Bilindiği gibi, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından hazırlanan Hrant Dink davasının yeni iddianamesi, Başsavcılık tarafından Kabul edilerek dün (9 Aralık 2015) mahkemeye gönderildi. İddianamede, Emniyet içindeki yasadışı Cemaatçi polis yapılanmasında yer alan isimlerin büyük bölümü hakkında ağır suçlamalar yöneltiliyor
Mahkemeye gönderilen 168 sayfalık iddianamede, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi (eski) Başkanı Ramazan Akyürek ile dönemin İstihbarat Daire Başkanlığı Personel Şube Müdürü Coşgun Çakar hakkında, “tasarlayarak kasten öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, “silahlı örgüt kurmak, resmi belgede sahtecilik, resmi belgeyi yok etme, görevi kötüye kullanma” suçlarından 23er yıldan 44er yıla kadar; İstihbarat Daire Başkanlığı C-Şubesi (eski) Müdürü Ali Fuat Yılmazer hakkında ise, “tasarlayarak kasten öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, “silahlı örgüt kurmak, resmi belgeyi yok etme, görevi kötüye kullanma” suçlarından 19 yıldan 32 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları talep ediliyor.
Bu haberin ayrıntılarını ve suçlanan polislerin isimlerini ABC Gazetesinde dün yayımlanan haberimizde bulabilirsiniz.
Ergenekon tertibi üzerinden Cumhuriyetin tasfiye edilme sürecinde AKP-Cemaat iktidarıyla birlikte hareket eden; bu dönemde iktidar için rıza üretimine katkıda bulunarak toplumsal direniş refleksinin kırılmasında belirleyici bir rol oynayan liberaller ve sol liberaller, gerçeğin hiçbir yorum gerektirmeyecek şekilde ortaya çıkması nedeniyle utanır mı bilemem.
Ancak, bugünkü dinci-faşizan düzenin kurulmasında yaşamsal katkıları olan bu liberaller ve sol liberallerin, Hrant Dink cinayetiyle ilgili de utanç verici bir sicile sahip olduklarını unutmamak gerekiyor.
Bu nedenle, bir tür hafıza tazelemek için, yaklaşık 4 yıl önce, yani henüz AKP ile Cemaat arasında bir çatışmanın çıkmadığı ve ülkeyi birlikte yönettikleri o zor günlerde Yurt gazetesinde yazdığım ve daha sonra birçok internet haber sitesinde yer verilen bir yazıyı, deyim uygunsa bir ibret belgesi olarak, yeniden yayınlamak istedim.
Güncelliğini ve bütün sıcaklığını koruyan bu yazıyı aşağıda ilginize sunuyorum:
KATİLLER VE DOSTLAR (*)
Gazeteci Hrant Dink cinayetinin üzerinden tam 6 yıl geçti. Yargıtay cinayette örgüt yok, suç kişisel diyen yerel mahkemenin kararını bozdu. Eminim bu yıl 19 Ocakta yine, kendisine Hrant’ın Dostları diyen bazı çevreler değerli gazeteci dostumuz üzerinden büyük bir sahtekârlıkla küçük hesaplarını görmeye çalışacaklar. Artık bu duruma bir son vermek gerekiyor.
Liberal ezbere dayanan, zihinsel bir çaba içermeyen ve entelektüel hayat üzerinde estirilen muhafazakâr terörün baskısı altında yapılan yüzeysel değerlendirmelerin artık ötesine geçilmeli. Bu cinayetin işlenmesinden politik olarak yararlanan çevrelerin gerçekte kimler olduğuna yeniden bakılmalı.
Çünkü Dinkin öldürülmesinden sonra oluşturulan hava henüz tam olarak değişmedi. İkna ediciliğinden ve gücünden çok şey yitirse de egemen yaklaşım hâlâ şöyle; Dink’i, Türkiye’de kaos ortamı yaratarak AKP Hükümetine karşı askeri darbe yapılmasının koşullarını oluşturmak isteyen milliyetçi ya da ulusalcı denilen güçler, yani Ergenekoncular öldürttü.
Oysa bütün verilerin ortaya koyduğu gerçek şudur; Hrant Dink, tam da bu algıyı toplumda oluşturmak, Hrant’ın katili Ergenekon düşüncesini yerleştirmek isteyen güçler tarafından öldürtüldü.
Bu nedenle; olgular, çok güçlü kanıtlar ve cinayetin siyasal analizinin ortaya koyduğu sonuçlarla desteklenen bir iddiayı artık yüksek sesle ifade edebiliriz; Hrant Dink’in katili AKP-Cemaat iktidarının oluşturduğu yeni derin yapıdır.
Çünkü bu cinayetin işlenmesiyle Ergenekon operasyonlarının başlatılması için gerekli toplumsal ve psikolojik iklim oluşturuldu. Dahası bu cinayetin yarattığı derin acı, öfke ve protesto eylemleri üzerinden AKP-Cemaat koalisyonunun yürüttüğü siyasal projeye güçlü bir toplumsal onay üretildi. Bu kirli projenin başarı kazanmasında en büyük pay ise liberallere aitti.
* * *
Anımsanacağı gibi, geçen yıl Dink Davası sonuçlanınca, 19 Ocak 2012 günü İstanbul’da büyük bir protesto eylemi düzenlendi. On binlerce gösterici Taksimden Şişliye, Agos Gazetesinin bulunduğu binanın önüne yürüdü. Ben de oradaydım. Değerlendirmemi o dönemde Sol Portal’da yazdım. Söz konusu yazı güncelliğini fazlasıyla koruyor. O nedenle burada bazı izlenim ve değerlendirmelerimi yeniden ele alacağım.
Geçen yıl yapılan anma töreni ve protesto yürüyüşüne katılanların bileşimine bakıldığında ilginç bir tablo gözleniyordu. Belli ki mahkemenin verdiği karara karşın kafalar hâlâ çok karışıktı. Devlet karşıtı sloganlar yoğunlukla atılsa bile AKP iktidarına karşı belirgin, protestoya karakterini veren bir hava gözlenmiyordu. Ortama şaşkınlık hali egemendi.
Oysa tablo açıktı; ülkeyi demokratikleştirmesi, darbecilerden hesap sorması ve derin devleti tasfiye etmesi beklenen AKP-Cemaat iktidarı cinayeti örtbas edivermişti.
Bilindiği gibi, mahkeme kararında cinayetin arkasında bir örgütün bulunmadığı vurgulanmış, Emniyetteki Fethullahçı ekibin muhbiri ve cinayeti azmettirmekten yargılanan Erhan Tuncel beraat ettirilmişti.
Ekranlara çıkan kimi liberal, sol liberal aydınlar ve çok demokrat yandaş gazeteciler, davanın Ergenekonla ilişkilendirilmediğini belirtiyor ve mahkeme kararını eleştiriyorlardı. Onlar bu davadan açık bir Ergenekon mahkûmiyeti çıkmasını bekliyorlardı. Onların örgüt diye aradığı yapı Ergenekon’dan başka şey değildi. Akıllarına başka bir örgüt gelmiyordu.
Oysa bu karambolde, asıl katiller, cinayetin arkasındaki güç ve o gücün somutlaşmış ifadesi olan bir örgütlenme paçayı kurtarmıştı.
CİNAYETİN ARKASINDAKİ GÜÇ
Hrant Dink davasında gizlenen Ergenekon değil, cinayetin arkasındaki Cemaat örgütlenmesi ve AKP iktidarıydı. Daha açık ifade edersek eğer, kurtarılanlar Fethullahçı polis şefleri ve AKP iktidarının sorumluluğuydu. Kurtarılan bu polis şefleri, aynı zamanda Ergenekon soruşturmasını yürüten ekibi oluşturuyordu.
Sonuç olarak, Yeni Gladyo, AKP-Cemaat iktidarının yarattığı adli düzen tarafından aklanmıştı.
Öyle bir akıl tutulması yaşanıyorduki, bugüne kadar yapılan anma ve protesto eylemlerinde Hrantın katillerinin arkadaşlarıyla, kendilerine Hrant’ın Dostları diyen çevreler aynı kortejdeydi. Gerçekte AKPnin ve Cemaatin dostları olan bu çevreler, büyük bir ikiyüzlülük ve utanmazlıkla bu eylemlere geliyorlar, uzatılan mikrofonlara utanmazca Ergenekon diyorlardı.
Oysa biliyoruz ki, Dink cinayetini aydınlatmaya çalışan gazeteciler Ergenekon davasında tutuklu ya da tutuksuz olarak halen yargılanıyorlar.
Bu nedenle Hrant’ın katillerinden hesap sormak isteyen gerçek dostları, öncelikle bu cinayetin işlenmesinde sorumluluğu olan, katillere yol veren AKP, Cemaat ve onların yandaşlarıyla yollarını ayırması gerekiyor.
* * *
Dil, ideolojik bir araçtır. Kullandığınız kavramlar, seçtiğiniz üslup sizin hayata bakışınızı, dünya görüşünüzü, toplumsal konumunuzu ifade eder. Politikacıların, aydınların, toplum önderlerinin, kitle örgütlerinin, sendikaların, partilerin, gazetelerin seçtiği dil, onların tutumlarını ve felsefi duruşlarını da ortaya koyar.
Bu topraklarda derin devletin ve faşizan iç savaş aygıtının adı Ergenekon değil, Kontrgerilladır. Ergenekon soyut bir iddia, Kontrgerilla ise bu ülkenin tarihinin açıkça gösterdiği gibi somut bir gerçekliktir.
Aydınların ve sağlı sollu liberallerin bir bölümü Ergenekon ismini, Kontrgerilla ya da derin devletle aynı anlamda kullanmaktadırlar. Bunların önemli bir bölümünün iyi niyetli olduklarından da kuşku yok.
Ancak açık ki bu arkadaşlarımız kurulan ideolojik hegemonyanın dilini kullanıyor ve böylece tuzağa düşüyorlar. Böylece yeni hegemonyanın güçlendirilmesine katkıda bulunuyorlar.
Bu ülkede biz Kontrgerillayı tanırız. Eskisini de yenisini de…
Bu nedenle İktidarın ve Cemaatin sözcülerinin dilini kullandığımız sürece Hrant Dink cinayetinin ört bas edilmesine katkıda bulunuyoruz.
Yargıtay’ın, örgüt var gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını bozması önemli. Ancak yerel mahkemenin bütün zorlamalara karşın cinayeti Ergenekon davasına bağlayamadığı anımsandığında, yeniden yargılamada gerçek örgütü mü bulacakları, yoksa kurulan tertibe teslim mi olacakları henüz belli değil.
Bu arada, AKP ve Cemaat arasındaki kavgayı anımsadığımızda çok zayıf bir olasılık da olsa bir sürpriz bekleyebiliriz; kim bilir belki bu dava Emniyetteki Cemaat örgütlenmesine yönelik bir tasfiyenin gerekçesi haline de getirilebilir.
* Bu yazı; 13 Ocak 2013 tarihde Yurt gazetesinde çıkmış, Sol Portal ve sendika.org gibi internet sitelerinde de yayımlanmıştı.