ABC Politik

Merdan Yanardağ
16 Haziran 2018
Email :

Türkiye’de bir iyimserlik rüzgarı esiyor. İnsanları bir umut havası sarıyor.. Toplum, ülkenin hızla sürüklendiği uçurumun kıyısından dönme, yeniden hayal kurma, huzur bulma, kendi içinde barışma, yeniden ortak kaygılara ve sevinçlere sahip bir ulus olma ve halkta yeniden geleceğe güvenle bakma eğilimi güçleniyor. Toplum, uzun suredir içine sürüklendiği karamsarlıktan çıkıyor. Adeta ülkenin boğazını sıkan Ortaçağ artığı bir güçten kurtulma şansının önüne geldiğini görmeye başlıyor. İşte, esen iyimserlik havasının nedeni budur. 

Bu iyimserlik havasını yaratan en önemli etken, hiç kuşkusuz CHP’nin beklenmedik bir siyasal atakla Erdoğan iktidarının, daha geniş bir ifadeyle AKP, MHP ve BBP arasında oluşan gerici faşizan blokun (Cumhur İttifakı) hesaplarını boşa çıkarmasıdır. Bu hamlenin üç ayağı vardı; birincisi, Meral Akşener liderliğindeki İYİ Parti’nin seçim dışı bırakılma girişiminin engellenmesi, ikincisi; Millet İttifakı adı verilen CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti arasında bir seçim işbirliğinin oluşturulması, üçüncüsü ise; Muharrem İncenin cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesidir.

Sayılan üç etkene bir dördüncüsü daha eklenebilir; HDP’nin yeniden 7 Haziran 2015 çizgisine dönerek Türkiye partisi olma çabası, bu yaklaşıma en uygun profile sahip Selehattin Demirtaş’ı aday göstermesi ve ikinci turda M. İnce’ye oy verebileceklerini açıklaması da, söz konusu iyimserlik havasını güçlendiren bir rol oynadı.

Söz konusu umut havasının oluşmasında, hiç kuşkusuz Muharrem İnce’nin sergilediği performans belirleyici oldu. İnce, herkesi şaşırtan bir enerjiyle yürüttüğü güven veren, inisiyatif alan ve kazanabileceğini gösteren kampanya ile, tahminlerin ötesinde bir çıkış yaptı.

Diğer taraftan, sol hamasetten kaçınan İnce, kendisi için hazırlanan tanıtım/reklam bantları bile, uzun süredir görmeye alışkın olmadığımız ölçüde sınıfsal bir tutum sergiliyor. İnce, bir yandan cumhuriyetin değerleri ve kazanımlarını savunurken, diğer yandan da işçi sınıfını, kent ve kır emekçilerini öne çıkaran video bantlara dayalı bir kampanya sürdürüyor.

ERDOĞAN-AKP İKTİDARININ ÖMRÜ

AKP iktidarının, 7 Haziran 2015ten itibaren tarihsel ömrünü doldurduğunu saptamak ve bu tarihten itibaren siyasal ömrünü uzatmak için elinden geleni yaptığını görmek gerekiyor. Öyle ki, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami-faşizan rejim kurmaya çalışan AKP liderliği, iktidarının siyasal ömrünü uzatmaya çalışırken, ülkeyi ayakta tutan bütün sütunları yıkmayı bile göze alıyor. Çünkü, cumhuriyetin ve demokrasi mücadelesinin kazanımları ile insanlığın ilerici birikiminden bu ülkeye düşen ne varsa tümünü imha eden, ancak henüz tam anlamıyla kendi rejimini kuramayan Erdoğan-AKP kliği, söz konusu inşa sürecini tamamlayacak yeni bir döneme ihtiyaç duyuyor.

Erdoğan yönetiminin bu çabası yakın tarihte üç kez başarılı oldu. Birincisi; 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybeden AKP, ülkeyi bir kaosa sürükleyerek MHP desteğiyle 5 ay sonra (1 Kasım 2015 erken seçimiyle) iktidara yeniden el koydu. Bu tarihten itibaren, seçim yoluyla gelenin, yine seçim aracılığıyla gitmeyebileceğine ilişkin bir kanı oluşturuldu. Türkiye böylece her türden demokrasi dışı müdahalelere de açık hale geldi. Diyebiliriz ki, Fethullahçı çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi bile, arka planda ve örtük olarak böyle bir gerekçeye dayanıyordu.

İkincisi; Erdoğan-AKP iktidarının, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı siyasal krizi bir fırsata çevirerek 20 Temmuzda kendi darbesini yaparak bütün ülkede Olağanüstü Hal ilan etmesidir. Bir anlamda 15 Temmuz darbesini tamamlayan AKP, muhalefetin aymazlığının da etkisiyle siyasal ömrünü bir kez daha uzatmayı başarmıştır.

Üçüncüsü ise; 16 Nisan 2017 referandumudur. Darbeyi bastırmanın sağladığı “meşruiyeti” abartarak, -ki toplum darbenin bastırılma biçimine ilişkin kuşkular taşıyordu- referandumu kazanacağını sanan, ancak, tam tersine kaybeden AKP-MHP bloku, hile ve sahtekarlık yoluyla “milli iradeye” el koydu.  Bu girişim karşısında, muhalefetin neredeyse hiçbir şey yapamamış olması, toplumdaki hayal kırıklığını derinleştirdi. Dahası, Erdoğan-AKP iktidarının seçim yoluyla iktidardan gitmeyeceğine ilişkin bir kanının yerleşmesine yol açtı.

İşte bu üç olay, Erdoğan yönetiminin siyasal ömrünü uzatmak için her şeyi göze alan ve ne yazık ki, başarılı olduğu tarihsel etaplardır. Ancak öyle görünüyor ki, Erdoğan-AKP iktidarı, tükenen ömrünü dördüncü kez uzatamayacak. Tarihsel ömrü tükenen AKP’nin, bu kez siyasal ömrü de bitecek. Çünkü; AKP’yi iktidara getiren iç ve dış dinamiklerde köklü bir değişim yaşandığı gibi, bu eğilim derinleşecek.

Bu köklü değişimi şöyle açabiliriz; 12 Eylül 2010 referandumundan sonra devlete tam anlamıyla egemen olduğunu düşünen Erdoğan-AKP iktidarı, kendi dar İslamcı programını uygulamaya yöneldi. Bu yönelim, egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıtıldı, ancak bütün çabalara karşın yerine yeni bir iktidar bileşimi kurulamadı. AKP-Cemaat ittifakı sert bir iç çatışmanın ardından dağıldı. Bu gelişmelerin sonucunda büyük bir boşluk oluştu. Ülke yeni bir fetret dönemine girdi.

Diğer taraftan, Siyasal İslamcı hareket sadece Türkiye’de değil, küresel ölçekte de büyük ve yüz kızartıcı bir yenilgi yaşıyor. Daha önemlisi, bu yenilginin en önemli nedenlerinden birini de AKP iktidarının başarısızlığı oluşturuyor. Çünkü, Türkiye’nin model ülke olarak merkezinde yer aldığı ılımlı İslam projesi ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) başarısızlığı, sadece bölge ölçeğinde değil, küresel boyutta sonuçlar yaratacak bir dizi gelişmeye işaret ediyor. Özellikle, emperyalizm ve küresel gericiliğin Suriye’de uğradığı ağır yenilgi, AKP’yi iktidara taşıyan bölge jeopolitiğinin de köklü bir şekilde değiştiği anlamına geliyor.

Dolayısıyla, küresel ölçekte büyük bir yenilgiye uğrayan, insanlığa IŞİD’in sunduğu ufuktan başka bir gelecek öneremeyen, ve nihayet ideolojik ve siyasal bakımdan iflas eden İslamcı hareketin, Türkiye’de başarılı olması için hiçbir neden bulunmuyor.

YENİ OLİGARŞİ

AKP iktidarı, İslamcı siyaset sınıfı, dinci entelijensiya ve yeni zenginleşen muhafazakar-yağmacı sermaye kesimlerinden oluşan oligarşik bir grubun eline geçti. Sermaye biriktirme ihtiyacı ve hırsı, dizginsiz bir yağma düzeni yarattı. Dahası dincilik, yeni bir sermaye birikim modeli haline geldi.

Ancak, uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç işlevi gören AKP’nin bu konumunu kaybettiği de artık kesindir. AKP’nin, sermaye içi daha dar dinci bir çevreye ve bu kesimlerle uzlaşan radikal güçlere dayalı faşizan bir diktatörlük kurmaya yönelmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Başkanlık rejimi konusundaki ısrarın anlamı da böyle açıklanabilir. Çünkü, Siyasal İslamcı AKP iktidarı, ancak bir başkanlık rejimi tesis edilirse geriye dönüş eşiğini aşıp İslami bir rejim kuracağına inanmaktadır.

ÇATIŞMA RİSKİ VE ÇIKIŞ

Erdoğan-AKP iktidarı, her şeye karşın, rejim değişikliğini tamamlamak ve ülkeyi öngördüğü siyasal ve toplumsal hedeflere taşımak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Bu ısrar bütün toplumu geriyor. Türkiye, boğazını sıkan gerici-faşizan bir iktidardan kurtulmanın demokratik yol ve yöntemlerini arıyor. Eğer bu yol, 24 Haziran ve 8 Temmuz’da tıkanırsa ülkenin bir iç çatışmaya sürüklenmesi kaçınılmaz görünüyor.

Öte yandan bütün veriler AKP iktidarının hızlı bir çöküş sürecine girdiğine işaret ediyor. Ülke yıkıcı olabilecek bir ekonomik krizin eşiğinde bulunuyor. AKP’nin 24 Haziran ya da 8 Temmuz 2018de bırakın yüzde 50+1 oyu, yüzde 70 oranında oy alsa bile ülkeyi yönetmesi çok zor görünüyor.

Bu nedenle, uzun süredir etkili ve güven veren bir iktidar alternatifi bulunmayışının yarattığı karamsarlık havasının ilk kez dağıldığı ve bir iyimserlik rüzgarının estiği ortamı/havayı, toplumsal psikolojiyi korumak ve büyütmek gerekiyor.

Erdoğan-AKP iktidarı ve Cumhur İttifakı’nın, hilesiz ve müdahalesiz bir seçim yaşanırsa, kaybedeceği kesin görünüyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin bu krizden kırılıp dökülmeden çıkabilmesi için, 24 Haziran-8 Temmuz seçimi bir şanstır.

Bu nedenle, kimi sorumsuz davranış ve dar siyasi hesaplarla söz konusu tarihsel fırsat kaçırılırsa tarih bizi affetmeyecektir.