Türkiye belki daha önce de demokratik bir ülke değildi, ama özellikle iki olgu onu kendi yurttaşlarına ve komşu halklara karşı içinde cinayetlerin de bulunduğu suçlar işleyen, terör örgütlerini destekleyen ve çağın dışına düşen bir ülke haline getirdi. Birincisi, çözülemeyen ve Türkiyenin toplumsal dokusunu ve hukuk” ya da “kanun devleti olma özelliğini çürüten Kürt sorunudur; ikincisi ise, modern cumhuriyetin ima ettiği bütün değerlere (bu değerlerden geriye ne kalmışsa) derin bir düşmanlık duyan ve önce iktidarı sonra da devleti ele geçiren siyasal İslamcı harekettir.
Birinci sorun ayrı bir yazı ve tartışma konusudur. Biz bu yazıda Kürt sorununu da içinden çıkılmaz hale getiren ikincisine, yani Türkiye’nin nasıl ve neden Siyasal İslamcı bir harekete teslim edildiğine değineceğiz.
Erdoğan-AKP iktidarı 13 yıl içinde Türkiye’yi bütün komşularıyla sorunlu, saldırgan, dünyaya yalan söyleyen, petrol kaçakçısı dinci terör örgütleriyle işbirliği yapan bir ülke haline getirdi. Dahası, islamcı terör örgütlerine silah ve üs veren, kamplarında barındıran, sınırlarından geçip komşu bir ülkenin rejimine karşı savaşmalarını sağlayan, katliamlarına göz yuman bir rejime dönüştü. Artık karşımızda gazetecileri hapseden, dürüst ve adil bir seçim yapamayan, kendi yurttaşlarına yönelik katliamları bile doğru dürüst şekilde soruşturmayan bir Türkiye var.
Bu kısa bilanço bile tablonun ne kadar vahim olduğunu göstermeye yetiyor. Türkiye bugün, deyim uygunsa bir haydut hükümet tarafından yönetilen, yurttaşlarını ve komşularını tehdit eden, öngörülemez bir ülke durumunda.
***
Peki, bağımsızlık savaşı ve saltana karşı ulusal bir devrim sonucu kurulan Cumhuriyet nasıl oldu da kendisine düşman bir gücü iktidara taşıdı? Kendisini imha edecek bu güce neden teslim oldu? Cumhuriyet bütünüyle tasfiye edilmenin eşiğine nasıl gelip dayandı? Evet, nasıl?
Hikaye aslında basit ve dramatik bir çizgide gelişiyor. Cumhuriyetin kurucu unsurları, tarihsel zayıflıkları ve sınıfsal korkuları nedeniyle, başlangıç ilkelerini terk ederek kendi devrimlerini yarı yolda bıraktılar. Bu büyük tarihsel ihanetin kaçınılmaz sonucu olarak gericilikle yeniden uzlaştılar. Daha da önemlisi, gericilikle ittifak halinde yaklaşık 70 yıldır cumhuriyetin solunu tasfiye etmekle uğraştılar. Amaçlarına belli ölçülerde ulaştılar da…
Cumhuriyetin yarattığı sermaye sınıfı, yüksek bürokrasi ve Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi devrimine ihanet eden kurucu unsurların başında gelmektedir.
Özellikle Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte Cumhuriyet adım adım kendi varlık gerekçelerinden koptu. Çünkü bu üyelik, Türkiye’nin en önemli kuruluş gerekçelerinden birini oluşturan emperyalizmle mücadeleyi onunla utanç verici bir işbirliğine dönüştürdü. Emperyalistler için itaat eden, kolay yönetilebilir, eğitimsiz ve bütün bunları gerçekleştirebilmek için de ekonomik olarak dışa bağımlı bir ülke gerekiyordu. Ekonomik bağımlılık siyasal bağımlılığı da beraberinde getirecekti. Nitekim öyle de oldu.
Zamanında ve planlı sanayileşme (ve kentleşme) bu nedenle engellendi. Köy Enstitülerinin kapatılmasının, laik eğitimin çürütülmesi ve eğitimin (hala devam eden) dinselleştirilmesinin nedeni de budur.
***
Önce bu ülkenin kültürünü, sanatını, edebiyatını, bilimini yaratan, geliştiren ve aydınlanmayı yayan solunu ve cumhuriyetin ideallerine samimiyetle bağlı aydınlarını ezme yoluna gittiler.
Oysa sol, cumhuriyeti tarihsel ve kategorik olarak daha ileriye taşımaya çalışıyordu. Solun bu iddiayı güçlü şekilde ortaya koyması, Cumhuriyetin de geriye düşmesini önlüyor ve bir denge kuruluyordu.
Bu nedenle solu tasfiye edilen Cumhuriyet bütün dengesini kaybetti ve direnme gücünü yitirdi. Sonuç olarak Cumhuriyet daha ileriye gidemeyince daha geriye savruldu.
Solu hoyratça ezen, onun gelişmesini önlemek için karşısına İslamcıları ve ırkçı milliyetçileri dikerek gericiliği ve muhafazakârlığı besleyenler, bu tutumlarının bedelini sonradan (Ergenekon, Balyoz ve benzer davaların yaşandığı siyasal süreçte) çok ağır şekilde ödediler.
Çünkü Türkiye, Sovyetler Birliği ve sosyalist dünyaya karşı kurulan NATO’ya girdikten sonra, ABD ve Batının yönlendirmesiyle solu tehdit olarak belirledi. Ordu, bu tehdit değerlendirmesine en sadık güç oldu. İki askeri darbe yoluyla solu büyük ölçüde tasfiye ettiler ve Türkiye gericiliği ile baş başa kaldılar.
Artık yalnızlardı ve üstelik kendi Cumhuriyetlerini savunacak güçleri de yoktu. Sonuçta büyüttükleri güç kendilerini tasfiye etti. Tam bir aptallık ve aymazlık haliydi.
AKP’yi iktidara getiren ve ülkenin Siyasal İslamcılara teslim edilmesine yol açan süreç böyle işledi. Türkiye radikal dincilere/mezhapçilere adeta altın tepsi içinde böyle sunuldu.
Olan Türkiye’ye oldu.
O nedenle bugün yapılması gereken iş, cumhuriyeti yeniden kurmaktır.