Anımsanacağı gibi iki gün önce dinci-faşist Yeni Akit gazetesinin ağzı bozuk, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı, ırkçı ve mezhepçi yazarı Hasan Karakayanın ölümünün ardından, Genelkurmay Başkanlığı adına ailesine ve gazete yönetimine “resmen” taziye mesajı iletildiği ortaya çıktı.
Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü, Karakayanın oğlunu ve Yeni Akit yönetimini telefonla arayarak TSK adına başsağlığı mesajı iletmişti. Haberi Yeni Akit gazetesi duyurmuş, telefonda söylenen sözler konusundaki küçük bir ihtilaf dışında, haber yalanlanmamıştı.
Genelkurmayın bu tutumu tepkilere yol açtı. Bu tutuma Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalarda yargılanan askerlerin yanı sıra TSK içinden de tepkilerin geldiği belirtiliyordu.
Peki, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu tutumu ne anlama geliyordu? Ne olmuştu da TSK komuta kademesi, kendisini de var eden değerlere küfür eden Cumhuriyet düşmanı dinci gericilerle aynı çizgiye savrulmaya başlamıştı?
Hikaye aslında basitti.
MEDRESE HARBİYEYİ YENDİ!
Türkiyenin gericiliğe teslim edilmesinde en önemli rolü oynayan güçlerden biri de Türk Silahlı Kuvvetleridir. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti yönetimi (1950-60) tarafından Türkiye’nin NATO’ya sokulmasından sonra, TSK’nın dokusu da hızla değiştirildi. Ordu nitel bir değişime uğradı. TSK, onurlu bir kurtuluş savaşı veren, Osmanlı-Türk aydınlanması ve modernleşmesinin öncü güçlerinden biri olmaktan çıkarak tutuculaştı.
Bu süreçte, 27 Mayıs 1960 müdahalesini ayrı tutarsak eğer –ki Cumhuriyet devrimini mantıksal sonuçlarına taşımak ve ona demokratik bir boyut kazandırmak için yapılan son hamledir- TSK giderek kendi ülkesini işgal eden, yurtseverlere kıyan bir sömürge ordusuna dönüştü.
Kaba bir dönemselleştirmeyle belirtirsek eğer, TSK 1940lı yılların sonlarından itibaren başta ABD olmak üzere, emperyalizmin hizmetinde girdi. Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı, sol ve devrimci çevrelerini tehdit olarak gören bir anlayışa savruldu. Solun önünü kesmek için Cumhuriyet devriminin iktidardan uzaklaştırdığı gerici güçlere yaklaştı, dahası onlarla uzlaştı. Öyle ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri solu, bu ülkenin bütün ilerici güçlerini ve –liberaller çok şaşıracak ama- halkçı ve yurtsever Kemalistleri ezerken, gericiliği ve İslamcıları ise destekledi.
İslamcılar da bu darbelerin en büyük destekçisiydi. O nedenle, Erdoğan ve AKP yöneticilerinin darbe karşıtlığı tam bir palavradır.
KENDİ SOLUNU BUDAYAN CUMHURİYET!
Cumhuriyet, neredeyse kuruluşundan itibaren sürekli kendi solunu tasfiye ederek ve kendi tarihsel düşmanlarıyla uzlaşarak bugüne kadar geldi. Laik Cumhuriyet kendisini daha ileriye taşıyacak niteliğe ve iradeye sahip solu ve devrimci kanadını tasfiye edince bütün dengelerini ve daha önemlisi gücünü yitirdi.
Sonuçta, iki-buçuk imam hatipli gelip ülkeyi teslim aldı. Medrese Harbiyeyi yendi. Böylece Abdülhamit gericiliği ve istibdat döneminden beri bu iki çizgi ve tarihsel güç arasındaki 200 yıllık mücadeleyi, Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanmasının ocaklarından biri olan Harbiye kaybetti. Cumhuriyet Devriminin önemli liderlerini çıkaran Harbiye tarihindeki bütün pırıltısını yitirdi.
TSK son bir hamleyle, 28 Şubat 1997 MGK kararları ile simgelenen bir çıkışla kendi tarihsel rotasına ve kaynaklarına dönmeye çalıştı. Ama olmadı, yarım kaldı. AKP iktidarıyla birlikte tam 60 yıldır devam eden gerici karşı devrim süreci 2007-2008 dönemecinde (Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi tertipler/davalar yoluyla) büyük ölçüde tamamlandı. Sol düşmanlığıyla formatlanan ve yıllarca en parlak evlatlarına kıyan TSK, bu basit saldırı karşısında direnemedi. Direnecek gücü bulamadı. Gülünç duruma düştü.
Cumhuriyet, saçları kesilince ya da ayaklarını bastığı topraktan kopunca bütün gücünü kaybeden mitoloji kahramanı gibiydi. Kendi solunu, aydınlarını, yurtseverleri ve devrimcileri hoyratça biçen cumhuriyet, sonunda gericiliğe karşı bütün direnme gücünü de yitirmişti.
BÖLGE GERİCİLİĞİNİN YANINDA!
Şimdi TSK, Ortadoğu’da da Cumhuriyet Türkiyesini var eden bütün ilkelere ters düşecek şekilde, bölgenin en gerici güçleriyle birlikte hareket ediyor.
İnsan boğazı kesen, Cumhuriyet Türkiyesi ve onun kurucu lideri Mustafa Kemalden nefret eden Ortaçağ artığı gerici ve mezhepçi güçleri, tekbirle insan boğazı kesen ilkel yobazları (Suriye başta olmak üzere Ortadoğuda) destekleyen bir güce dönüşmek çok dramatik bir tablo oluşturuyor.
Oysa, Tanzimattan itibaren gericilikle mücadele ederek modern kimliğini kazanan, Abdülhamit İslamcılığı ve istibdatına karşı direniş içinde şekillenen ve nihayet Kurtuluş Savaşında cumhuriyetçi kimlik edinen TSK, kendisini var eden bütün bu ilkeleri ve tarihi bir yana bırakmış görünüyor.
YENİ TÜRKİYEYE YENİ ORDU!
Dinci-faşist Yeni Akit gazetesinin yöneticisi ve yazarı Hasan Karakaya için TSK’nın taziye mesajı iletmesinin tarihsel arka planı budur. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akarın bu küfürbaz, ağzı bozuk gerici-faşist yazara özel bir yakınlık göstermesinin nedeni de bu kendi tarihine ihanet sürecinde gizlidir.
TSK’nın da varlığını borçlu olduğu bütün değerlere küfür eden Hasan Karakaya gibi birinin bugün gördüğü itibarı başka türlü yorumlamak zordur.
Nitekim, Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarından Star gazetesi yazarı Yiğit Bulut 6 Ocak tarihli önemli bir yazı yazdı. ABC dışında kimsenin üzerinde pek durmadığı önemli bir iddiayı ortaya atan Bulut, Yeni Türkiye kavramına uygun yeni bir TSK’nın ortaya çıktığını belirtiyordu. Bulut, “Bu alanda da direnenler ve yolu açmak isteyenler arasında büyük bir çatışma var ve Türkiye ne olursa olsun bu hedefe mutlaka yürüyecek” diyordu.
Bu sözlerin gerçeği büyük ölçüde yansıttığını söyleyebiliriz.
Genelkurmay’ın Hasan Karakaya için taziye telefonu açmasının arkasındaki kısa ve acıklı hikaye budur.