HDP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş geçen Cuma günü (4 Kasım 2016) dayanışma amacıyla geldiği Cumhuriyet gazetesinin önünde önemli bir konuşma yaptı. Haziran Hareketinin, Cumhuriyete yönelik gerici operasyonunu protesto etmek için düzenlediği etkinliğe partili arkadaşlarıyla katılan Erbaş, Karşılıklı ideolojik ön yargıları ve kabulleri aşarak, AKP iktidarının saldırılarına karşı birlikte direnmek gerektiğini ısrarla vurguladı.
Gazetenin önündeki topluluğun büyük bölümünün CHP’liler, Haziran Hareketi taraftarları ve ADD gibi örgülerin üyelerinden oluştuğu düşünülürse eğer, bu konuşmanın içeriği kadar yapıldığı yer de önem kazanıyordu. Erbaşın konuşması uzun, acılı ve bu toprakların ilerici güçleri için maliyeti çok yüksek olan bir sürecin sonuna gelindiği izlenimini yaratıyordu. Kürt sorununu, Türkiye gericiliği ve Siyasal İslamcılarla çözme girişiminin, dolayısıyla ülkenin aydınlanmacı-laik geleneği ve ilerici güçlerine sırtını dönme siyasetinin iflas ettiğini gösteriyordu.
Erbaşın konuşması bu durumun yetkili bir ağız tarafından ilan edilmesiydi. Umarız böyledir ve dostlarımız bizi bir kez daha yanıltmaz. Çünkü, büyük Gezi/Haziran Direnişi sırasında, Kürt Hareketi, sırf iktidardalar diye, gericilerle çözüm konusunda ısrar ettiği için Tük halkını, emekçileri, devrimcileri ve solu yalnız bırakmıştı. Gericilik yerine cumhuriyetçi ve aydınlanmacı güçlerle geliştirilecek bir çözüm siyaseti, eğer Kürt Hareketinin perspektifinde olsaydı, belki de bugün AKP gibi bir sorunumuz olmayacaktı.
Kürt sorununda ilerici ve gerici çözümü üzerine, henüz Gezi direnişinden önce ve AKP ile PKKnın çözüm muhabbeti doruktayken (2013te) üst üste bir dizi yazı kaleme almıştım. Bu yazılar üzerine Halkevlerinin yine 2013 yılının başlarında, Sarıyerde düzenlediği bir panelde bu perspektifi Sabahat Tuncel, Ferda Koç, İlhan Cihaner ve Ergin Yıldızoğlu ile birlikte tartışmıştık. Bugün, AKP’nin Kürt hareketini yüzüstü bıraktığı, yönetici ve milletvekillerini tutukladığı, kentlerini yıktığı, 10 ayda 7 binden fazla insanın öldürüldüğü koşullarda bir kez daha ele almakta yüksek yarar görüyorum.
* * *
Kürt sorununa ilişkin iktidar tarafından 2010 yılında kapsamı tam olarak bilinmeyen, içeriği resmen açıklanmayan bir açılım ve çözüm projesi ortaya atıldı. Şimdi bu açılımdan da çözüm süreci”nden de eser yok. Neredeyse arkasında hiçbir iz bırakmadan ortadan kalktı. Yeniden kanlı bir çatışma ve kaos dönemine girildi. Aralarında HDP Eşbaşkanları ve milletvekillerinin de bulunduğu Kürt siyasetçiler tutuklandı.
Anımsanacağı gibi AKP, Oslo görüşmelerini gizli kapaklı yürütmüştü. İktidar aynı şeyi başlangıçta İmralı görüşmeleri sırasında da yaptı. Oysa ana muhalefet partisi CHP, akan kanın durdurulması ve Kürt sorununun çözülmesi için İmralı görüşmeleri konusu dahil hükümete açık kredi verdiğini açıklamıştı. Bu, büyük bir şanstı. Yapılması gereken şey, konuyu açıklıkla ve kamuoyu önünde tartışmak, toplumu sürece dâhil etmekti. Yapılmadı. Tam tersine iki yüzlü, yalana ve riyaya dayalı takiyeci bir siyaset izlendi. İhanete açık bir yoldu bu, nitekim öyle sonuçlandı.
Çünkü AKP İktidarı, Kürt sorununun gerçek bir çözümünden çok, esas olarak Kürt hareketini Türkiye’nin gerici dönüşüm projesinin bir parçası haline getirmeye çalışan, dinsel referanslara dayalı aldatıcı bir siyaset izliyordu.
Elbette bir hükümetin PKK ile resmen görüşmüş olması önemliydi. Örneğin Oslo görüşmeleri resmi değildi. Bu nedenle olsa gerek, görüşmeler ortaya çıkınca Hükümet arkasında duramadı ve kıvırma manevraları yaptı; devlet görüşür ama hükümet görüşmez gibi tuhaf ve saçma açıklamalar bile yaptı. Nitekim sonunda Erdoğa’nın ağzından bu görüşmelerin resmen yapıldığı inkar edildi ve adına, Dolmabahçe Mutabakatı denilen deklerasyon yok sayıldı.
Neredeyse bütün HDP milletvekillerinin özel izinle İmralıda görüştüğü Abdullah Öcalan ise yeniden tecrite alındı.
***
Bugünkü programı ve görüşleri ne olursa olsun, PKK sol bir kültürden gelen, Kürt yoksullarına yaslanan, geleneksel aşiret düzeninin dışında oluşmuş, başlangıçta Kürt aristokratlarına karşı açık tutum alan ve bu feodal güçlerle çatışan bir örgütsel geleneğe sahiptir. PKK üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamı Türkiye sosyalist hareketinden gelmektedir.
Bu yanıyla Kürt Hareketi, Türkiye aydınlanması ve Cumhuriyet devriminin hem bir ürünü hem de onunun ezilen ulus kimliği üzerinden radikal bir eleştirisidir. PKK Ortadoğu’nun tek laik Kürt örgütüdür. Son yıllarda ciddi kırılmalara uğrasa da, aydınlanmacı bir çizgi izlemektedir. Bölgedeki feodal yapı üzerinde fiilen çözücü bir etki yaratmıştır.
Ancak PKK, sosyalist sistemin çözülmesinden sonra programında önemli değişiklikler yaparak, kuruluş ilkelerini ve başlangıç programını geri çekmiştir. Dolayısıyla zaman içinde PKK’nın milliyetçi karakteri öne çıkmış ve belirleyici hale gelmiştir.
PKK, 2000lere gelindiğinde ise çizgisinde bir kez daha köklü değişiklikler yaptı. Örneğin, Türkiye’den ayrılmak istemediğini, üniter (tek ve merkezi) devletten yana olduğunu, Türkiyelilik tanımını kabul ettiğini, Kemalizm’i kültürel ve birleştirici bir üst kimlik/anlayış olarak benimseyebileceğini açıkladı. Bu görüşler, ilk önce Öcalan’ın savunmasında yer almıştı, arkasından örgüt geldi. Ancak daha önce bu konuda fikri bir hazırlık yapıldığı anlaşılıyordu.
Bu yaklaşım ve değişim, Kürt hareketini sistem güçlerine yaklaştırdı. Ancak, bu gelişme çelişkili, inişli çıkışlı ve tutarlılıktan yoksun bir süreç olarak işledi.
* * *
Diğer taraftan PKK ve Kürt hareketi, hızla Türkiye’nin 200 yıllık tarihsel bir oyluma sahip ilerici birikiminden, cumhuriyetçi ve aydınlanmacı geleneğinden de uzaklaştı. Soldan koparak bütün sınıfsal taleplerini geri çekti. Geriye -Kürt hareketinin- milliyetçi taleplerinden başka bir politik program kalmadı.
Bu durum Kürt hareketinin gericilik, yükselen yeni sermaye güçleri ve emperyalizm (özellikle ABD emperyalizmi) ile bir çözüm arayışına girmesi için zemin yaratıyordu. Birinci Cumhuriyeti tasfiye eden AKP’nin Türkiye’nin gerici-faşizan dönüşümünü tahkim etmek (yerleştirmek, güçlendirmek), yeni anayasaya (başkanlık rejimi) destek sağlamak ve başta Suriye’de olmak üzere bölgesel hedeflerine ulaşmak için Kürt hareketini yedekleme operasyonu için de şartları hazırlıyordu. Nitekim Erdoğan-AKP iktidarı, PKKnın açtığı bu çok değerli krediyi sonuna kadar kullandı.
* * *
Elbette silahların susması ve akan kanın durması çok önemlidir. Ancak, Kürt siyasal hareketi artık bir yol ayrımındadır. Kürtler, ya kendisini yeniden Türkiye’nin ilerici güçleri ve aydınlanmacı birikimi ile ilişkilendirerek bu ülkenin geleceğinde devrimci bir rol oynayacak ya da emperyalizm ve gericilikle işbirliği yaparak Türkiye’nin tarihsel kazanımlarının tasfiye edilmesine katkıda bulunacaktır.
Yaşanan bunca acı ve yıkımdan sonra, bu tarihsel dönemeçteki ikilem budur.
Bilinmelidir ki, başta sol ve cumhuriyetçiler olmak üzere, Türk halkının desteği ve işbirliği sağlanmadan Kürt sorununu demokratik, adil ve onurlu bir zeminde çözmek mümkün değildir.
Altını çizerek vurgulayalım; Türkiye’nin Batısında, Kuzeyinde, Güneybatısında ve Kuzeydoğusunda gerici-faşist bir diktatörlük kurulurken, Güneydoğusunda özgürlük ve demokrasi olamaz. Belki bu yolla da Kürt sorunu çözülür çözülmesine ama, bu tıpkı Iraktaki gibi emperyalist ve gerici çözüm olur.
Bu nedenle Kürt siyasal hareketi, Türkiye’nin ilerici tarihsel birikimiyle yeniden buluşmalı, sol ve cumhuriyetçi güçlerle ortak bir çözüm için mücadele etmelidir. Birliği ve kardeşliği yeniden tesis edecek biricik çözüm yolu budur.
AKP ile çözüm aramak, Türkiye’yi gericiliğe ve faşizme teslim etmek demektir. Bundan da kimseye hayır gelmeyeceği yeterince görülmüştür. HDP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaşın Cumhuriyet gazetesinin önündeki konuşması bu bakımdan umut vericidir.
Not: 8 Ocak ve 25 Şubat 2013 tarihleri arasıda sendika.org sitesinde de yayımlanan yazılarımda bu konuyu kapsamlı bir şekilde ele almıştım.