ABD ve Batı, Afganistan’ı bir enkaza çevirdikten, dahası adeta taş devrine iade ettikten sonra o acılı topraklardan çekiliyorlar. Yerel halkı, kanlı bir boğazlaşmanın içine iterek hem de.. Ortada ne bir Afgan ulusu var, ne de modern anlamda bir devlet. Önümüzde bir aşiretler ve kabileler düzeni bulunuyor. İlkel ve vahşi ortam.
Bugüne, dünyadan neredeyse 500 yıl geride olan bir ülke kaldı. AKP iktidarı da bu enkazdan sorumlu. ABD’nin işgalinden sonra, Pentagon öncülüğünde oluşturulan NATO Görev Gücü’nde Erdoğan yönetiminin kararıyla Türk askerleri de yer aldı. Yani AKP iktidarı işgalci güçlerin siyasal bileşenlerinden biri. Afgan toplumunun yıkımından birinci dereceden olmasa bile sorumlu.
Tablo açık; Suriyeli mültecilerden sonra şimdi de akın akın Afganistanlılar Türkiye’ye geliyor. Ülkemizde mülteci nüfusu 6 milyon sınırını aşmış durumda. Buna karşı bir entegrasyon ve iskan programı yok. Mültecilerin barınması, beslenmesi, eğitimi, dil öğretilmesi ve belli bir program doğrultusunda bütün sosyal haklarıyla birlikte istihdam edilerek üretici olmalarının sağlanması için kayda değer hiçbir plan, proje ve program bulunmuyor. Adeta “saldım çayıra” durumu var.
AKP iktidarı mültecileri AB ve ABD ile ilişkilerinde kirli bir pazarlık için kullanıyor. Batı ile ilişkilerinde elindeki yegane koz şu anda mülteciler. İktidar, yüz kızartıcı bir şekilde “sınırları açarım” tehdidiyle Batı’dan para sızdırmaya çalışıyor. Ortada tam bir ahlaksızlık, insanlığa karşı işlenen bir suç var.
Diğer taraftan, kendi kaderine terk edilen mülteciler, kaçınılmaz olarak bir yeraltı ekonomisi oluşturuyor, suç çeteleri üretiyor, kadınları fuhuş mafyasının eline düşüyor, çocuklar istismar ediliyor. Ortada büyük bir insanlık dramı var.
HÜMANİST AKP İSLAMCILAR!
Bütün bunlar içimizi acıtan birer olgu.
Ancak, ortada başka gerçekler de var; AKP iktidarının kirli ve sinsi siyasal hesapları… Ülkenin demografik yapısı değiştirilmeye, gericiliğin sosyal tabanı genişletilmeye ve olası bir iç çatışmada kolayca harcanacak, -Osmanlı ordusunda “Azaplar” denilen türden- feda edilecek vurucu-cihatçı güçler için bir havuz oluşturulmaya çalışılıyor. Bu durum dikkatli bir bakışla kolayca görülebiliyor.
Sınırlar elek gibi, kontrolsüz şekilde kolayca geçiş yapılabiliyor… Uludere’de (Roboski’de) gökyüzünden çekilen görüntülerden hareketle “terörist” diye kendi vatandaşlarını vuran iktidar, gelenlerin kimliğine bile bakmıyor. İnsanlar adeta ellerini kollarını sallaya sallaya geçiyor sınırı. Gelenlerin niyeti, amacı belirsiz. Aralarında kadın, çocuk, yaşlı yok. Arkadan gelecekler deniyor, ama böyle bir işaret de yok. Genç ve sağlıklı erkekler geliyor. Bu durum ister istemez bazı kuşkular yaratıyor.
Ayrıca, insan hak ve özgürlükleri konusunda gerici-faşizan bir tutuma sahip olan AKP ve siyasal İslamcıların birden bire mülteci haklarının savunucusu kesilmeleri hiç inandırıcı değildir. Bu ikiyüzlülük, söz konusu kuşkuları artırmak için yeterli bir neden olarak önümüzde duruyor. İslamcıların özellikle Aleviler, Balkanlardan gelen ve görece aydınlanmış yapılarıyla Türkiye’nin ilerici nüfus potansiyelini oluşturan Rumelili Türkler ile diğer inanç grupları karşısındaki tutumu, gerici olmaktan da öte ırkçıdır. Ama onlar şimdi Afgan ve Suriyeli Vahabi-Selefi inanç tabanlı mülteciler konusunda çok insancıllar, öyle mi?
SOL MÜLTECİLERİ ELEŞTİREMEZ Mİ?
Ancak, sol adına, mülteciler sorununa ilişkin kimi kuşkuların üzerini örtmek ve eleştirilerin geri çekilmesini savunmak büyük ve vahim yanlıştır. Kimsenin bizi siyasi “salak” yerine koymasına izin verilmemelidir. Birçok sınır komşusu bulunmasına karşın, İran üzerinden geçip Türkiye’ye gelen Afganistanlı genç, sağlıklı erkeklere, “zavallı savaş mağdurları” diye bakmak siyasi saflıktır. Bu göçün bir SADAT organizasyonu olduğuna ilişkin ciddi kuşkular vardır.
Yoksulluğun yayıldığı, gelir adaletsizliğinin derinleştiği ve kendi kendisini besleme yeteneğini bile neredeyse kaybetmenin eşiğine gelmiş bir toplumun 6 milyonu aşkın bir mülteci toplumunu barındırması mümkün değildir. Bir entegrasyon ve iskan programı da olmadığı için topluluklar halinde yaşayan, gettolar oluşturan mülteciler, kendi yerel ve gerici kültürlerini ve ideolojilerini yeniden üretmektedir. Derin bir yabancılaşma ve düşmanlık psikolojisini mayalayan bu durum toplumsal barışı ve huzuru ciddi ölçekte tehdit etmektedir.
Durum böyle olunca, Türkiye’de toplumun bir kesimi mültecileri kendi yaşam tarzları, kültürleri ve laiklik bakımından bir tehdit olarak görmektedir. Daha büyük bir kesimi ise mültecileri kendi aşına ve işine ortak olmaya çalışan yabancılar olarak değerlendirmekte, tepki göstermektedir.
Bu nedenle, mülteciler konusu hassas bir tartışmadır. Öyle, peşin şekilde her eleştireni “ırkçılıkla” suçlamak, melo-dramatik (romantik değil) dayanışma nutukları atmak kolaycılıktır. İnsancıl olmalıyız, ama siyasal aptallar da değiliz.
TÜRKİYE ÇEKİLMELİ, BM DEVREYE GİRMELİDİR
Öncelikle belirtelim; AKP iktidarı, Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekmeli, Türkiye işgalin bir parçası olmaktan çıkmalıdır. Asıl tutum, bu talebi yükseltmek olmalıdır. Ardından yapılması gereken şey, savaş mağduru, yoksul ve çaresiz mültecilerin barınmasını, beslenmesi, eğitimini sağlayarak insanca yaşama koşullarına kavuşturulmasıdır. Bu insanların ırkçı saldırılardan korunması için mücadele edilmelidir.
Türkiye mülteciler için BM’ye başvurarak birlikte bir insani program oluşturmalıdır. Barınma, eğitim, sağlık ve iş koşullarının oluşturulması gereklidir. Mülteciler insanca bir çalışma ortamında üretim süreçlerine kazanılmalı ve tüketici olmaktan çıkmaları sağlanmalıdır. Suriye ve Afganistan’dan bütün yabancı güçlerin çekilmesi sağlanmalı, bu ülkelerde barış, istikrar için bir oranım programı uygulanmalıdır. Yük, uluslararası toplum tarafından paylaşılmalıdır.
Afganistan’da Taliban iktidarının engellenmesi için demokratik bir uluslararası dayanışma hareketi başlatılmalıdır. Bu gelişmelere bağlı olarak, mültecilerin kendi ülkelerine gönüllü olarak dönmeleri teşvik edilmeli, en azından büyük bölümünün dönüşü sağlanmalıdır.
AKP iktidarının, mülteci nüfusu kendi gerici-faşizan politikalarının maddi gücü haline getirmesi konusunda uyanık olunmalıdır. Böyle bir girişim karşısında toplum da bilgilendirilerek engellenmelidir. Bu nedenle, Afgan ve Suriyeli mültecilere ilişkin her eleştirel tutum takınana karşı “ırkçı” ya da en hafifinden “ulusalcı” gibi suçlamalardan vaz geçilmelidir. Bu arada belirtelim; solcular için pek “ırkçı” denemeyeceği ya da bu suçlama tutmayacağı için, genellikle “ulusalcı” yaftası kullanılıyor. Bu ucuz yaklaşıma da hiç gerek bulunmuyor.