ABC Politik

Merdan Yanardağ
28 Nisan 2018
Email :

Türkiye, hızla yeni bir hesaplaşma eşiğine doğru sürükleniyor. İktidara el koyan siyasal İslamcı kadro, adeta ülkenin boğazını sıkıyor. Toplum bütün ilerici kazanımlarını terk etmeye zorlanıyor. Ülke, bilgisiz ve görgüsüz bir siyasal kadronun, kasaba yobazlığının tacizi altında bunalıyor. Fethullahçı çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimini fırsata çeviren Erdoğan-AKP iktidarı, Siyasal İslamcıların bütün fantastik tezlerini yaşama geçirmeye çalışıyor. Yıkıcı bir kasırgaya dönüşme potansiyelini içinde taşıyan ekonomik kriz kapıda bekliyor.

İşte bu siyasal atmosferde toplum, kaderinin yeniden belirleneceği bir baskın seçime gidiyor.

Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise yüksek… Toplum ya 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecek.

Türkiye geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinin eleştirisini tamamlayamamış hiç bir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, bu anlamda demokratikleşmesi ve kapitalizmin kültürel zeminini oluşturması mümkün değildir. Bir ülkenin yoluna böyle bir yükle devam etmesi ise imkansızdır. Eğer Türkiye bu hesaplaşmayı tamamlayamaz ve bu yükten kurtulamazsa, hibrit bir rejime ve topluma dönüşerek –ki bu dönüşüm aslında bir ölçüde gerçekleşmiştir- bütünüyle Pakistanlaşacaktır.

Bu nedenle, 24 Haziran 2018 tarihinde, yani yaklaşık iki ay sonra yapılacak milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. Siyasal İslamcı iktidar, Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamayı, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurmayı amaçlıyor.

Dolayısıyla bu hesaplaşma eşiği, görünenin ötesinde çok daha derin bir anlam kazandığı gibi, ucu iç savaşa kadar açılacak bir çatışma potansiyelini de içinde taşıyor. Bu bakımdan, önümüzde siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

Öncelikle belirtelim ki, eğer gereği yapılırsa, doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse siyasal islamcı hareketin bir başarı şansı bulunmuyor. Büyük bedeller ödense de toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkansız görünüyor. Ancak, gereği yapılabilirse.. Bu cümlenin şartlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Sözünü ettiğim o “gereğin” ne olduğunu aşağıda açacağım…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Gerçekte uzun sayılabilecek bir süredir (yaklaşık üç yıldır) siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu bir ölçüde başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan alıyor. Ancak, bu konum önemli olsa da, AKP iktidarının asıl güç kaynağını açıklamak için yeterli görünmüyor. Çünkü, AKP iktidarı asıl gücünü, kitle tabanından ve daha çok muhalefetin güçsüzlüğünden alıyor. Muhalefetin dağınıklığı ve ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyor.

Durum tıpkı, Karl Marx’ın 1853ten itibaren New York Daily Tribune gazetesine Doğu Sorunu” hakkında yazdığı, Osmanlı toplumundaki modernleşme ve reform girişimleri ile Osmanlı-Rus savaşları konusundaki makalelerinde analiz ettiği duruma benziyor. Rus gericiliği ve Avrupa’nın sömürgeci saldırganlığına karşı Osmanlı-Türk modernleşme girişimini destekleyen Marx, Osmanlı devrimci-demokratlarından öncelikle Code Civili yani Medeni Kanunu çıkarmasını öneriyor. Çünkü, kapitalistleşmenin önünü açarak modern sınıfların doğuşunu hazırlayacak böyle bir anayasal düzenleme, Osmanlı ülkesini hızla Batılı ülkelerin seviyesine yaklaştıracaktır. Devrimci demokratların Sultan (özellikle Abdülhamit) karşısındaki ikircikli tutumuna dikkat çeken Marx, Mithat Paşayı destekliyor ve onu cesaretlendirecek önerilerde bulunuyor. Marx, büyük tarihsel eşikler ve toplumların kaderinin belirlendiği dönemeçlerde, Ulusuna önderlik edemeyen liderler ve siyasal hareketlerin o ulusların geleceklerinde de rollerinin olmayacağını belirtiyor. (Bkz. Marx-Engels, Doğu Sorunu /Türkiye, Çeviren: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, S.120-200 arasındaki makaleler)

Nitekim tarihin seyri Marx’ın belirttiği yönde gelişiyor, 1876’da çıkarılan Kanuni Esasi (Esas Kanun / Anayasa) eşit yurttaşlık ve seküler hukuk düzeni konusunda büyük bir ileri adım oluşturmasına karşın, Jöntürklerin radikal adımlar atmaktaki tereddütleri nedeniyle mantıksal ve tarihsel sonuçlarına taşınamıyor ve başarılı olamıyor. Abdülhamit 1877 yılında Meclisi Mebusan’ı kapatıyor, reformcu Sadrazam Mithat Paşayı önce Yıldız Sarayının bahçesine kurduğu uyduruk çadır mahkemesinde yargılayarak Taife sürgüne gönderiyor, sonra da Taife gönderdiği cellatlara onu boğduruyor. Osmanlı reformcularının toplumun/ülkenin kader anında (örneğin Osmanlı-Rus savaşında) ona gereğince önderlik edip, tarihin çağrısına uygun bir mücadele tarzını geliştirememeleri, 33 yıllık karanlık ve despotik bir döneme girilmesine yol açıyor.

HER ZEMİNDE HESAPLAŞMAK!

Gücünü esas olarak muhalefetin yetersizliklerinden alan Erdoğan yönetiminin bir dizi siyasal manevra ile son üç yıldır iktidarda kalmayı başardığını söyleyebiliriz. Oysa Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler değişmiş durumda. Erdoğan ve Siyasal İslamcı ekibinin bu nesnel gerçekliğe daha fazla direnmesi mümkün görünmüyor. Ancak, öznel durum ile nesnellik arasında derin bir mesafe bulunuyor. İşte bu mesafeyi, 24 Hazirandan önce kapatmak, ülkenin bu kader eşiğinde halka kararlılık ve cesaretle önderlik yapmak gerekiyor.

Bu nedenle asıl yakıcı sorun, Türkiye’nin cumhuriyetçi, laik ve demokratik seçeneğini oluşturmaktır. Eğer, ilerici ve halkçı bir seçenek oluşturulamaz ise, toplumun geniş bir kesimi diğer seçeneklerden birini, örneğin İyi Parti lideri Meral Akşener’i destekleyecektir.

Çözüm, Erdoğan ve AKP karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. Gerektiğinde kavga etmeyi göze alan, kararlı, topluma güven veren etkili bir muhalefet gerekiyor. Cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir muhalefet… Bu seçeneği, seçimleri aşan bir perspektifle oluşturmak ise tarihsel bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.

İlerici muhalefet güçleri, eğer bu tarihsel hesaplaşma eşiğinde topluma önderlik yapamaz ise, bu ülkenin geleceğinde de hiçbir rolleri olmayacak demektir. Aynı şey, siyasal liderler için de geçerlidir.

Bu nedenle, önümüzdeki seçimlerde hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına bir kez daha asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala bir suçtur. Bu unutulmamalıdır. Olasılıklardan biri de seçimleri iptal etmektir. Dolayısıyla böyle olasılıklara karşı hazır olunmalı, ülkeyi iç savaşa sürüklemeyi bile göze alan bir güce karşı, aynı şekilde mücadele etmeye ve her düzeyde hesaplaşmaya hazır olunmalıdır.

Dolayısıyla muhalefet alanının en büyük cumhuriyetçi gücü olarak CHP, gecikmeden tarihsel, siyasal ve ideolojik bakımdan geleneğini temsil eden, başka bir ifade ile hiçbir tartaşmaya yol açmayacak nitelikle, kamucu ve topluma güven veren bir aday çıkarmak zorundadır. Tıpkı İyi Parti ve lideri Meral Akşener gibi davranmalıdır. Eğer CHP,  Erdoğan’ın karşısına yine sağdan gelen ve muhafazakar bir aday çıkarırsa, bırakın tarihsel bir hesaplaşma eşiğinde ulusa önderlik etmeyi, temsil ettiği bütün değerlere aykırı davranmış olacaktır.

Aynı şekilde CHP dışı sol da bütün koşulları zorlayarak mutlaka ilk tura sosyalist bir adayla katılmalı, siyasal çalışma yapmalıdır. Sosyalistler toplumu seçeneksiz, sokakları boş bırakmamalıdır. İkinci turda ise, İslamcı hareketin ülkeyi ve toplumu fethetme sürecinde kırılma yaratacak, ilerici güçlere toparlanma olanağı sağlayacak adımlar atmaktan korkmamalıdır. Sol, hem çamurda oynayıp hem de “cicilerim kirlenmesin” demek gibi bir tutuma savrulmamalıdır. İkinci tura kalan muhalif aday kim olursa, ona eleştirel ve mesafeli de olsa destek vermekten kaçınmamalıdır.

KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ

Her muhalif parti (eğilim, güç vb) ilk turda kendi programı temelinde siyasal çalışmasını yapmalıdır. Kamuoyu araştırmaları ve gözlemlerimiz gerici-faşizan AKP-MHP blokunun ilk turda seçimi kazanamayacağını ortaya koyuyor. Bu durumda, ikinci tura kalacak muhalif aday kim olursa olsun, onun çevresinde iktidar karşıtı bir blok oluşturmak hem mümkün hem de kolay olacaktır. Bu aday Meral Akşener olsa bile… Çünkü, önemli olan şey, Erdoğan-AKP iktidarının, siyasal islamcı hareketin momentumunun* kırılmasıdır. Ülkeyi uçurumun kenarından çekip almaktır. Toplumsal muhalefet güçlerinin bütünüyle ezileceği bir gidişi ve karşı devrim sürecini durdurmaktır. Bu olanak vardır.

Diğer taraftan çok açık ki, Erdoğan ve kadrosu iktidarı kaybetmekten fena halde korkuyor ve bu nedenle kolay kolay pes etmeyecektir. Çünkü, ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşma olasılığı çok yüksek ve bunu kendileri de bilmektedir. Bu nedenle, Erdoğan ve kadrosu, geleceklerini güvenceye alacak bu seçimi kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaktır.

AKP’nin yolun sonuna geldiği, dirense bile bu sondan kaçamayacağı açıktır. Erdoğan ve partisinin tarihsel ömrünü uzatacak tek şey; muhalefetin, özellikle CHP’nin hataları, toplumcu güçlerin tarihsel süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanacak yanlış siyasetleri ve beceriksizlikleri olacaktır. Deyim uygunsa, bu seçimler köprüden önce son çıkış olanağıdır. Çünkü, ortada bir Gordion düğümü var ve düğüm bu seçimlerde çözülemezse -ki bu düğümün çözülmesi çok zor olmakla birlikte imkansız değildir- sistem her türden radikal müdahaleye açık hale gelecektir.

* Momentum: Kısaca, cisimlerin enerjisinden dolayı sahip olduğu bir harekettir.