ABC Politik

Merdan Yanardağ
27 Haziran 2021
Email :

Türkiye, ülkeye “çöken” siyasal İslamcı hareketten nasıl kurtulacağının yolunu arıyor. Erdoğan-AKP yönetiminin zamanında ya da erken bir seçimle gidip gitmeyeceğini anlamaya çalışıyor. Toplumun çok geniş bir kesimi, siyasal ve tarihsel ömrünü dolduran AKP iktidarından, “kazasız belasız” kurtulup kurtulamayacağını merak ediyor. Günümüzün en önemli tartışması budur.

Yanıtı aranan soru ise basit; AKP seçimle gider mi?

Aslında yanıt da basit, ama önce ülke nasıl bir tarihsel dönemden geçiyor, ana hatlarıyla ona bakalım.

Bütün ekonomik, siyasal, uluslararası, toplumsal ve kültürel göstergeler AKP iktidarının sonuna gelindiğini ortaya koyuyor. Ancak AKP iktidarı bırakmak istemiyor. Oysa siyasal İslamcı hareketin iktidara gelmesini sağlayan bütün iç ve dış dinamikler radikal şekilde değişmiş durumda. Dünyada yüz kızartıcı bir iflas yaşayan siyasal İslam’ın, Türkiye’de başarılı olması ve iktidarını sürdürmesi için bir neden bulunmuyor. Batının radikal İslamcı akım ve hareketleri etkisizleştirmek için bir dönem izlediği ve fakat insanlığa maliyeti çok ağır olan ılımlı İslam projesi de terk edildi.

Diğer taraftan, AKP iktidarı, rejim değişikliğini tamamlayabilmiş değil. Modern cumhuriyeti (ondan geriye ne kaldıysa) yıkmasına karşın, kendi rejimini kurmaya gücü yetmedi. Bir önceki çağın değerler dünyasına yaslanan, fantastik dinci hedeflerine bağnazca sarılan, gerçeklikten kopmuş, bilimi ideolojik önyargılarına feda eden bir hareketin başarılı olması mümkün de değildi. Sonuç olarak 70 yılı aşkın bir gerici karşı devrim sürecinin sonunda Cumhuriyeti yıkmasına yıktılar, ama yeni bir rejim kurmak için görgüleri, bilgileri, müktesapları, tarihsel dayanakları ve insan kaynakları yetmedi.

***

Kasaba yobazlığı ve Arap gericiliğinin ideolojisi haline gelen, akıl ve bilim kapısını kapatan Emevi İslamı’nı temsil eden AKP iktidarı, dinciliği yeni bir sermaye birikim yöntemi olarak kullandı. Uzun yıllar iktidarın ve servetin kenarında kalan güçlere yaslandı. Bu kesimlerin sözcüsü olarak büyük sermaye çevreleriyle başlangıçta uzlaşan AKP, sonuçta kendi rejimini kurmak için bir yağma ekonomisi yarattı, uzlaşmayı bozdu. İhvancı ve Osmanlıcı dış politika macerası hüsranla sonuçlanarak Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde çıkmaz bir yola soktu.

Ülkeyi kafirlerden ele geçirilmiş bir ganimet alanı olarak gören bu zihniyet dünyası, yolsuzlukları meşrulaştıran vicdan dışı bir ahlak oluşturdu. Kutsal dava için her yolu meşru gören bir ahlaktı, “şimdi sıra bizde” diyen bir saldırganlık haliydi.

AKP iktidarı ve bu iktidara tutunan kesimler sürekli suç işledi. Biriktirdikleri servetin kaynağını ve nedenini açıklayamayan yeni bir sınıf oluştu. İktidardaki siyasal kadroyla bütünleşen bu yeni ve rüküş sınıf, ülkede oligarşik bir siyasal-toplumsal piramit oluşturdu. Bu kesim iktidarı kaybettikleri taktirde bir daha böyle bir tarihsel fırsatı yakalayamayacaklarının farkında. Daha önemlisi, bir hesap sorma dalgasının altında kalarak ezileceklerini ve bütün kazanımlarını yitireceklerini de görüyor ve bu olasılığı engellemeye çalışıyorlar.

İşte bu durum bir iktidar kilitlenmesi yarattı. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP kliği iktidarı bırakmamak için ellerinden geleni yapacaktır. Öyle ki, bu oligarşinin gerekirse masayı devirebileceğini öngörmek gerekiyor. Çünkü -inanılmaz gibi görünse de-Türkiye’yi kendilerine ait fethedilmiş bir “mülk” olarak görüyorlar. Referansları ise sadece kutsal metinler ve bu metinlerin mesajını kendilerinin temsil ettiğine inanıyorlar. Böyle bir saçmalık olmaz diyeceklere, 1930’lar Almanya’sını örnek göstermek yeter sanırım. Marx’ın, Hegel’in, Kant’ın ülkesinden Hitler’in çıkacağına kim inanırdı?

YENİ KAOS PLANI MI?

AKP-MHP iktidarı gitmemek için elinden geleni yapacaktır dedik. Bunun örneğini daha önce, 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadık. O nedenle, siyasal İslamcı hareketin iktidarı yitirmemek için yeni bir kaos planını uygulamaya çalışacağını, güçlü bir olasılık olarak öngörebiliriz. Nitekim, HDP İzmir İl Örgütü’ne yapılan ve bir parti çalışanının katledilmesiyle sonuçlanan saldırı, ülkede bir kaos ortamı oluşturmayı hedefleyen provokasyonlar zincirinin ilk halkası gibi görünüyor. Çünkü saldırının yapıldığı saatte yöneticilerin de katılacağı rutin bir toplantının olduğu, ancak son anda iptal edildiği düşünülürse, çok daha büyük ve sarsıcı bir katliamın planlandığı anlaşılıyor. Sırada Alevilere yönelik saldırıların olabileceğini de düşünmek ve hazırlıklı olmak gerekiyor.

Provokasyonu derinleştirmek ve bir kaos ortamı yaratmak için AKP binalarına, kurumlarına ve bazı önde gelen İslamcı politikacılara yönelik, kumpas nitelikli saldırılar ve suikastlar olabileceğini de değerlendiriyorum. Bu yönde ciddi bilgiler de geliyor. Böylece Kürtlerin ve Alevilerin intikam saldırıları yaptığı ileri sürülerek, toplumsal fay hatlarında biriken gerilim boşaltılmak istenecektir. Bu, düşük yoğunluklu ya da kontrollü bir iç savaş ve/veya yaygın bir çatışma ortamı demektir.

Sonuç olarak; bir kaos ortamı yaratarak, olağanüstü hal (OHAL) ya da sıkıyönetim ilan edip ya seçimleri ertelemek ya da kontrollü bir seçimle iktidara yeniden el koymak planlanıyor olabilir. Çünkü; AKP-MHP iktidarının adil bir seçimde yenilgiye uğrayacakları artık kesinlik kazanmış görünüyor. Bu nedenle gerici-faşizan blokun normal şartlarda seçime gitmeyeceği kesindir.

Sedat Peker’in kendisini izleyen kesimlere /gruplara ısrarla “sokağa çıkmayın” çağrısı yapmasını da anımsamak ve bunu önemsemek gerekiyor. Çünkü Peker, bir dönem önemli bir parçası olduğu, kendisinden profesyonel tetikçi istenen, “yeni derin yapılanmayı” iyi bilen isimlerden biridir. Yaptığı çağrı ile aslında bu kaos girişimini ihbar ediyor, haber veriyor. Kaldı ki, böyle saldırıların olabileceğini açıkça da söylüyor.

***

Başta sorduğum; “AKP seçimle gider mi?” sorusuna dönersek; bunun kolay bir yanıtı yok. Ama kısa bir yanıt vermeyi denersek şunu söyleyebilirim; gitmek istemeyecektir, ama gönderilebilir. Elbette gereği yapılırsa… Peki, bu “gereği” nedir? Yanıtı çok basit; cesaret, sadece cesaret…

Öncelikle, başta CHP olmak üzere, sol ve sosyalist hareket de dâhil, nitelikli muhalif kesimlerin kararlılıkla Cumhuriyetin ilerici mirasını savunmaları gerekiyor. Onun laik ve aydınlanmacı kazanımlarına yine cesaretle sahip çıkmak, gereklilikten öte bir zorunluluk oluyor. Çünkü, Cumhuriyetin ilerici mirasını savunmak ve sahip çıkmak, onu özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi bir perspektifle aşmanın da yolunu açıyor. İşte bunun için, uzun bir süredir karşıtlarının söyleminin çekimine kapılan cumhuriyetçi solun ve Kürt siyasal hareketinin etkisinde kalarak bu toprakların devrimci mirasından uzaklaşan sosyalist solun cesaret göstermesi gerekiyor. Entelektüel, siyasal ve tarihsel bir cesaret…

Yazımı, Ergin Yıldızoğlu’nun sözleriyle (yazının tamamını okumanızı öneririm) bitirmek istiyorum.

“Siyaset ancak saflaştırarak, bu zeminde hegemonya inşa ederek yapılabilir. CHP, özellikle gençlerin, yaşamlarını yönlendirmelerine yardımcı olacak ilkeleri tanımlama ve sunma cesaretine ek olarak, toplumu bu ilkeler üzerinden saflaştırma cesaretini de göstermelidir. Rejimin dincilik, lider kültü ve şoven milliyetçilik üzerinden saflaştırma ve kutuplaştırma stratejisine karşı, saflaşmayı önlemeye, hele kültür savaşını (ideolojik mücadeleyi) yadsıyarak ‘kutuplar’ arasında köprü kurmaya çalışarak direnilemez. Aksine bu tutum, yenilgiye ve yenilgiyi kabullenmeye uygun maddi ve psikolojik zemin hazırlar.” (Cumhuriyet, 17 Haziran 2021)