ABC Politik

Merdan Yanardağ
17 Ocak 2016
Email :

Büyük Alman filozofu Hegel, Fikirler dünyası değişince, gerçekler dünyası da buna direnemez ve değişir diyor.
Yani maddi yaşamda meydana gelen değişim nasıl fikirler dünyasını etkileyip değiştiriyorsa, aynı oranda bir doğrudanlık ilişkisi olmasa bile bunun tersi de doğrudur.

Ancak, maddi yaşamdaki değişim nasıl ki eş zamanlı olarak fikirler dünyasında hemen köklü değişimlere yol açmıyorsa, bunun tersi de geçerlidir. Maddi dünya, fikirlerin değişimine daha çok direnme eğilimindedir.

İşte böyle tarihsel dönemeçler çok katlı ve çok yönlü krizler üretir. Siyasal bakımdan sancılı ve çatışmalı süreçlerdir.
Örneğin egemen bir sınıf, siyasal ve ideolojik olarak birleşmiş bir ekip ya da bir çıkar ve rant koalisyonu tarihsel ömrünü doldurduğu halde, ülke yönetimini ellerinde tutmayı sürdürebilir. Tarihsel ömürlerini tamamladıkları halde siyasal ömürlerini uzatmaya çalışabilirler. Tarihin akışına, toplumsal gelişim ve ilerleme yasalarına, halkın değişim istemine direnebilirler. Bu çatışma, oy oranlarıyla ölçülecek niceliksel bir kirize değil, niteliğe ilişkin bir gerilime işaret eder. Derin bir siyasal ve tarihsel yarılmaya yol açar.

Böyle dönemlerde egemen güçler ülkeyi ve toplumu eskisi gibi yönetmekte zorlanır. Yönetme yeteneklerini hızla yitirirler. Bu durum ulasal ölçekte derin bir kriz demektir. Fikirler dünyası değişmiş, dönemin egemen güçleri ideolojik ve felsefi savaşı kaybetmiş, ancak maddi dünya ve siyasal yapı aynı kalmıştır. Bu durum sürdürülemez.
Bu kriz uzadığı, ilerici çözüm ve dönüşüm geciktiği (yönetilenler eskisi gibi yönetilmeye itiraz etmediği) taktirde ülke çözülmeye, toplum çürümeye, değerler yozlaşmaya ve ahlak çökmeye başlar. Çözüm gericilik olarak gelir. Tarih acı çeker.

* * *

Açık ki; Siyasal İslam, bütün dünyada tartışılmaz ve yüz kızartıcı bir başarısızlığa uğradı. Bütün hipotezleri, tarih ve yaşam tarafından yanlışlandı. Kendi Ortaçağını aşamayan Emevi İslamcılığının tarih dışına düştüğü tartışmasız şekilde ortaya çıktı.

Örneğin bu dünyada, yüksek ya da düşük yoğunluklu Suudi yobazlığının veya IŞİD ilkelliğinin bir geleceği olabilir mi?

İşte Erdoğan-AKP iktidarı bu konuda direniyor. Emevi dinciliğinden yeni bir gelecek projesi çıkarmaya, Ortaçağ yobazlığını ihya etmeye ve bugünün dünyasında bir yer açmaya çalışıyor. Batının kültür ve bilimini reddederek onun teknoloji ve fenini alarak gelişeceğini, böylece yeni bir uygarlık alaşımı yaratacağını sanıyor. Batı uygarlığını, onun teknoloji ve bilimini yaratanın onun kültürü olduğunu anlayamıyor. Çünkü kültür denilince sadece din anlıyor. O dini de Ortaçağ doğmalarından ibaret sanıyor.

Çaresiz bir durum. Söz konusu tarih ve uygarlık hipotezi, bu topraklarda 200 yıldır denenen ama her defasında hüsranla sonuçlanan bir iddiadır.

Diğer taraftan, bu yaklaşımın bir sentez yaratma, yani Doğunun görkemli tarihsel ve kültürel birikimini içerecek yeni bir uygarlık projesi geliştirme iddiasıyla da bir ilgisi yoktur. Çünkü, Emevi İslam’ın İmam Gazali’nin açtığı kapıdan girdiği, haddinden fazla uzayan ve hala aşılamayan karanlık Ortaçağını referans alan dinciliğin böyle bir yeteneği bulunmuyor.

Sonuç olarak, fikirler dünyası çoktan değiştiği halde, Erdoğan-AKP iktidarı 200 yıldır Emevi yobazlığını –ki Türkiye’de siyasallaşmış İslamcılık budur- güncellemeye çalışan anlayışı ısrarla sürdürüyor.

* * *

Son çözümlemede taşra sermayesi ve dinci tüccar sınıfının servetten ve iktidardan daha çok pay alma aracı haline gelen; bir tür sermaye biriktirme yöntemine dönüşen Siyasal İslamcılık, büyük bir ülke ve kültürü tarihsel ilerleme yatağından koparmaya çalışıyor. Bu amaçla parlamenter yol ve yöntemleri ahlaksızca kullanıyor.

Bu ülke ve toplum böyle şiddetli bir gerilim ve çatışma içinde yoluna devam edemez. Edemiyor da…

Eğer bu ısrar devam ederse ya Türkiye bütünüyle çağından koparak kendi içine kapanacak ve en iyi olasılıkla yeni bir Pakistana dönüşecek ya da bu ablukayı kırarak yeniden tarihsel ilerleme yatağına dönecektir. Toplumun önünde başka bir yol yok.

Çünkü Siyasal İslamcı Erdoğan-AKP iktidarı, modernite ve aydınlanmaya direnen, pre-modern, yani Ortaçağ’a ait bir anlayışın siyasallaşmış ifadesidir. Değişimin (toplumsal ve tarihsel ilerlemenin) sadece kapsamına değil, kendisine itiraz eden, derin bir eziklik duygusu içindeki, geri ve kompleksli bir kasaba yobazlığının iktidarı eline geçirme durumu ile karşı karşıyayız.

Bu anlamda AKP iktidarı, yönetimde oyuncu/kadro değişimine değil, bütün uygulamalarıyla kökten bir senaryo değişimine işaret etmektedir.

Yani karşımızda, sıradan sağcı ya da muhafazakar bir parti ve iktidar değil, dinci faşizan rejim kurmak isteyen sistem dışı bir hareket bulunmaktadır. Üstelik bu parti sadece iktidarı değil, devleti de ele geçirmiş durumdadır.

Dolayısıyla bu parti ve iktidara karşı, ancak bu somut durumu dikkate alan çok yönlü ve çok katlı (ideolojik, siyasal, kültürel, felsefi ve toplumsal pratik düzlemlerinde) devrimci bir mücadele yürütmek gereklidir. Başka bir yol ve yöntemle bu kavgayı kazanmak mümkün değildir.

O nedenle, bugün ihtiyacımız olan şey demokrat olmak değil, yeniden devrimci olmaktır.

CHP Kurultayı’nın toplandığı bu hafta ülkeye ve yaşama böyle bir perspektiften bakmak lazımdır.