik sömürgeciliğe (yeni emperyalizm) toplumsal ve siyasal rıza üretmek için geliştirilen stratejik bir planlamadan başka şey değildir. Yerel/bölgesel riza üretmenin en önemli aracı ise İslamcılıktır. Siyasal İslamcılar, “şeriat rüşveti” için bu topraklara ait bütün değerleri ve onurlarını satmaya hazırdı. Emperyalistler bu durumu Soğuk Savaş döneminde test ettiler. Biz Türkiye’den de biliyoruz. Zannettiler ki “Allahsız kızıllar” ya da “laikler” ile işlerini bitirdiklerinde efendilerinin boyunduruklarından kurtulacaklar. Afganistan trajedisi bu zavalılığın ve sefilliğin çarpıcı bir örneğidir.

Ancak ne yazık ki, BOP’un ikinci etabının hayata geçirilmeye başlandığı şu günlerde, İslamcılar, radikali ve ılımlısıyla büyük ölçüde aynı ahlaki ve siyasal alçalmanın yoluna girdiler.

Sonuç olarak Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele, kendi hayatlarına ihanet eden liberallerin ileri sürdüğü gibi suni bir çatışma değildir. Bu bakımdan liberallerin, gerici talepleri demokratik bir itiraz gibi sunan ideolojik hilesini boşa çıkarmak ve bunun emperyalist özünü ortaya çıkarmak yaşamsal bir öneme sahiptir.

Çünkü gericiliğe karşı mücadele bütün bölge halklarının kaderini belirleyecektir. Türkiye’de sermayenin yeni egemenlik modeli olan İslamo-faşist rejimin yenilgiye uğratılması demek, emperyalizmin ve İslamcı gericiliğin yenilgiye uğratılması demektir. Ve belki de Müslüman kitleler İslam’ın uzayan Ortaçağı’nı aşma şansını yakalayacaktır.

Bu tarihsel sorumluluk solun ve sosyalistlerin omuzlarındadır.