Türkiye kendi kaderini yeniden çizeceği tarihsel bir kavşağa doğru ilerliyor. Ülke bir yandan mezhepçi-faşist diktatörlük tehdidinden kurtulmanın eşiğinde gelirken, diğer yandan 15 Temmuz (2016) kalkışmasının başarısızlığa uğramasını fırsata çeviren iktidarın, kendi darbesini derinleştirme girişimiyle yüz yüze bulunuyor.
Tayyip Erdoğan yönetimi kurucu bir irade gibi hareket ederek kendi rejimini kurmaya çalışıyor. Darbecilere karşı mücadele gerekçesiyle 20 Temmuzda (2016) bütün ülkede Olağanüstü Hal (OHAL) ilan eden AKP iktidarı, ilerici muhalefet odaklarını tasfiye etmeye yöneliyor.
Diğer taraftan, bugün toplumun önüne tarihsel bir fırsat çıkmış durumda. Erdoğan-AKP iktidarı kendi oyununda yenilgiye uğrama olasılığıyla karşı karşıya. Eldeki bütün veriler, AKP iktidarının başkanlık referandumunu kaybedeceğini gösteriyor. Daha doğrusu, eğer muhalefet tarafından çok büyük bir hata yapılmaz, bugünkü koşullarda dramatik ve sert bir değişim meydana gelmezse Erdoğan-AKP iktidarının yenilgiye uğraması kaçınılmaz görünüyor.
Bir tarihsel kader anına doğru sürüklenen toplum bu nedenle yeniden bölünüyor. Bugün saflaşma cumhuriyetçilerle saltanatçılar, dincilerle aydınlanmacılar, gericilerle ilericiler, yobazlarla laik dindarlar, Siyasal İslamcılarla modernleşmeciler, ümmetçilerle ulusalcılar, işbirlikçilerle yurtseverler ve faşistlerle demokratlar arasındadır. Türkiye solu her eğilim ve rengiyle ikinciler arasındadır. Sol, bu mücadeleyi bütün mantıksal ve tarihsel sonuçlarına taşıyacak tek güçtür.
Aslında ülke, yüz yıldır tamamlayamadığı hesaplaşmanın yeniden görüleceği bir dönemeçte bulunuyor. Yarım kalan bir hesaplaşmadır bu. Cumhuriyet devrimine ihanet edenlerin birikimli olarak ülkeyi getirdiği yer ne yazık ki burasıdır. Bu tablo, Cumhuriyet devriminin iktidardan indirdiği Ortaçağ artığı güçler ve kurumlarla ideolojik ve tarihsel bakımdan hesaplaşmak yerine uzlaşmasının yarattığı bir sonuçtur. Bu yeniden hesaplaşmanın sonucuna göre, toplum ya Ortaçağ’ın değerler dünyasına iade edilecek ya da yeni bir başlangıç yapma şansını yakalayacaktır.
Bu nedenle topluma dayatılan yeni başkanlık anayasasına hayır diyen cephe, kendi içinde bütünlüğü olmayan bir genişliğe sahiptir. Sınıfsal değil ulusal ve felsefi bir karaktere sahiptir. Öyle ki, ülkücülerden Kürt siyasal hareketine, solun her kesiminden bazı merkez sağ ve İslami gruplara kadar uzanan hayli geniş bir hayır cephesi söz konusudur.
Erdoğan-AKP iktidarının temsil ettiği gerici-faşizan cephe bu kavgayı kaybedecek gibi görünmesine karşın, böyle mutlak bir kesinliğin bulunduğunu söyleyemeyiz. Mücadelenin bıçak sırtında ilerlediği açıktır. İktidar, referandumu kaybetmemek için elinden geleni yapacak, hiçbir hukuk ve ahlak sınırını tanımayacaktır.
Çünkü AKP’nin kaybetmesi, sadece dinci bir iktidarın devrilmesine değil, 70 yıldır süren pasif karşı devrim dalgasında köklü bir kırılma anlamına gelecektir. Gerici cephe ve iktidarın çözülmesine yol açacaktır.
Bugün can alıcı soru şudur; kaybetmenin bir felakete yol açacağı bu mücadeleyi kazanmak için neler yapılmalıdır? Hayır cephesinin kaybetmesine yol açacak olası hatalardan nasıl kaçınabiliriz?
Yanıtları şöyle sıralayabiliriz:
1- Öncelikle bir saptama yapmak gerekiyor; bu referandumu kazanmak, bütün kötülüklerin son bulması, gericiliğin tamamıyla tasfiye edilmesi, özgürlük ve adaletin sağlanması anlamına gelmeyecektir. Ancak bu referandumu kazanmak, dinci-faşist bir diktatörlük girişimini bozguna uğratacaktır. Toplumun ve insan aklının bir önceki çağa iade edilmesini önleyecektir. Daha da önemlisi, ülkenin kendisini yeniden kurması için taze bir başlangıç oluşturacaktır. Bu da sandığa gitmek ve hayır demek için yeterli bir gerekçedir.
2- Başkanlık anayasasına hayır diyen her kişi, çevre, grup, akım, siyasal hareket ve parti kendi meşrebince, kendi siyasal programı doğrultusunda, kendi inançları ve gerekçeleri ile kendi kampanyasını yürütmelidir. Formel (biçimsel-örgütsel) bakımdan bir blok ya da cephe oluşturma girişimi ya da zorlaması, gerçek saflaşmanın bozulmasına ve gündelik hesapların devreye girmesine yol açacaktır. Böyle bir gelişme referandumu kaybetmek demektir.
3- Kamuoyu araştırmalarına göre kararsızların sayısı halen çok yüksek ve sandığa gitmeyeceklerini söyleyenlerin oranı da her geçen gün artıyor. Böyle bir gelişme diktatörlüğe evet cephesinin kazanması demek. Çünkü yine bu araştırmalara göre, sandığa gitmeyeceklerini belirtenlerin yaklaşık yüzde 80i başkanlık anayasasına hayır deme eğiliminde. Kararsız olan ve sandığa gitmeyeceğini belirten kesimler, nasıl olsa sonuç değişmeyecek, iktidar bir yolunu bulacak ve yine evet diyenlerin kazanmasını sağlayacak diye düşünüyor. En büyük yanlış budur. Çünkü bu tutum, hileyi ve sandık sahtekarlığını önlemek için çalışmak ve mücadele etmek yerine yenilgiyi baştan kabul etmek demektir.
4- Yukarıdaki (3üncü maddedeki) saptamaya bağlı olarak ortaya çıkan başka bir durum da şöyledir: referandumda hayır diyeceğini belirtenlerin yaklaşık yüzde 70i evet diyenlerin kazanacağına inandığını belirtiyor. Bu ruh hali esas olarak evet cephesine hizmet ediyor. Çünkü bu olguyu saptayan araştırmanın kendisi, hayır cephesinin yüzde 52 ile kazanacağını ölçüyor. Yani hayır diyecekler kazanmış durumda ama, onlar evet cephesinin kazanacağını sanıyor. Ortada böyle tuhaf bir tablo var.
5- Hiç kuşku yok ki, eğer yukarıda (4üncü maddede) belirtilen duygu yaygınlaşırsa Erdoğan-AKP iktidarı kazanacaktır. Bu nedenle katılımın yüzde 85in üzerinde olması ve bütün muhaliflerin sandığa giderek oyunu kullanması gerekiyor. Kötümserliğin beslediği rehavet bu tarihsel eşikte teslimiyet ve yenilgi demektir.
6- Bilinmelidir ki, hayır cephesinin kazanması kararsız ya da sandığa gitmeme eğilimindeki kesimlerin oylarını kullanmasına bağlı. Bu nedenle, radikal sol bir tutum gibi görünen referandumu boykot etme tavrı da bütünüyle evet cephesine hizmet edecek bir teslimiyet çizgisidir. Bilinmeli ki, siyasal iktidar da muhalifler arasında boykot taktiğinin yaygınlaşması için elinden geleni yapacaktır.
7- İktidar kaybedeceğini anlayınca referandumu iptal etme ve fiili durumu sürdürmenin yollarını arayacaktır. Bu nedenle tehdit, şantaj, her türden kirli provokasyon ve polis-adliye baskısı gibi araç ve yöntemleri kullanacaktır. Örneğin, toplumu şok edecek bir katliam, sabotaj ya da suikast referandumun iptal edilmesi için kullanılabilecektir. Bu nedenle, referandum sürecinde meydana gelecek her tür terör eyleminden hükümet sorumlu olacaktır. Muhalefet çevreleri bu durumu ilan etmeli ve halka açıklamalıdır.
8- Yaygınlık kazanan başka bir yargı da, AKP iktidarının her halükarda hile yapacağına olan inançtır. Anlaşılır bir tutumdur. AKP’nin daha önceki seçimlerde hile yaptığına inanan yurttaşlar, yine aynı şeyin tekrarlanacağına inanıyor. Bu inançta olanların bir kesimi bu nedenle sandığa gitmenin gereksiz olduğunu belirtiyor. Oysa bu referandumda hile yapılması çok zor. Basılı tek oy pusulası bulunacak ve seçmenler bunlardan “Evet” ya da “Hayır” sayfasına “Tercih” mührünü basıp zarfa koyup sandığa atacak. Ayrıca bu kez toplumsal duyarlılık çok daha yükselmiş durumda ve sandık denetimi öncekilere göre daha etkin bir şekilde yapılacak. Örneğin CHP paralel bir sayım merkezi kurmuş durumda.
9- AKPde örgütsel ve siyasal bir çözülmenin başladığı, MHPnin parçalanma sürecine girdiği gözleniyor. Bir önceki seçimde bu partilere oy veren yurttaşların önemlice bir bölümünün hayır oyu vereceği anlaşılıyor. Laiklik, Cumhuriyet ya da Mustafa Kemal ile sorunlarının bulunmadığını belirten AKP’li (yüzde 25-30 civarında) ve MHP’li (yüzde 60-70 civarında) seçmenin vereceği oylar sonucu belirleyecektir. Ülkenin selameti için bu iki partideki hayırcı eğilim teşvik edilmeli, bu kesim itilmemelidir.
10- İktidar baskı ve tehditle hayırcı toplum kesimlerini sindirmeyi deneyecektir. Bu baskılara karşı direnmek ve geri püskürtmek gereklidir. AKP iktidarı, referandumu kaybederse dağılarak çökecektir. Öncelikle gündelik ve basit çıkarları nedeniyle iktidar partisinin çevresinde bulunanlar onu terk edecektir. İktidar için güven oylaması niteliğini kazanan referandumdan çıkacak olumsuz bir sonuç karşısında AKP iktidarı direnecek gücü bulamayacaktır. Referandumun burun farkıyla bile kazanılması, bütün taşların yeniden dizilmesine yol açacak bir alt-üst oluşla sonuçlanacaktır. Bu da ülke için hayırlı bir durumdur.
Sonuç olarak ikilem şudur; referandumda ortaya çıkacak sonuç, ya yeni bir başlangıç için Türkiye’nin yolunu aydınlatacak ya da geleceğini karartacaktır.