ABC Politik

Merdan Yanardağ
7 Ağustos 2022
Email :

Cumhuriyetçi sol, belki de son 40 yıldır gerçek anlamda ilk kez iktidara en yakın konumda olduğu tarihsel bir eşikte bulunuyor. Bazı kamuoyu araştırmalarında CHP ya birinci parti olarak çıkıyor ya da çok az farkla ikinci parti oluyor. Siyasal İslamcı AKP iktidarı ise, yüzde 30 eşiğinde bir direnç göstermesine karşın –ki bu durum başlı başına bir inceleme konusudur- giderek artan bir hızla çözülüyor. Diğer bir ifade ile AKP ve MHP, çekirdek oylarına / tabanına doğru daralıyor. Millet İttifakı’na öncülük eden CHP, kamucu ve cumhuriyetçi karakteri hayli aşınsa da, hala “sol” adına en büyük kümeyi temsil ediyor. Demokrasi güçleri ve ilerici kamuoyu bakımından önemi de bu özelliğinde yatıyor.

Durum böyle olunca, sadece partililer değil, toplumun önemli bir kesimi de CHP’yi tartışıyor. Sosyalist sol için ise zaten bitmeyen bir tartışma alanı ve bir eleştiri nesnesi olma özelliğini koruyor. Bu tarihsel dönemeçte sadece belli bir seçmen kitlesi değil, seçkinler de CHP’ye yöneliyor. Cumhuriyet burjuvazisinin seküler kesimleri, beyaz yakalılar, çeşitli sendika ve meslek örgütlerinin yöneticileri, uzmanlar ve toplum liderleri CHP’nin politikalarını bire bir benimsemeseler bile, her zamankinden daha fazla ilgili görünüyorlar.

Bir siyasal hareketi ya da partiyi iktidara taşıyan temel etkenlerden biri, “seçkinler mutabakatı” diye tanımlayabileceğimiz, siyasal süreç içinde kendiliğinden oluşan toplumsal durumdur. Öyle ki, söz konusu seçkinlerin CHP yönelik kimi eleştirilerini geri çekmeye ya da askıya almaya başladığı gözleniyor. Bu mutabakat, CHP ve Millet İttifakı’nın, mevcut düzenin sınırlarını pek zorlamayan, ancak aşırılıklarını ve kötülüklerini törpüleyecek “restorasyoncu” bir iktidar konusunda oluşuyor,

CHP’NİN KİMLİĞİ VE SOL

CHP’nin önemli bir rol oynayacağı tarihsel bir kavşağa/çatala yaklaşırken bu partinin kimliği konusundaki belirsizliğin devam etmesi, ilgiç bir durum oluşturuyor. CHP, kendi tarihsel mirasına, devrimine, cumhuriyetine (örneğin laikliğe) sahip çıkmak konusunda -güncel politik nedenleri öne sürse de- önemli bir tereddüt yaşıyor. Örneğin; dinciliğe karşı laiklik, Osmanlıcılığa karşı cumhuriyetçilik ilkelerini savunmuyor. Din düşmanı ya da darbeci diye yaftalanmaktan korkuyor. Ama korkunun faydası olmuyor, zaten ne yaparsa yapsın bu sıfatlarla suçlanıyor.

Gelelim, kimlik konusuna; bilindiği gibi, son 30-40 yıldır siyasette en çok duyduğumuz kavramlardan biri, “sosyal demokrasi” oluyor. Dolayısıyla, “CHP gerçek bir sosyal demokrat parti olmalı” ya da “CHP sosyal demokrat özüne dönmeli” gibi, öneri, görüş ve eleştiriler sık sık karşımıza çıkıyor.

Peki, “sosyal demokrasi” nedir, dolayısıyla “sosyal demokrat” kime denir? Sosyal demokrasi iyi bir şey midir, yoksa solda önemsiz bir ayrım mı? O halde sosyal demokrasinin tarihsel ve düşünsel kaynaklarına biraz daha yakından bakalım. Nasıl bir geleneği temsil eder? Bizim gibi ulusal bağımsızlık mücadelesi veren ve feodal din devletlerini yıkarak demokratik devrimler yapan ülkelerde, sosyal demokrat partiler olur mu? Devam edelim..*

CHP ‘SOSYAL DEMOKRAT’ MI?

Sosyal demokrasi, sanılanın aksine siyasal tarihte ve literatürde saygın bir kavram değildir. Batıya özgüdür, sınıf mücadeleleri tarihinin bir ürünüdür. Solun tarihinde “sosyal demokrasi” belli bir dönemden sonra işçi sınıfına ve halka ihanet anlamına gelir. Batı’da sosyal demokrat partiler esas olarak büyük bir sağa savrulmanın, emperyalizm ve sermaye sınıfı ile uzlaşmanın sonucunda doğmuştur.

Tarihsel ve siyasal bir saptama olarak belirtelim ki, CHP klasik anlamda sosyal demokrat bir parti değildir, olamaz da.. Daha önemlisi, olması da gerekmez. Bu kavramsallaştırma ya da kimlik arayışı üzerinden partinin siyasal safını belirleme çabası çok anlamsızdır. Bu nedenle, CHP’ye sosyal demokrat bir kimlik biçmek, fazlasıyla sentetik bir tutumdur. Doğasına aykırıdır.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, merkez kapitalist ülkelerin sosyal demokrat partileri, Başta Türkiye’de olmak üzere, demokratik devrimlere ve ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı çıkmış, dahası kendi ülkelerinin egemen sınıflarının emperyalist paylaşım politikalarını desteklemiştir. Batılı “beyaz adam”ın dünyanın Doğu’suna ve Güney’ine medeniyet götüreceği şeklindeki sömürgeci yalanını benimsemiştir. Örneğin, İngiliz İşçi Partisi ve Fransız sosyal demokratları Türk devrimine, aydınlanmasına ve ulusal kurtuluş mücadelesine karşı çıkmış, dahası utanç verici bir emperyalist paylaşım belgesi olan Sevr Antlaşması’nı savunmuştur.

Türk devrimine ve ulusal kurtuluş mücadelesine destek veren başta Sovyetler birliği olmak üzere, sosyalistler / komünistlerdir. Bu anlamda Batılı sosyal demokratlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun da CHP’nin de karşısında yer almıştır. Kurtuluş ve kuruluş günlerinde sosyal demokrasi CHP için düşman saflarındadır. Kuvayı Milliye’nin dostları ise komünistlerdir.

Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında bağımsızlık mücadelesi ve cumhuriyet devrimi sürecinde Büyük Millet Meclisi’nde ortaya çıkan Birinci ve İkinci Grupları değerlendirirken; kendisinin de içinde yer aldığı Müdefai Hukuk Cemiyeti yanlıları ya da Kemalistler için, “kendimizi solda görürdük” der. Bu değerlendirme büyük ölçüde doğrudur. Çünkü, gruplardan biri bağımsızlıkçı olmasına karşın hala hilafetçi ve bu dolayımla padişahçıdır, diğeri ise hem bağımsızlıkçı hem de cumhuriyetçi ve bu anlamda demokrattır.

Peki ülkemizde bu sosyal demokrasi nereden çıktı? Anlatalım..

Türkiye’de CHP geleneğini, “sosyal demokrat” diye nitelendirmek, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ortaya çıktı. Bu adlandırma, ülke henüz 12 Eylül darbe yönetimi altındayken, 1982 sonrasında önce Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ardından da Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) örgütlenmesiyle başladı. Çünkü darbeciler, “Türk-İslam sentezi” adını verdikleri dinci-faşizan bir çizgiyi resmi ideoloji haline getirmeye çalıştıkları halde, meşruiyet alanlarını genişletmek ve “tarafsız” oldukları yalanına halkı inandırmak için, ısrarla “Atatürkçü” bir görüntü vermeye çalışıyorlardı. Bu durum, CHP’lileri tepkisel bir yaklaşımla yeni kimlik arayışına yöneltti. Oysa darbeciler, sivil ve askeri bürokrasiden Kemalistleri de tasfiye ediyordu. Bu kırılma nedeniyle, “sosyal-demokrasi” bir kavram olarak üzerinde fazla düşünülmeden, tartışılmadan ve sorgulamadan benimsenen bir kimlik oldu. İsmail Cem’in tam bu dönemde (1984) çıkan, “Sosyal Demokrasi Nedir ne Değildir” adlı kitabı da, bu arayışın teorik arka planını kurmaya çalıştı.

Oysa, CHP’nin tarihsel kaynakları, varoluş gerekçeleri ve ülke tarihinde oynadığı rol çok daha saygın ve Batılı sosyal demokrat partilerle karşılaştırılamayacak kadar onurluydu. (Devam edecek).

Bu konuda yıllar önce aynı başlıkla kaleme aldığım bir yazı, solda ve sosyal demokratlar arasında belli bir karşılık bulmuş ve tartışılmıştı. Ancak, tartışma yeterince yaygınlaşmamış, dolayısıyla somut bir sonuç yaratmamıştı. Bakalım bu kez nasıl olacak?