ABC Politik

Merdan Yanardağ
5 Aralık 2021
Email :

Alanlara çıkma kararı alan CHP’nin Mersin mitingi, bu partinin ifade ve ima ettiği politik hattı aşan bir anlam taşıdığı gibi, başarılı bir siyasal etkinlik olması bakımından da dikkat çekti. Bağımsız televizyon kanallarının canlı yayınlamasına karşın, yaklaşık 150 bin kişinin katıldığı mitinge, etkinlik öncesinde yapılan tahminlere göre 40 bin kişinin gelmesi bekleniyordu. Bu anlamda, Çukurova’nın miting alanına aktığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bu tablo gerici-faşizan iktidar blokuna karşı halkın tepkisinin bir çığ gibi büyüdüğünü göstermesi bakımından önem taşıyor.

Bu vesileyle CHP’nin siyaset tarzını, dolayısıyla muhalefet ve iktidar stratejisini ele almakta yarar var. Bu konuda 4 yıl önce (Ocak 2018) yazdığım bir yazıda CHP’nin “tarz-ı muhalefeti” ni incelemiş ve bu çerçevede kimi değerlendirmeler yapmıştım. Aradan geçen sürede yaşananlara baktığımda belli bir değişimin olduğunu gözlemlemekle birlikte esasa ilişkin sorunların yerinde durduğunu görüyorum. Bu bağlamda bazı değerlendirmelerimi yineleyerek, CHP’nin muhalefet tarzını ve iktidar stratejisini analiz etmekte yarar görüyorum.

Dostça bir tartışma ve yapıcı bir eleştirinin, eğer hakkı verilebilirse, CHP’ye de katkıda bulunacağına inanıyorum. Çünkü bu tartışmayı yapmanın önemi de nedeni de açıktır; CHP ve öncülük yaptığı ittifak, dinci-faşizan bir diktatörlüğe doğru sürüklenen Türkiye’de, bu saldırıya direnen muhalefet alanının hiç kuşkusuz en önemli gücüdür.

Eğer büyük bir hata yapmazsa, bu sürüklenişi durduracak güçler arasında en büyük potansiyele, tarihsel köklere ve örgütsel kapasiteye sahip tek partidir. Hakkını verse de vermese de nesnel bakımdan siyasal tablo budur. Dolayısıyla bir siyaset tartışmasında, bizim gibi yaşama soldan bakanlar için görmezden gelinecek, ihmal edilecek bir hareket ya da yapılanma değildir.

CHP’nin bu tarihsel eşikte sorumluluğu büyüktür. Ancak, bu tarihsel ve toplumsal sorumluluğunu yerine getirdiğini söylemek çok zordur. Bu durumun temel nedeni, hiç kuşkusuz CHP’nin ideolojik-politik hattındaki yanlışlıkların yanı sıra, belirsizlikler ve siyaset yapma tarzındaki yaşamsal sorunlardır.

SİYASETTE YENİ EKSEN

Eleştirel irdelemelere geçmeden öncelikle belirtilmelidir ki, ülkenin kaderinin yeniden belirleneceği bu tarihsel dönemeçte CHP’nin siyasetteki bölünmeyi cumhuriyetçiler ve cumhuriyet karşıtları (gerici-faşizan güçler) şeklinde yeniden tanımlamasının –bu kavramlarla ifade edilmese de- kendi siyasal pozisyonu bağlamında doğru olduğunu saptamak lazım. Dahası, bu siyasetin tuttuğu ve toplumsal karşılığını bulduğu da ortadadır. Bu bağlamda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da sabırlı tutumuyla başarılı bir profil verdiği de kabul edilmelidir.

Yukarıda “başarılı” diye nitelendirdiğimiz siyasal taktiği aklımızda tutarak devam edelim o halde. CHP’nin sınıfsal karakteri (son çözümlemede bir burjuva partisidir) ve müesses nizam (kurulu düzen) ile ilişkilerini şimdilik bir kenara bırakarak-ki daha farklı bir tartışma gerektiriyor- bu partinin siyaset yapma tarzının temelinde yatan yanlışlığı şöyle özetleyebiliriz; sağcı, dinci ve muhafazakar eleştirinin etkisi altında kalarak rota belirlemeye çalışmak. Derin bir özgüven yitimi ve tuhaf bir suçluluk kompleksinden kaynaklandığını söyleyebileceğimiz bu tutumdan kurtulmadan, CHP’nin etkili bir muhalefet hattı geliştirmesi, iktidara gelse bile başarılı olması çok zordur.

Konuyu açalım; CHP yönetimi, son günlerde belli bir farklılık gözlense de, esas olarak kendi sözüne ve hangi siyasal hedefler için mücadele ettiğine değil, öncelikle sağcı-dinci çevrelerin kendisi hakkında ne söylediğine bakarak siyaset yürüttü. Dolayısıyla sürekli savunma hattında kalan bir yol izledi. Aynı tutumun bir sonucu olarak, kendisini adeta cumhuriyetin bütün kötülüklerinin sorumlusu gibi gördü. Son olarak Kılıçdaroğlu’nun toplumun çeşitli kesimleriyle “helalleşme” çağrısı bile örtük olarak böyle bir anlam taşıyordu. Durum böyle olunca, CHP yıllardır dosta düşmana kendisinin değiştiğini kanıtlamaya çalıştı.

KİMLİĞİNİ ARAYAN PARTİ

CHP, dincilere karşı “din düşmanı” olmadığını, liberallere karşı “demokrat” olduğunu, piyasacılara karşı “servet düşmanlığı” yapmadığını, Sünni muhafazakarlara da “Alevi partisi” olmadığını kanıtlamaya çalışmak gibi saçma, bütün enerjisini emen ve sözünü söylemesini engelleyen beyhude bir çaba içine giriyor.

Öyle ki, dinci/İslamcı bir kalkışma olan 15 Temmuz 2016 darbesinden sonra bile “darbeci” olmadığını kanıtlamak için AKP’nin İstanbul-Yenikapı mitingine giderken, bu kez CHP’nin gözleri önünde AKP darbe içinde darbe (20 Temmuz) yapıyordu. Kendini kanıtlama çabaları da hiçbir işe yaramayacaktı. Nitekim, beklenebileceği gibi bir süre sonra AKP, yeniden CHP’yi darbeci hatta Fethullahçı olmakla bile suçlamaya başlayacaktı.

Oysa, söz konusu eleştirilerin hiçbir değeri ve önemi yoktu, olmayacaktı da.. Çünkü yakın zamana kadar liberallerin de desteğini alan bu eleştirilerin esası yalana, demagojiye ve tarihsel gerçeklerin çarpıtılmasına dayanıyordu. Ancak, gerçek durum böyle olmasına karşın, CHP üzerinde sanıldığından çok daha fazla etkili olduğu da açıktı.

Oysa yapılacak şey, bu sahte eleştiri ve kara propagandaya hiçbir şekilde prim vermemek, kendi işine bakmaktır. Savunma çizgisi yerine, saldırı / hücum tutumunu esas almaktır. Unutmayın ki, bütün kusurlarına ve günahlarına karşın CHP, 70 yıldır tek başına iktidar olmadı. Koalisyonlarla iktidara geldiği süre ise 10 yılı bile bulmuyor. Dolayısıyla, yaşanan ağır sorunların ve ülkenin yeniden Ortaçağ karanlığına gömülmesinin birinci dereceden sorumluluğunu taşımadığı da açıktır.

KENDİSİNE İNANCINI YİTİREN PARTİ!

Öte yandan AKP, son yıllara kadar iktidardaki muhalefet partisi gibi davrandı. Liberal ve gerici medya yıllardır devletin bütün kötülüklerinin sorumlusu olarak CHP’yi, hatta solu gösterdi. İşin garip tarafı, CHP izlediği muhalefet ve siyaset yapma tarzıyla bu iddiayı örtülü biçimde kabul etti. Çünkü, garip şekilde kendisini devletin sahibi sanıyordu.

Oysa biliyoruz ki, devlette on yıllardır CHP’li bir üst düzey bürokrat, hatta bir başkomiser ya da bir okul müdürü bulmak bile zor. Dolayısıyla CHP öncelikle yaklaşık 30 yıldır içine sürüklendiği bu ruh halinden, Cumhuriyet döneminin bütün kötülüklerinden sorumlu olduğuna ilişkin tuhaf kompleksten kurtulmalıdır.

CHP atak, kapsamlı ve net bir karşı söylem geliştirmeli, ideolojik ve entelektüel inisiyatifi yeniden ele geçirmeye çalışmalıdır. Unutmayın ki, 1970’li yıllarda CHP o “devlet partisi” olmak kompleksi ve görüntüsünden kurtularak kurulu düzene ilişkin eleştirilerini yükselttiği için başarılı oldu. Bütün sloganları düzen değişikliğini vurguluyordu.

CHP’nin en büyük örgütsel ve siyasal sorunu ise, bu partiye oy veren yurttaşların beklentileri ile parti yönetiminin siyaset tarzı ve ideolojik profili arasındaki mesafenin bir uçuruma dönüşmeye başlamasıdır. CHP kavga edilmesi gereken yerde uzlaşma aramaktadır. Öyle olduğu için de dayak yemektedir. Çünkü kavga başlamış durumda. O nedenle bugün uzlaşmaya değil, mücadele etmeye ihtiyaç var. Uzlaşma halkla sağlanmalı, muhafazakar ve merkez sağdaki seçmene güven verilmeye çalışılmalıdır.

Örneğin; CHP’nin de içinde yer aldığı toplumsal-kültürel havzanın bütün varlık gerekçelerine saldırılırken, biz imam hatipleri kuran partiyiz diyerek muhalefet yapmaya çalışmak, yenilgiyi kabul etmek demektir. Aynı şekilde, dünyada neo-liberal politikalar iflas etmiş ve kapitalist dünyada Keynesyen politikalara geri dönüş arayışları sürerken, örneğin Batılı sosyal demokrat partiler (İngiliz İşçi Partisi gibi) artık açıkça kamulaştırmayı savunurken, “gerekirse özelleştirme de yapılır” diyen bir muhalefet, bugünün dünyasında sol da olamaz, halkçı da…

KARŞITININ DİLİNİ BENİMSEMEK!

Sağın dilini kullanmak, gerici sermaye partilerinin tezlerini kimi revizyonlarla sahiplenmek, toplumdaki muhafazakarlığa ve liberal şarlatanlığa göz kırpmak, ancak karşı tarafı doğrulamaktır. Dolayısıyla bu tutum, bırakın genel olarak halkı, kendi seçmeninden de destek görmeyecektir. Bu muhalefet tarzı dindar ya da muhafazakar yurttaşların size saygı duymasını da sağlamayacak, tam tersine güvensizliğe yol açacaktır.

Kimse CHP’den sosyalist bir sınıf partisi olmasını beklemiyor. Bu gerekmiyor da… Kuşkusuz CHP bir kitle partisidir. Bu nedenle, bir burjuva demokratik devrimine önderlik eden ve Cumhuriyeti kuran güç (ya da güçlerden biri) olması nedeniyle, CHP’den tutarlı bir aydınlanmacı ve halkçı parti olmasını istemek hakkına da herkes sahiptir.

Gelelim özgüven ve kendine inanç konusuna… CHP yönetimi cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımlarına sadakat, devrimcilik, halkçılık, laiklik ve kamuculuk konusunda açık bir tutuma da sahip değil. Dahası bu yönde bir inancı da yok. Esasında sorun tam da burada. Belirsizlik sanki partinin genel çizgisi haline gelmiş durumda.

Örneğin; bazı partililerin kişisel tutumunu -ki birçok dostumuzun samimi ve görece doğru bir ideolojik-politik tutum içinde olduğunu biliyoruz- bir yana bırakırsak eğer, CHP özelleştirmelere, yani bu ülkenin ulusal birikimi ve halkın varlıklarının yağmalanmasına ilkesel olarak karşı mı değil mi, bilmiyoruz. Parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinin kamusal (anayasal) bir görev olması gerektiği konusunda resmi olarak açık bir fikre sahip mi, emin değiliz. Bu anlamda bazı kamulaştırmalara gidecek mi, böyle bir politik perspektife sahip mi, kimsenin bir fikri yok. Daha kötüsü, dünya solu ve sosyal demokrasisinden habersiz partinin böyle bir niyeti de yok!

Dış politikada, örneğin Suriye’de Esad’ı mı, yoksa bizim bilmediğimiz demokratik bir muhalefet hareketi var da onu mu destekliyor, yine bilmiyoruz. Rusya konusunda ne düşünüyor, İran ile ilişkilerde bir perspektife sahip mi, belirsiz. NATO konusunda belli bir fikri var mı, kimse bu konuda da bir bilgiye sahip değil. ABD ile ilişkileri nasıl sürdürmek istiyor, belirsiz.

Sonuç olarak; CHP kendisine inancını yitirmiş parti durumundan hızla çıkmalıdır. Ülkenin selameti bakımından buna ihtiyaç vardır. Kimse CHP’den sosyalist ya da devrimci bir hareketin/gücün görevlerini beklemiyor. Ancak, kendi tarihsel sorumluluklarına sahip çıkmasını ve bu çerçevede harekete geçmesini istemek de herkesin hakkıdır. Bu nedenle CHP önce kendisine olan inancını tazelemeli, ardından da aydınlanmacı, kamucu, halkçı ve bağlamda sol (ne kadar olabiliyorsa) bir perspektifle örgütsel ve siyasal yapısını yeniden kurmalıdır. Gerisi gelecektir…